Mortgage krizinin giderek şiddetlenmesi, kredilere sıçraması ve borçluların ödemelerini yapamaz hale gelmeleri sonucu, Amerika'nın büyük bankaları ve finans kuruluşları iflas etti veya iflasın eşiğine geldi. Nitekim Amerika'daki mortgage piyasasına ve reklam endüstrisinin bezirgânlarının pohpohladığı olası kârlı kazançlara dönük yoğun propaganda sebebiyle, devletlerarası bankalar ve devletlerarası finans piyasaları bu sektöre yatırım yapmaya koşuştular. Böylece Amerikan bankalarının ve finans kuruluşlarının iflası tüm dünyaya yansıdı ve âdeta Amerika hapşırırken dünya, hem nezle hem grip oldu. Bazı mâlî kaynaklar mortgage zararlarını, Amerika'da yalnızca 300 milyar dolar olarak, diğer devletlerde ise 550 milyar dolar olarak hesapladılar. Bunun üzerine devletler, bilhassa zengin olanlar, ekonomik süreci hareketlendirmek maksadıyla piyasaları desteklemek ve likidite sağlamak üzere finans piyasalarına milyarca para pompalamaya başladılar. Hatta kimileri, İngiltere'de olduğu gibi, bazı bankaları kamulaştıracak derecede doğrudan müdâhale ettiler. İşte böylece Kapitalist iktisat sisteminin en önemli esasları "çöktü" ki bunlar, serbest piyasa ve devletin müdâhale etmezliğidir. Bu ikisi, Kapitalistler nezdinde "akîde" mesâbesindedir. O kadar ki Amerikan Senatosu Ekim 1999'da, mâlî sisteme herhangi bir kayıt konulmasını kesin olarak men eden, dahası sermaye piyasasını ardına kadar liberalleştiren bir yasa çıkarmıştı. Sonra bu esâsı koyanlar, bunun fesâdını ve bâtıllığını bizzat gördüler. Öyle ki Kapitalizm'in "elebaşı" Amerika Birleşik Devletleri, her iki kanadı Senato ve Temsilciler Meclisi ile Kongre'nin, Amerikan Hazine Bakanı Henry Paulson tarafından hazırlanan ve mortgage piyasalarına bulaşıp "dibe vuran" sıkıntılı bankaların ve finans kuruluşlarının malvarlıklarını satın almak üzere 700 milyar dolar pompalanmasını öngören "kurtarma" plânını onaylaması sonucu piyasalara müdâhale edildiğini açıkladı. Nitekim Paulson, Kongre'nin onayından birkaç saat sonra bu kurtarma plânını uygulamaya koyuldu. Sözün özü, Kapitalist iktisât nizâmı, Komünist Sosyalizm nizâmını mezara gömmesinden sonra bu kez kendisi ölüm döşeğine düştü. Küresel çapta icraatlar hızlandırıldı... Avrupa'nın dört büyük devleti, Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya, mâlî sistemi etüt etmek üzere geniş çaplı bir toplantı çağrısında bulundu, kezâ G-7 -veya Rusya ile birlikte G-8- topluluğundaki mâliye ve hazine bakanları ile merkez bankalarının yöneticileri de yakın bir zamanda Washington'da toplantı çağrısında bulundular.
Lâkin bu girişimler, Amerika'nın kendi plânına "kurtarma plânı" adı vermesindeki deyimiyle Kapitalist ekonomiyi kurtarabilecek mi? İktisâdî Kapitalist sistemin vâkıasını dikkatle inceleyenler, uçurumun tam kenarında olduğunu görürler, velev ki henüz düşmemiş olsa bile. Dolayısıyla onu kurtarmak için üretilen hiçbir plân, kimi zaman acıyı hafifleten bir uyuşturucu olmak dışında, onun durumunu asla düzeltmeyecektir. Çünkü bu çöküntünün sebepleri, dallarının budanmasına değil, köklerinin tedavisine muhtaçtır. İşte bu esâslar ve kökler şu dört husustur:
Birincisi: Altının, II. Dünya Savaşı sonunda Bretton Woods Antlaşması ile nakdî karşılık (kuvertür) olmaktan çıkarılması ve doların altına ortak edilmesi, sonra 1970'li yılların başında altına alternatif hale getirilmesi, doların küresel ekonomiye tahakküm etmesini sağlamıştır. Böylelikle Amerika'daki herhangi bir ekonomik sarsıntı, diğer devletlerin ekonomileri için sert darbe olmuştur. Zîra bu devletlerin nakdî rezervlerinin hepsi olmasa da çoğu, üzeri yazılı kağıt parçasından öte geçmeyen banknot dolarlardan ibarettir. Hatta Euro'nun "arenaya" girmesinden ve devletlerin, nakit rezervlerinde dolar dışındaki para birimlerini de bulundurur hale gelmelerinden sonra bile, genel olarak dolar, devletlerin hazinelerinde en büyük paya sahip olmayı sürdürmüştür. O nedenle altın, nakdî karşılık haline dönmedikçe ekonomik krizler tekrarlanıp duracak ve dolardaki herhangi bir kriz otomatik olarak diğer devletlerin ekonomilerine yansıyacaktır. Öyle ki Amerika'nın bizâtihi plânladığı herhangi bir kriz oluşması halinde bile, önce dolara, ardından tüm dünyaya yansıyacaktır. Nüfûzlu bir diğer devletin nakdî parası için de bunun bir benzeri gerçekleşebilir.
İkincisi: Faizli krediler, ciddi bir ekonomik sorun teşkil etmektedir. Öyle ki aslî borcun miktarı, zamanla üzerine binen faizin altında kalmakta, dolayısıyla fertlerin ve devletlerin çoğu durumda âciz hale gelebilmeleri, borç ödeme krizine sebep olmakta ve halkın orta tabakasının, hatta üst tabakasının bu borcu ödeyememesinden ve üretimin aksamasından ötürü ekonomi çarkını yavaşlatmaktadır.
Üçüncüsü: Borsalar ve mâlî piyasalar tarafından hisse senetleri ve tahviller ile emtia alışverişinde kullanılan ve emtianın elde bulundurulmasını şart koşmayan, bilakis asıl satıcıdan nakledilmeksizin tekrar tekrar alınıp satılmasına imkân veren sistem, sorunu düğümleyen bâtıl bir sistemdir ve hiçbir çözümü yoktur. Zîra emtia tedâvülü, elde bulundurmaksızın, hatta hiç ortada yokken azalıp artmaktadır... Bütün bunlar piyasalardaki spekülasyonları ve sarsıntıları teşvik etmekte ve böylece hile ve dalavere gibi çeşitli yollarla kârlar ve zararlar sağlanmakta, bu hep böyle tekrar edip durmaktadır, her şey ifşa olup ekonomik bir felâkete dönüşene kadar!
Dördüncüsü: En önemli hususlardan biri de, mülkiyetlerin vâkıası hakkındaki bilinçsizliktir. Zîra Doğulu ve Batılı düşünürler nezdinde bu, ya Komünist-Sosyalist teoriye göre devletin üstlendiği kamu mülkiyetidir, ya da serbest piyasa ve özelleştirmenin yanı sıra küreselleşmeye dayalı Liberal-Kapitalist teoriye göre özel sektörün üstlendiği ve devletin müdâhale etmediği özel mülkiyettir.
Mülkiyet türlerinin vâkıasındaki bu bilinçsizlik, ekonomik sarsıntılar ve sorunlar çıkarmıştır, çıkarmaktadır. Çünkü mülkiyetler, ne sadece devletin üstlendiği mülkiyettir, ne de sadece özel sektörün üstlendiği mülkiyettir, bilakis mülkiyetin üç türü vardır: Kamu mülkiyeti; katı, sıvı ve gaz madenleri kapsar, petrol, demir, bakır, altın, doğalgaz ve yer altındaki her şey, tüm enerji çeşitleri ve temel unsuru enerji olan büyük fabrikalar gibi... Bunları, çıkarıp aynen veya hizmet olarak dağıtmak üzere devlet üstlenmelidir. Devlet mülkiyeti; devletin aldığı çeşitli vergiler ve kamu mülkiyeti haricinde gerçekleştirdiği ticârî, sınâî ve zirâî faaliyetler gibi hususlardır ve devlet bunları devlet hizmetlerine harcar. Özel mülkiyet ise diğer hususlardır ve bunlar, şer'î hükümlere göre fertlerin tasarrufu altındadır. Bu mülkiyetleri, ister devletin üstlendiği olsun, ister özel sektörün üstlendiği olsun, tek bir kısma ait kılmak, kaçınılmaz olarak krizlere, sonra hezîmete sebep olur. İşte böylece Komünist teori ekonomide hezîmete uğramıştır. Çünkü tüm mülkiyetleri devlet üstlenir hale getirmiştir. Tabiatı gereği devletin üstlendiği ağır sanâyi, petrol ve benzeri alanlarda başarılı olurken tabiatı gereği fertlerin üstlendiği ziraat, ticaret ve orta ölçekli fabrika sektörlerinde başarısızlığa uğramıştır... Sonra şifasını bulmuş, helâk olup gitmiştir. Benzer şekilde Kapitalizm de hezîmete uğramış ve bir süre sonra helâk olmak üzeredir. Çünkü fertleri, şirketleri ve kuruluşları, kamu mülkiyeti kapsamına giren petrol, doğalgaz, her tür enerji sahası, ağır ve gelişmiş silah fabrikaları gibi sektörleri mülk edinir hale getirmiş ve devlet, tüm mülkiyet türlerinde piyasa dışında kalmıştır. Bütün bunlar da serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme ve küreselleşme bâbındandır... Dolayısıyla netice, piyasadan piyasaya, bir finans kuruluşundan ötekine yayılan peş peşe sarsıntılar ve hızlı bir çöküş olmuştur. İşte Komünist Sosyalizm böyle çökmüş, işte Liberal Kapitalizm de böyle çökmektedir yahut çökmek üzeredir. Muhakkak ki İslâmî İktisâdî Nizâm, ekonomik krizlerin meydana gelmesini kesinlikle önleyici yegâne ilaçtır. Zîra ekonomik krizlerin tüm faktörlerini ve nedenlerini yok etmektedir. Paranın ancak ve sadece altın ve gümüş olması gerektiğini, temsilî evrakların basımının ise tam değerince altın ve gümüş karşılığa dayalı olması ve talep halinde konvertibl (değiştirilebilir) olması gerektiğini ifade etmiş, böylelikle herhangi bir devletin para birimini diğer devletlere tahakküm edemez, bilakis her paranın kendisine ait değişmez bir zâtî kıymeti bulunur hale getirmiştir. Yine ister kredi, ister fazlalık, ister kâr payı şeklinde, her ne şekilde olursa olsun faizi men etmiş, borçlandırmayı sadece sermayeye fazlalık yüklemeyecek şekilde muhtaçlara yardım maksatlı hale getirmiş ve Beyt-ul Mâl'de (devlet hazinesinde) faizsiz yardım şeklinde muhtaçlara ve çiftçilere borç verme bölümü tahsis etmiştir. Yine müşterinin eline geçmeden evvel emtia satışını men etmiştir. Dolayısıyla hem insanın sahip olmadığı şeylerin satışını haram kılmış, hem bâtıl akitlere dayalı mâlî evrakların, tahvillerin ve hisse senetlerinin tedâvülünü haram kılmış, hem de Kapitalizm'in mülkiyet özgürlüğü iddiasıyla mübah kıldığı hile ve dalavere araçlarını haram kılmıştır. Yine fertlerin, kuruluşların ve şirketlerin, kamu mülkiyeti kapsamına giren veya yakıt amaçlı kullanılan petrol, madenler, enerji ve elektrik gibi hususları mülk edinmelerini men etmiş ve şer'î hükümler gereğince bunları devletin üstlenmesini sağlamıştır. İşte İslâmî İktisâdî Nizâm, insanları sefâlete sürükleyen ekonomideki tüm sıkıntıları ve krizleri böyle tedavi etmiştir. Zîra o, yarattıklarını neyin ıslâh edeceğini en iyi bilen Âlemlerin Rabbi olan Allah'ın farz kıldığı nizâmdır. أَلاَ يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ "Hiç yaratan bilmez mi? O, Latîf'tir, Habîr'dir." [el-Mulk 14]
Ey Müslümanlar! Muhakkak Allah Subhânehu, Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e vahyettiği ve kendisiyle uyarıldığınız bu Azîm İslâm ile sizleri üstün bir konuma getirmiştir. Nitekim sizler, İslâm sayesinde insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmuşsunuzdur. Kezâ onu tatbîk etmekle huzur ve mutluluk bulmuşsunuzdur. Sırf sizler değil, bilakis tüm insanlık huzur ve mutluluk bulmuştur. Oysa bugün insanlık, boyunlarına dolanmış şeytânî beşerî sistemler yüzünden sefâlet çekmiştir, halen de çekmektedir. Fakat bu Azîm İslâm, kitap aralarında korunarak tatbîk edilemez. Bilakis onu taşıyan ve tatbîk eden bir devlet gerekir, sayesinde mutlu, huzurlu, güvenli ve seçkin bir yaşam süreceğiniz Râşidî Hilâfet Devleti gerekir. Oysa Allah Subhânehu, sizler yerinizde otururken, sizin için devlet kursunlar diye melekler indirmez, bilakis bu devleti kurmak, sizin üzerinizde büyük bir farz olarak durmaktadır. Nitekim Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ilk İslâmî Devlet'i Medîne'de kurarak bunu beyân etmiş, kendisinden sonra da Sahâbesi [Rıdvânullahi Aleyhim] ve kendilerine ihsân ile tâbi olanlar O'nun yolunda ilerlemiştir. O halde haydi toparlanın da güçlerinizi birleştirin, Ey Müslümanlar, Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışın, ona nusret verin, ona yardım edin ve Allah'ın fazlından dileyin ki Hizb ile birlikte Allah'ın kendilerine ikramda bulunduğu kimselerden olasınız, Allah Subhânehu, îmân edip sâlih amel işleyenleri yeryüzünde Halîfe kılma vaadini ve Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'in geri dönüşüne dair müjdesini sizin ellerinizle gerçekleştirsin. Zîra sizler, Ey Müslümanlar, dünyanın feneri ve hayır meşalesinin taşıyıcılarısınız, dolayısıyla dünyanın ve sakinlerinin liderliğini üstlenmeye en layık olanlar sizlersiniz.
وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]