Çarşamba, 29 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Özbek Heyetine Gösterilen Yakın İlgi ve Sıcak Karşılanması Baskıcı Yöneticilere Verilen Desteği Gösteriyor

Özbekistan Başbakanı Abdulla Aripov ve beraberindeki üst düzey heyet, çeşitli temaslarda bulunmak üzere Afganistan’ın başkenti Kabil’e geldi ve üst düzey hükümet yetkilileriyle bir araya geldi. Görüşmede Özbekistan ile Afganistan arasında ekonomi, ulaştırma, enerji ve ticaret alanlarında yaklaşık 2,5 milyar dolarlık 35 mutabakat zaptı imzalandı.

Afgan hükümeti Müslümanları, davet taşıyıcılarını ve Orta Asya’da İslam’ı hayata geçirmek için çalışan mücahitleri bastırmada aktif rol oynayan Özbekistan heyetini sıcak bir şekilde karşıladı. Dahası Özbekistan daha önce ABD ve NATO’ya hava üssü sağlamış ve Afganistan’ı işgal etmelerine yardımcı olmuştur. 20 yıllık işgal sırasında destekleyici rol oynamış kilit bölgesel bir aktördür. Bu nedenle ABD için Yahudi varlığı ne kadar önemliyse Özbekistan da o kadar önemlidir.

Bir zamanlar İslam ordusunun fethettiği ve Hilafetin hüküm sürdüğü, Buhari, Tirmizi ve Ebu Mansur El Maturidi gibi büyük alimlerin -Allah onlara rahmet etsin- İslami bir inanç atmosferi içinde yaşadığı bir ülke olan Özbekistan, bugün ne yazık ki zorba yöneticilerin yönetimi altındadır. İslam’ı yaşamak isteyen ülke halkına baskı yapıyorlar. Afgan hükümetinin Özbek heyetini sıcak bir şekilde karşılaması, bu zorba yöneticilere verdiği desteğin bir göstergesi. Oysa mevcut Afgan hükümetinin öncelikli görevi, her gün bu zalim yöneticilerin baskısına maruz kalan mazlum ümmeti savunmak olmalıdır. Orta Asya’daki Müslümanlar ve cihatçı gruplar, mücahitlerin Afganistan’da iktidara gelmesini memnuniyetle karşıladılar, sınırların kaldırılıp topraklarının özgürleştirilmesini umdular. Ancak mevcut Afgan rejiminin, Orta Asya’daki baskıcı diktatörlerle kurduğu yakın ilişki, bu umutları suya düşürmüş, siyasi ve ekonomik etkileşimleriyle tarihin yanlış tarafında, Orta Asya’daki Müslümanların değil baskıcı diktatörlerin tarafında yer aldığı algısını yaratmıştır.

Aslında Özbekistan, bağımsız siyasi ilişkiler kurabilecek veya büyük ölçekli ekonomik projeler yürütebilecek güçte değildir. Aksine ABD ve Rusya’nın Afganistan’daki sömürgeci hedeflerini güvence altına alan vasal bir devlettir. Özbekistan’ın bu vaatlerinin ve ekonomik projelerinin arkasında siyasi ve istihbarat hedefleri yatmaktadır. Afganistan yöneticileri, bölgesel ekonomik projeleri “kazan-kazan” olarak değerlendirseler de aslında onlara İslami perspektiften bakan biri, Afganistan’ın uzun vadede kaybetmesine yol açacağı için onları “kar ve zarar” penceresinden değerlendirecektir.

Büyük bir ekonomi inşa etmek İslami hükümlere aykırı değildir. Ancak ekonomide İslam temel alınmaz ve ekonomi tek öncelik olarak görülürse, bu durum devletin, kapitalist sisteme dönüşmesine neden olacaktır. Bahse konu politikalar, yöneticilerimizin İslami çözümleri gerçekçi bulmadıklarını, onları bir kenara bırakarak bunun yerine pragmatik ve faydacı politikaları tercih ettiklerini gösteriyor. Eğer mevcut yöneticiler, İslam’ın siyasi, ekonomik ve içtimai sistemleri hakkında net bir anlayışa sahip değillerse, Hizb-ut Tahrir’e ya da bu vizyon ve anlayışa sahip diğer İslami gruplara danışmalıdırlar. Aksi halde kafa karışıklığı yaratarak insanları yanıltmaya çalışmamalıdırlar. Çünkü zorba yöneticileri kırmızı halılarla karşılamak, Afganistanlı Müslümanların hak ile batıl, adil ile zorba arasını ayırt edememelerine neden olacaktır.

Yöneticiler, ancak Nübüvvet metodu üzere İkinci Raşidi Hilafetin kurulmasıyla İslam’ın uygulanacağını ve destekleneceğini ve İslam ümmetinin diğer milletlerden ayırt edileceğini idrak etmelidirler. Halife, İslam’a dayalı güçlü bir uygarlık inşa edecek ve zalimleri desteklemek yerine mazlumlara destek olmak için koşacaktır.

Allah, yalnızca Allah’tan yardım isteyenleri, İslam’ı uygulamak için sabırsızlananları ve siyasetlerinde takvayı temel alanları Hilafet Devleti ve dünya hükümranlığıyla onurlandıracak ve yeryüzünün mirasçıları haline geleceklerdir.

قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اسْتَعِينُوا بِاللهِ وَاصْبِرُواْ إِنَّ الأَرْضَ لِلّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç sakınanlarındır.” [Araf 128]

Devamını oku...

Ürdün’deki Enerji Krizi, Attarat Projesi, Ekonomik Yolsuzluk, Siyasi Kölelik ve Artan Borçlanma

6 Ağustos 2024 tarihinde Ürdün Haber Ajansı Petra’nın yayımladığı bir habere göre, “Uluslararası Tahkim Mahkemesi, Ürdün hükümetinin veya Ulusal Elektrik Şirketi’nin Attarat Power Company’e herhangi bir ödemesinin bulunmadığına hükmetti.” Bu haber, bir manipülasyondur, Ürdün hükümetinin gerçek kaybını örtbas etmek için tasarlanmış bir haberdir. Tahkim Mahkemesi, kararında “Uluslararası Tahkim Mahkemesi sözleşmenin geçerli olduğuna ve aşırı bir adaletsizlik içermediğine karar verdi” dedi. Başka bir deyişle hükümet, dört yıldır süren uluslararası tahkim davasını kaybetti ve sekiz milyon dinarlık dava masraflarını ödemek zorunda kaldı. Kaldı ki zaten 2020’de açılmadan önce davanın kaybedileceği biliniyordu!

Medya, rejimin yolsuzluklarını örtbas etmek, gerçekleri gizlemek ve çarpıtmak için kullanılıyor. Ürdün rejimi, ümmetin meselelerine karşı dürüst bir duruş sergilemek, gerçekleri açığa çıkarmak ve yolsuzlukları ifşa etmek yerine halkı bilinçlendirmekten kaçınıyor. Gerçekleri paylaşarak halkı bilinçlendirmek ve ciddi tavır almasını sağlamak yerine rejim ve hükümetin oynadığı oyunlar örtbas ediliyor. Bu yüzden rejimin yolsuzluklarının ifşa edilmesi, enerji krizi ve özellikle de Attarat Power Company projesinin arkasındaki gerçeklerin gün yüzüne çıkarılması kaçınılmaz:

- Ürdün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, kısa bir süre önce Ürdün’ün topraklarının %60’ından fazlasında 116 milyar tondan fazla petrollü şeyl bulunduğunu, ortalama yüzde 10,5 petrol içeriğine sahip olan Ürdün şeylinden petrol ve elektrik üretimi için faydalanılabileceğini açıkladı.

- Bakanlığın 2020-2030 Enerji Sektörü Stratejisi’ne göre, doğal gaz ve yenilenebilir enerjinin yanı sıra petrollü şeylin elektrik üretimine katkısı 2030 yılına kadar yüzde 15 olacak.

- Ekim 2014’te Abdullah Ensour hükümeti döneminde, 2,1 milyar dolar yatırım maliyetiyle, Attarat Umm Al Ghadran bölgesindeki petrollü şeylden elektrik üretmek, bunu Ulusal Elektrik Şirketi’ne (NEC) satmak ve 30 yıl boyunca Krallığın yıllık elektrik ihtiyacının %15’ini karşılamak üzere Çin, Malezya ve Estonya’dan şirketlerin oluşturduğu bir konsorsiyum olan Attarat Enerji Şirketi ile bir anlaşma imzalandı. 2,1 milyar dolarlık yatırım maliyetinin 1,6 milyar dolarlık kısmı Çin bankaları tarafından finanse edildi. Temmuz 2023 başında 470 MW’lık Attarat Enerji Santrali açıldı.

- Bu projenin, Ürdün’ün stratejik enerji güvenliğini artıracağı tahmin ediliyordu, çünkü güvenli bir yerel ürün olup, Gazze savaşı sonrasında olduğu gibi Yahudi devletinden gelen dış gaz arzının kesintiye uğraması olasılığından etkilenmeyecekti. Ancak yolsuzluk, hükümetin kötü planlaması, yanlış sözleşmeler ve siyasi kölelik, Ürdün hükümetini Paris’teki Uluslararası Ticaret Odası tahkimine başvurmak mecburiyetinde bıraktı.

- 2016 yılında Ürdün Ulusal Elektrik Şirketi ile Amerikan (İsrail) şirketi Noble Energy arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma uyarınca Yahudi varlığından 2020 yılından itibaren 15 yıl boyunca 10 milyar dolar tutarında 45 milyar metreküp doğalgaz tedarik edilmesi öngörülüyordu.

- Hükümet, 2020 yılında Ürdün’ün elektrik üretim fazlası olduğunu tespit edince tahkime gitti. Ürdün halkı, işgalci Yahudi varlığından 15 yıllığına 15 milyar dolarlık bu aşağılayıcı gaz ithalatı anlaşmasını reddetti. Ancak hükümet, işgalle yapılan gaz anlaşmasını iptal etmek yerine büyük bir adaletsizliğin olduğu gerekçesiyle Çin ile Attarat projesi üzerinden kriz yaratmayı tercih etti. Ayrıca hükümet, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) gözden geçirmelerine boyun eğdi. IMF, enerji üretim maliyetlerini enerji üretim projelerine bağladı ve özellikle petrollü şeyl projesine vurgu yaptı.

- Ürdün’ün Çin ile olan ekonomik çıkarları ile ABD’nin küresel egemenlik arayışında Ürdün rejiminin ABD’ye olan siyasi, ekonomik ve askeri köleliği, özellikle Al-Attarat projesi gibi Çin projelerinin önünde büyük bir engel teşkil ettiği ortaya çıktı. Hükümet ayrıca, Huawei’nin 5G sözleşmesini doğrudan ABD’nin tehdidiyle Nokia ve Ericsson şirketleri lehine iptal etti.

- Ürdün Değişim Örgütü Başkanı Hussam Al-Abdallat, Arabi Post’a verdiği özel bir röportajda, “Ürdün’deki enerji ve petrol dosyası, nihai onay almadan önce Kraliyet Divanı’na, ardından da doğrudan krala sunulur. Onay aldıktan sonra yürürlüğe girer” dedi.

- Associated Press’in 5 Temmuz 2023 Çarşamba günü yayınladığı “Pekin Amman’ı borç batağına sürüklüyor” başlıklı haber, Ürdün ve Çin arasında Attarat petrollü şeyl elektrik santrali ortaklık sözleşmesi konusunda yaşanan hukuki anlaşmazlık medyada büyük yankı uyandırdı. ABD, projeden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. ABD eski Dışişleri Bakan Yardımcısı David Schenker yaptığı açıklamada, “Gerçekten de demokrasi, şeffaflık ve yolsuzluk konusunda bazı endişelerimiz var, ancak otoriter devletler Çin ile uyum içinde hareket ediyorlar ve ona yaklaşıyorlar.” dedi. Rapor, Yahudi varlığından doğal gaz ithalatı anlaşmasının devam etmesini ve enerji sektörü üzerindeki hakimiyetini teşvik ediyor. Ürdün-Çin ortaklık anlaşmasını ise “borç tuzağı diplomasisi” olarak nitelendiriyor, oysa bu tanımlama Amerika için daha uygun.

- Ürdün Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nin (JESC) 2020 Ülke Raporu’nda “Enerji güvenliği siyasi ve ekonomik kararlar arasında gidip gelmeye devam etmektedir. “İsrail” gaz anlaşması, görünüşte enerji kaynaklarını çeşitlendirmenin bir parçası gibi görünse de uzun vadede enerji güvenliğini zayıflatacaktır. Ayrıca, “İsrail” gaz anlaşması lojistik, idari ve finansal açıdan şeffaf değildir.” ifadeleri yer aldı.

- Yine aynı kurumun, 2021 raporunda “Şu anda Attarat Şirketi tarafından doğrudan petrollü şeyl yakma projesi uygulanmakta olup, bu proje, yerel enerji kaynaklarının kullanımı açısından enerji sektörü için stratejik projelerden biridir.” ifadeleri kullanıldı.

- Son olarak Enerji ve Maden Kaynakları Bakanı Salih el-Harabeşe, 2030 yılına kadar elektrik sektöründeki zararın 10 milyar dinarı bulacağını söyledi. Elektrik jeneratörlerinin 2022 yılı sonundaki ithalat değeri yaklaşık 3,5 milyar dinar. Ancak hükümet, Katar, BAE ve Cezayir gibi doğalgaz zengini ülkelerden rekabetçi fiyatlarla gaz ithalatıyla pek ilgilenmiyor.

Ürdün’deki enerji krizi, yolsuzluk ve para israfı gibi konular buzdağının sadece görünen kısmı. Tüm bunlar, rejimin başta Amerika ve Avrupa olmak üzere sömürgeci kafir Batılı ülkelere olan bağımlılığı ve köleliğiyle bağlantılıdır. Allah hakkında hiçbir yemin ve ahit gözetmeyen uşak yöneticilerin dünyası uğruna ahiretlerini satan hükümet ve adamlarıyla bağlantılıdır. Yukarıdakilere dayanarak şunları belirtiyoruz:

- Sorunun özü, siyasi irade ve siyasal sistemdir. Ülke zenginliklerinin kullanımı, siyasi iradeden yoksundur. Ülke ekonomisine katkı sağlayabilecek ekonomik projelerde yapılan yolsuzluklar da bu sorunun bir parçası.

- Ürdün’deki petrollü şeyl, tükenmez bir mineraldir, kamu malıdır, bu nedenle devlet bu mineralleri bireylere veya şirketlere veremez. Devlet, bu kaynakları Müslümanlar adına ve işlerini gütmek için bizzat kendisi çıkarmalıdır. Çıkarılan her şey tebaanın ortak malıdır.

- Ürdün silahlı kuvvetlerinin, Gazze ve Filistin savaşında Filistinlilere yardım etmemesi, rejimin Yahudi varlığının yanında yer alması, kara köprüsü kurarak Yahudi varlığına gıda ve lojistik destek sağlaması, imzalanan ekonomik projelere devam etmesi, Ürdün ve halkını ipotek altına almakta, Ürdün halkını vahşi bir düşmanın insafına bırakmaktadır. Yahudiler, çatışmaların olası genişlemesi durumunda elektrik ve suyu kesmekten asla çekinmeyeceklerdir. Bu nedenle ülkenin kaynaklarını peşkeş çeken, çarçur eden ve düşmanları yararına çalışan herkese karşı ciddi ve samimi bir duruş sergilenmelidir.

- Ürdün, sahip olduğu öz kaynaklarıyla Ürdün rejiminin sağladığı mevcut kötü durumdan daha iyi bir ekonomik yaşam sağlayabilir. Ancak Ürdün ve başka yerlerde yaşanan ekonomik sıkıntılara köklü çözüm, Nübüvvet metodu üzere Hilafettir. Ürdün, zenginliklerin bütünleştiği, enerji projelerini yabancı etki ve borçların hakimiyetinden uzak kendi kaynaklarıyla finanse eden bir devletin bir parçası olmalıdır. Halife, bu devleti İslam sistemiyle yönetecektir.

Ey Ürdün Müslümanları! Kuşkusuz zillet ve aşağılanmanız, ulaşabileceği en uç noktaya ulaştı. Ürdün rejimi size karşı aşırı azgınlaştı. Rejim, çocuklarınızın rızkını çalıyor, malınızı gasp ediyor, servetinizi yağmalıyor, Yahudi varlığı ve kafir Batı lehine ümmetinize komplolar kuruyor. Tüm bunlar karşısında sessiz kalıp hiçbir şey yapmamanız küstahlığını ve zorbalığını daha artırmaktadır!

Ey Ürdün Müslümanları! İçinde bulunduğunuz bu durumdan, yalnızca Hilafet ile kurtulabilirsiniz. Hilafet, Rabbinizin farzı ve izzetinizin kaynağıdır. Düşmanınızı kahrı perişan edecek, topraklarınızı özgürleştirecek, ülkelerinizi ve zenginliklerinizi koruyacak, Allah’ın size bir hak olarak verdiği kamu mallarını muhafaza edecektir.

وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Allah, işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” [Yusuf 21]

Devamını oku...

Cenevre Dağı Ölü Bir Fare Doğurdu!

Dün, 23 Ağustos 2024 Cuma günü, Sudan krizini görüşmek üzere 14 Ağustos’ta başlayan Cenevre zirvesi, Sudan’daki savaşı sona erdirmek üzere “Birleşik Uluslararası” koalisyon kurulması kararıyla sona erdi. ABD’nin Sudan Özel Temsilcisi Tom Perriello’ya göre, bu ittifak, Amerika Birleşik Devletleri’nin yanı sıra Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, IGAD, İsviçre, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ı da kapsıyor. Cenevre’de süren uzun müzakerelere rağmen görüşmelerde kayda değer bir sonuç alındığı söylenemez. Aynı bağlamda Fransız Basın Ajansı, Sudan ordusu ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin insani yardımlar için iki güvenli koridor sağlama konusunda anlaştığını bildirdi. Arabulucu ülkeler, çatışan taraflardan bu iki güvenli koridorun Darfur bölgesindeki Adri geçidi ve Kuzey Sudan’daki Duba yolu olacağı konusunda güvence aldıklarını belirttiler.

Amerika, Sudan’daki savaşı bitirme konusunda ciddi olmadığı gibi gündemini gerçekleştirmeden önce savaşı bitirme gibi bir niyeti de yok. Bu nedenle çatışmanın, ajanları genelkurmay başkanı ve Hızlı Destek Kuvvetleri komutanı arasında sınırlı kalmasını sağlayarak çatışmanın ömrünü uzatıyor. Şu anda olduğu gibi çatışmanın akıbeti tamamen ABD’nin kontrolünde. İngiliz ve Avrupa yanlısı muhalefet, çatışmanın patlak vermesinden bu yana olduğu gibi felç olmuş durumda. Ayrıca Amerika, İngiltere’ye bağlı isyancı hareketleri ya da “silahlı mücadele hareketleri” diye bilinen grupları da yok etmek istiyor. Bu nedenle Kuzey Darfur’un merkezi ve bölgesel hükümetin merkezi olan El-Faşir’in düşmeli. El-Faşir, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin eline geçtiğinde, Darfur’un tamamı bu güçlerin kontrolüne girmiş olacak ve böylece İngiltere’ye bağlı hareketler yok edilmiş olacaktır. Şu anda bu hareketler, El-Faşir’i savunmak için canhıraş mücadele ediyorlar, çünkü şehrin düşmesi, sonlarının gelmesi anlamına geliyor. Amerika, ileride çıkarları gerektirdiğinde bu güçler aracılığıyla Darfur’un ayırabilmek için Darfur’un Hızlı Destek Kuvvetleri’nin eline geçmesini istiyor.

Cenevre platformu duyurulduğundan bu yana Amerika’nın, Sudan’daki savaşı sona erdirmek gibi bir niyetinin olmadığı besbelli. Birleşmiş Milletler özel elçisi Ramatan Lamamra’nın, 29 Temmuz 2024’teki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi oturumunda, 14 Ağustos’ta başlayan Cenevre görüşmelerini “uzun ve daha karmaşık bir sürecin ilk adımı” olarak nitelendirmesi de bunu doğruluyor. Bu açıklamasıyla Lamamra, Cenevre toplantısının bir çözüm getirmeyeceğini, sadece Cenevre’de Rhône Nehri kıyısında dedikodu yapmak için bir araya gelindiğini ima etmek istemiştir. Nitekim sonuç da gösterdi ki Amerika, Cenevre’den Sudan çatışmasına ilişkin bir çözüm çıkmasını istememiş ve Cenevre Dağı ölü bir fare doğurdu sonucuyla görüşmeler sona ermiştir!

Ordu ve halk içindeki samimi kimseler, emperyalist Amerika ve İngiltere’nin ülkemizdeki komplolarını boşa çıkarmak ve bu belaların kaynağı olan ajanlardan kurtulmak için harekete geçmeli, Hilafetin yeniden kurulması için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermelidir. İkinci Raşidi Hilafet, kâfir sömürgecilerin kökünü kazıyacak, ümmetimize izzetini, onurunu, gücünü ve hayırlılığını geri kazandıracak, ümmet yeniden Allah’ın istediği gibi insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Surata İndirilen Bir Şamar!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Surata İndirilen Bir Şamar!

Haber:

Pazartesi günü, Başkan Joe Biden’ın Chicago'daki Demokratik Ulusal Kongre'de yaptığı konuşma sırasında Harris’in delegelerinden biri, Florida heyetinin “İsrail’i” Silahlanmayı Durdurun” yazılı pankart taşıyan birkaç üyesinden biriydi.Florida heyetinin diğer üyeleri pankartı engellemek için ayağa kalkarken, bu kısımdaki bazı kişiler ve protestocuların arkasındaki diğer bir kısım da, pankarta ve pankartı taşıyanlara kendi pankartlarıyla vurmaya başladılar. (The Intercept)

Yorum:

ABD yönetiminin Gazze'ye ilişkin tutumuna yönelik yoğunlaşan protestolar ve artan kamuoyu baskısının ardından, Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in konuyla ilgili tutumunu değiştirip değiştirmediğine dair sorular gündeme geldi. Demokratik Ulusal Kongre'nin dışındaki sokaklar Filistin için adalet isteyen seslerle dolarken yönetimin sessizliği daha geniş siyasi sahne hakkında çok şey anlatıyor. Şayet Harris gerçekten bir baskı hissetmiş olsaydı insanlar şimdiye kadar bir politika değişikliği bekleyebilirdi. Ancak gerçeklik çok daha karmaşıktır. Zira bu protestolar, ne kadar güçlü olsalar da, siyasi sınıf ile politika kararlarını gerçekten etkileyen güçler arasındaki ilişki hakkında daha derin bir gerçeği ortaya koymaktadır.

Bu ilişki anormal de değildir. Zira Amerikalı politikacılar kendilerini, kamuoyunun duyguları ile onların kampanyalarını finanse eden ve politikalarını şekillendiren etkili lobiler arasında sıkışmış bir halde bulmaktadırlar. Nitekim gerçeklik, ABD yönetiminin Gazze’deki eylemlerine rağmen Yahudi varlığına verdiği sabit desteğe duyulan öfkenin körüklediği Demokrat parti kongresinin dışındaki huzursuzluklar, siyasi sınıfın gerçekte kime hizmet ettiğine dair çarpıcı gerçeği ortaya çıkarmıştır. Demokrasi ve temsil söylemine rağmen siyasi seçkinler genel olarak kapitalist sınıfın vasileri gibi çalışmakta ve halkın iradesi üzerinde etkisi olan şirket bağışçılarının ve lobicilerin çıkarlarına öncelik vermektedir.

Son zamanlarda gerçekleşen olaylar bu dinamiğe ışık tutmaktadır. Zira daha geçen hafta çeşitli İslami kuruluşların liderleri, Demokrat Parti kongresine katılmak için kentte toplanan seçilmiş yetkililerin dikkatini çekmek üzere Chicago’da bir araya geldiler. Nitekim onların verdikleri mesaj çok açıktı: Filistin, konferans gündeminin önceliği olması gerekir. Ancak konferans sırasında Müslüman bir kadın ve diğer delegeler sessizce "İsrail’i” Silahlandırmayı Durdurun" yazılı pankart taşırlarken saldırıya uğradılar. Zira Demokratik Ulusal Kongre katılımcıları, üzerinde “Joe’yu Seviyoruz” yazılı bir pankartla Müslüman kadına vururken diğerleri de pankartı kadının elinden almaya çalıştılar. Nitekim bu olay, bir nefret ve sansür eylemi olarak nitelendirildi, bu da saldırıyı ele almadığı için Ulusal Demokratik Kongre’ye yönelik eleştirilere yol açtı. 

Ulusal Demokratik Kongre ve protestolar devam etmekle birlikte gerçek değişimin mevcut siyasi çerçeve dahilinde gelmeyeceği, aksine bunun ötesinde çözümlerin aranması gerektiği giderek daha açık bir hale geldi. Müslümanlar olarak bizim, Filistin’in kurtuluşunun, her türlü çabadaki başarı gibi rehber olarak dinimize başvurmakta yattığını idrak etmemiz gerekiyor.

Özellikle İslam ve Müslümanlarla ilgili olduğunda bizim oylarımızın bir önemi olmamakta ve hiçbir laik devletin yönünü etkilememektedir. Bunun aksine inanmak, siyasi bir saflıktır. Zira oy vermek sadece entegrasyon gündeminin güçlenmesine yol açtığı gibi bu da İslami kimliğimizin ve değerlerimizin aşınmasına yol açmaktadır. Bu yüzden ortak somut faydaların eylemlerimizi dikte etmesine izin vermemiz caiz değildir. Şayet bunu yaparsak o zaman helal ve haramı terk etmiş ve bizi İslam’dan ve ümmetimizden ayırmak için hiç yorulmadan çalışanlara bizzat destek vermiş oluruz. Şayet bu surata indirilmiş bir şamar olmasa da öyle olması gerekir. Bunun yerine imanımızda sebat etmeli, İslami kimliğimizi ve değerlerimizi korumalı ve İslam’ı kâmil ve gerçek bir şekilde sunmak yoluyla toplumla aktif bir şekilde ilişki kurmalıyız. Zira Filistin’i ve tüm dünyayı koruma sorumluluğu tamamen bizim omuzlarımızdadır. Nitekim Allah Subhanehu ve Teala bizi uyarmış ve şöyle buyurmuştur: وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍDinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” [Bakara 120] 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Heysem İbn Sabit - Amerika

Devamını oku...

Katillerin ve Münafıkların Doha’daki Toplantısı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Katillerin ve Münafıkların Doha’daki Toplantısı!

Haber:

16/08/2024 Cuma akşamı Katar’ın başkenti Doha'da Gazze’de ateşkes ve esir takasına ilişkin yeni tur müzakereleri sona erdi ve müzakerelerin sonunda arabulucular, yeni bir teklif önerdiklerini ve ateşkesi görüşmek üzere yakında Kahire’de bir toplantı yapılacağını duyurdular. (El Cezire Net)

Yorum:

Bu toplantı ihaneti, mücahitlerin fedakârlıklarını ve Filistin halkının kanlarını ayaklar altına almayı temsil etmekte ve Katar da Yahudilerle tokalaşan tüm necis ellerin bir araya geldiği bir inden başka bir şey değildir. Dolayısıyla bu yapılan toplantının tek bir amacı vardır ki o da; düşmeye hazır hale gelen Arap yöneticiler koltuklarını muhafaza etmek amacıyla gazaba uğramışları korumak ve bu savaşın bölge üzerindeki etkilerini sınırlamaktır. Zira oraya katılan üyelere bakıldığında, onların aşağılık hedefleri açıkça ortaya çıkmaktadır.

Gazzeli çocukları aç bırakan ve sınırları kapalı tutan Sisi, onların işlerini umursayıp üzülür hale mi geldi? Yoksa savaşın sahibi olan, silahlarıyla, füzeleriyle, mermileriyle bu katillere sponsor olan ve emrinden başka bir emir ve kararından başka bir karar olmayan Amerika, bugün oradaki kardeşlerimiz için üzülür hale mi geldi? Bizimle alay etmeyi ve aklımızla dalga geçmeyi bırakın artık; zira bu tiyatrolarla artık bizleri kandırmazsınız. Bundan daha da iğrenç olan ise Beyaz Saray sözcüsünün toplantı öncesinde şunları söylemesidir: “Bu çok önemli bir çalışmadır. Geri kalan engeller aşılabilir ve bizim bu süreci bir sonuca ulaştırmamız gerekir.” (Fransa 24). Politico, Bin Selman’ın şu açıklamasını da ekledi: “Filistin meselesini ele almadan bölgesel güvenlik ve istikrara sahip olamayız.” (Euronews). Başka bir ifadeyle, konferansı düzenleyenlerin açıklamaları, Amerika’nın Gazze’deki direnişi kontrol etmekte ve cihat ruhunu söndürmekte başarısız olduğunu ortaya koymaktadır; bilakis savaşın bölgeye yayılıp ellerinden kaçabilecek potansiyeli vardır ve Muhammed bin Selman’ın açıklaması, bu lanetli Doha toplantısının ajanların tahtlarını korumaktan ve gazaba uğramışları rahatlatmaktan başka bir şey olmadığının en büyük kanıtıdır. Zira Gazze halkı ve onların çektiği acılar onun umurunda değildir; yoksa barış yapmak ve bir anlaşmaya varmak isteyenler, CIA’den gelen Amerikan heyeti ya da Shin Bet’ten gelen Yahudi heyetinde olduğu gibi istihbarat servislerini göndermezlerdi. 

Nitekim 7 Ekim 2023’te Filistin’de patlak veren cihadi ruh, Allahu Teala’nın şu kavline icabet eden akidevi bir zihniyete sahiptir: ادْخُلُوا عَلَيْهِمُ الْبَابَ فَإِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَإِنَّكُمْ غَالِبُونَ وَعَلَى اللهِ فَتَوَكَّلُوا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَOnların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin.” [Maide 23] Şüphesiz bu, bu ümmet için onların ve sevdiklerinin kanlarından kaynaklanan bir kıvılcımdan başka bir şey değildir; bu kıvılcım da sömürgeci kafirin uzun süredir bağladığı zincirleri ve prangaları patlatıp yerle bir edecektir. Zira bu savaş durmayacaktır. Bu ise Yahudi varlığının yenilmez bir ordu olduğu için değildir. Zira Allah’ın onlar hakkındaki hükmü kıyamet gününe kadar devam edecektir: ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُواْ إِلاَّ بِحَبْلٍ مِّنَ اللهِ وَحَبْلٍ مِّنَ النَّاسِ وَبَاؤُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir.” [Al-i İmran 112] Bilakis savaşı idare edenin Allahu Subhanehu ve Teala ve murabıt ve mücahit Müslümanların da O’nun askerleri olduğu için bu savaş durmayacak ve “لا إله إلا الله” sancağı Mescid-i Aksa ve Kabe'nin üzerinde dalgalanıncaya kadar Müslümanlar ile kâfirler vur kaç şeklinde de olsa savaşmaya devam edecektir; böylece münafık olan kavmin ağızları susturulacak ve Allah’ın izniyle azim arşın Rabbinin bize vaat ettiği bu açık zaferin gerçekleşeceği devleti yeniden kurmak için çalışanların göğüsleri ferahlayacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Amine Arus

Devamını oku...

Pakistan Yöneticileri, Yahudi Varlığıyla Güven Artırıcı Önlemleri Asla Kabul Etmeyeceğimizi Bilmelidirler!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Pakistan Yöneticileri, Yahudi Varlığıyla Güven Artırıcı Önlemleri Asla Kabul Etmeyeceğimizi Bilmelidirler!

Haber:

Daily Times Gazetesi, 25 Ağustos 2024 tarihli haberinde şunları aktardı: "Başbakan Şerif’in ofisi tarafından yapılan bir açıklamada; BM’nin en son raporunun “dehşet verici” olduğunu ve bunun “İsrail’in” mazlum Filistin halkına yönelik “soykırım” suçunu temsil eden yeni bir kanıt olduğunu söylediğini bildirdi.Başbakan, “BM raporu Filistinli çocukların “İsrail’in” en büyük hedefi olduğunu söylüyor” dedi. “İsrail’in” Filistinlilere yönelik toplu bir katliama karıştığı açıktır.”

Yorum:

Bugün tüm İslam ümmeti, Müslüman orduların Gazze’yi desteklemek ve Müslümanlara karşı işlenen suçları durdurmak için harekete geçmesini talep ediyor ancak Müslümanların başındaki yöneticiler içi boş kınamalarla ümmeti aldatıyorlar ve Amerika’nın iki devletli çözümü yoluyla Filistin’in büyük bir kısmının Yahudi varlığına teslim edilmesinin zeminini hazırlıyorlar.

Başbakan, 22 Ağustos 2024'te Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (CICA) Genel Sekreteri Büyükelçi Kairat Sarybay ile İslamabad’da bir araya geldi.Başbakan, güven inşa edici tedbirler yoluyla “Asya’da barışın, güvenlik ve istikrarın güçlenmesine" verdiği desteği vurguladı. (Dışişleri Bakanlığı). Ancak Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı’na hem Hindistan hem de Yahudi varlığı üye devlet olarak dahil ediliyor! (CICA)

Müslümanların başındaki yöneticiler, Amerika’nın, Filistin’in büyük bir bölümünü işgalci Yahudilere teslim etme planına zemin hazırlamak için üye devlet olarak Yahudi varlığını da dahil eden uluslararası platformları kullanıyorlar.Güven artırıcı önlemler Pakistan Müslümanları için yeni değildir. Zira bu, işgal altındaki Keşmir’in Hindistan’a teslim edilmesi için Amerika’nın bölgesel planını uygulamak amacıyla ilk kez diktatör General Müşerref tarafından sunulmuştu. Ardından Ağustos 2019'da Bajwa/İmran rejimi işgal altındaki Keşmir’i Hindistan’a teslim etti ve Hindistan’a karşı cihadı da Müslümanlara ihanet olarak nitelendirdi!Hindistan’ın Müslümanlara yönelik düşmanlığı hiç azalmamış, aksine İslam’a karşı savaşını arttırmıştır. Dolayısıyla güven artırıcı önlemler sadece düşmanlarımızı güçlendirmekte ve bize zarar vermeleri ve güvenliğimizi baltalamaları için onlara daha fazla güven vermektedir.

Ey genel olarak Müslümanlar, özel olarak da onların İslami örgütleri ve alimleri!Amerika’nın ve Pakistan da dahil olmak üzere onların Müslüman ülkelerdeki ajanlarının taktiklerine aldanmamalıyız. Aksine bizler, yöneticilerin İslam düşmanlarıyla olan güven artırıcı önlemlerini ifşa etmeliyiz. Ayrıca Pakistan’ın, Müslümanların harbi (savaş durumunda) olan düşmanlarıyla yaptığı tüm uluslararası anlaşmalardan çekilmesini talep etmeliyiz. Yine Müslüman orduların harekete geçmelerine yönelik çağrılarımızda kararlı olmalıyız; zira Pakistan, Mısır ve Türkiye’nin silahlı kuvvetleri, tek tek ya da toplu olarak, günün çok küçük bir kısmı içinde Filistin’in tamamını kurtarabilirler. Bu nedenle silahlı kuvvetlerdeki dostlarımız ve akrabalarımızla bir araya gelerek Mescid-i Aksa’nın özgürleştirilmesi için harekete geçmelerini ve önlerinde duran herkesi ortadan kaldırmalarını talep etmeliyiz.

Ey Pakistan silahlı kuvvetleri içindeki güç ve kuvvet ehli! Madalyalarınız ve rütbeleriniz sizi, Allah Azze ve Celle’nin gazabından kurtaramayacaktır. Vakit artık uzadı; o halde yarın kıyamet gününde Allah Subhanehu tarafından hesaba çekilmeden önce kendinizi muhasebe edin. Nitekim Pakistan’ın yöneticileri, Amerika’nın ve onun ümmetin kalbindeki ileri üssü olan Yahudi varlığının yanında yer almaktadırlar. Sizlere gelince; akraba ve dostlarınızın davetine icabet edin. Allah Azze ve Celle’nin ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in davetine icabet edin, Müslümanların başındaki hain yöneticileri ortadan kaldırın ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için nusret verin ki böylece Raşid bir Halife, işgal altındaki toprakları kurtarmaya yönelik cihatta sizlere liderlik etsin.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ

Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Abdullah – Pakistan

Devamını oku...

Anayasa Yapma Kimin Hakkı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Anayasa Yapma Kimin Hakkı?

Haber:

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, “Ekim ayından itibaren çalıştay yaparak bir anayasa yapımının yol haritası nasıl olmalı? Yöntemi ne olmalı? AK Parti’nin bundaki rolü nedir? Bu konuları müzakere edeceğiz” dedi. Yazıcı, A’dan Z’ye yeni bir anayasanın Türkiye’de siyaset kurumunun hep gündeminde olduğunu, özellikle de partinin kurulduğu günden bu yana yeni bir anayasa yapma arzusunu her platformda dile getirdiğini ifade etti. Yazıcı, “Bu sırf bir arzu değil, bu bir gerekliliktir. Çünkü anayasa yapmak milletin hakkıdır” dedi. (Ajanslar 19.08.2024)

Yorum:

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَؕ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

“Yoksa cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği kesin olarak bilip kabul eden kimseler için Allah’tan daha güzel hüküm sahibi kim olabilir?” (Maide 50)

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze değin defalarca değiştirilen anayasa, Türkiye’de adeta yamalı bohçaya dönmesine rağmen her gelen iktidarın halka, sözüm ona daha insani, daha adil anayasa vaadi, hakikatte iflas eden düzenin itirafıdır. Sadece 1982 darbe anayasasının 21 kez tadil edilip, revizyondan geçirilmesi insan aklının acizliğini ortaya koyarken bu yasaların bırakın halkın problemlerini çözmeyi sadece ve sadece sorunlar yumağı oluşturduğu herkesin malumudur. Müslüman halkın akidesinden kaynaklanmayan, fıtratına ters, değerleriyle savaşan, egemenlerin hakkını önceleyen, adaletten uzak, laik akidenin ürünü olan anayasalar, kanunlar bugüne kadar Müslüman halka sadece zulüm oldu.

Bu hakikat ortada olmasına rağmen yöneticilerin adeta yerlerin ve göklerin rabbine kafa tutarcasına sınırlı akıllarıyla hazırladıkları anayasaları kutsallaştırıp halkı buna inandırma yarışına girmeleri, hükmün kaynağı yapmaları esef vericidir. Oysaki bu anayasalar sonucunda laik yönetim sistemi putlaştırıldı. Bu anayasaya dayanmak suretiyle çıkarılan kanunlarla aile, toplum ve de nesil ifsat edildi. Bu anayasalara dayanarak her türlü, haram, cürüm ve fahşa meşrulaştırıldı. Kaynağı batının çürümüş, necis akidesi olan kanunların halkı birbirine düşman etmesi apaçık ortada iken yeni anayasa yapmakla sadece yeni zulümler var edilecektir. Darbe anayasalarından bahsederek yapılacak yeni anayasaya meşruiyet sağlanmaz.

Yöneticilerin görevi; tebaasını Allah Subhanehu ve Teala’nın emirleri doğrultusunda hem dünya nimetlerinden faydalandırmak hem de ahiretlerini imar etmelerine yardımcı olmaktır ki; bunun yolu da onun emir ve hükümlerini hayatın merkezine koymaktır. Yoksa yeni anayasa, kanun yapma, ne yöneticilerin ne milletin ne de bir başkasının işi ve haddi değildir. Bu uzak durulması gereken tehlikeli bir mecradır. Bu hak sadece Allah’a aittir. Gerçekten halk ve hak adına bir kaygınız var ise Hizb-ut Tahrir’in, Kur’an, sünnet ışığında hazırlanmış olduğu anayasaya bakmanız yeterli olacaktır. Şer’i hükümlerden çıkarılan bu anayasa insana, topluma, hayata Rabbinin emrettiği şekilde bir yükseliş sunmaktadır. Kafirlerin hadarat çöplüğünde medeniyet inşa etmekten vazgeçin. Tertemiz İslam akidesinden çıkan çözüm ve kanunlarla yolunuzu bulmaya çalışın.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmet SAPA

Devamını oku...

Kırgız Hükümetinin Aldığı Zorunlu Sigorta Kararı İslam Şeriatına Aykırıdır Ve Buna Karşı Çıkılması Gerekir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Kırgız Hükümetinin Aldığı Zorunlu Sigorta Kararı İslam Şeriatına Aykırıdır Ve Buna Karşı Çıkılması Gerekir!

Haber:

Kırgızistan’da gayrimenkul ve araçların yeniden tescili için zorunlu sigorta getirilmesine karar verildi. Hükümetin 9 Ağustos’ta aldığı bu karar 15 gün sonra yürürlüğe girecek.Karara göre konut sigortası, kentsel alanlarda yıllık 1.200 Som, kırsal alanlarda ise 600 Som olarak belirlendi.Zorunlu araç sigortasının başlangıç fiyatı yıllık 1680 Som’dur.

Yorum:

Aslında sigorta meselesi, Kırgızistan halkı için yeni değildir. Kırgızistan’da sigorta, Sovyetler Birliği döneminde sosyalist sisteme göre uygulanıyordu.Kırgızistan’ın (hayali) bağımsızlığını kazanmasının ardından sigorta, kapitalist sisteme göre uygulanmaya başladı. Nitekim Kırgızistan’ın sosyalizmden kapitalizme geçişinden bu yana sigorta yasaları öneriliyordu ancak kötüleşen ekonomik durum ve halkın itiraz etmesi nedeniyle şimdiye kadar düzenli olarak ertelenmiştir.Hükümet başlangıçta halkı yatıştırmak için gönüllü sigorta uygulamasını başlattı ancak halk özel şirketlere karşı direnmeye devam edince hükümet sigortacılığı devlete ait şirketlere taşıdı. Şu anda da hükümet, herkesi zorunlu sigortaya ikna etmek için icraatlar benimsiyor.

Bir Müslüman karşılaştığı her durumla ilgili şerî hükümleri öğrenmesi ve bu durum konusunda şerî hükümlere uyması gerekir. Bu yüzden Kırgızistan’daki Müslümanların, bu sigorta meselesini İslam temelinde ele almaları gerekmektedir.

Sigorta, sigorta şirketi ile sigorta yapılan kişi arasında yapılan bir anlaşmadır.Anlaşmaya göre, mülkünü sigortalatan kişi her yıl sigorta şirketine üzerinde anlaşılan miktarı öder.Sigorta yapılan malın zarar görmesi halinde, sigorta şirketi, üzerinde anlaşılan şartlar dahilinde kendisine belirli bir miktar para verir.

Ancak bu akit-anlaşma, şerî akit şartlarını kapsamamaktadır; bu nedenle böyle bir akdin imzalanması şer’an caiz değildir. Bu akde göre para almak haramdır ve parayı batıl olarak almak demektir. (Bu konuyu daha detaylı anlamak isteyenlere Hizb-ut Tahrir’in “İslam’da İktisadi Nizam” kitabına başvurmalarını tavsiye ederiz.)

Buna göre Müslümanlara kumarın haram olduğu gibi her türlü sigorta da şer’an haramdır. Dolayısıyla ister sağlık sigortası, ister taşınır ister taşınmaz malların sigortası olsun, bu sigortanın özel bir şirket ya da devlete ait şirketler tarafından sağlanmasının hiçbir önemi yoktur.

Özü itibariyle bu yasalar, kapitalistlerin halkın kanını emmek için ortaya çıkardığı projelerdir. Örneğin Kırgızistan’da 1.67 milyon araba kayıtlıdır. Bunların her birinden sigorta için en az 1.680 Som tahsil edilecektir.Bu da 2,7 milyar Som anlamına gelmektedir ki bu miktar, şirketlerin yıllık geliridir.Ancak sigorta şirketlerinin yıllık giderleri 350 milyon Somu bile bulmuyor, geriye kalan 2,35 milyar Som ise şirketlerin yıllık kârını temsil ediyor. Ayrıca sigorta şirketlerinin yıllık harcamaları, iflas etmelerini önlemek için belirli bir miktarla sınırlandırılmıştır.Örneğin 1 milyon Som değerindeki pahalı bir arabaya hasar verdiğinizde sigorta şirketi size sadece 150.000 Som ödeyecektir. Geri kalanını ise kendiniz ödemek zorundasınız!

Konutlar açısından olana gelince; devlete ait bir şirket tarafından zorunlu olarak sigortalanmaktadır.Aslında devlete ait bir şirketin sözleşmeler açısından özel bir şirketten hiçbir farkı yoktur.Bu durumda gelir, devlete gidiyormuş gibi görünüyor. Kamuoyu ise yetkililerin bu geliri nasıl elde ettiklerini bilmiyor!

Kırgızistan’da bir milyon 100 bin konut kayıtlıdır. Şehirde konut sigortası ücretleri kişi başı 1.200 Som olup devlet yalnızca 1 milyon Soma kadar sigorta primi ödemektedir. Köylerde sigorta bedeli kişi başı 600 Som olup köylerde ise devlet sigorta bedeli 500 bin Som’dur. Konut sakinlerinin her yıl sigorta primlerini ödememesi halinde, daha önce ödemiş oldukları paraları kaybediyorlar.

Köylerdeki konut sayısını 600.000 olarak kabul edersek,bunların 360 milyon Somu her yıl sigorta fonlarından toplanıyor. Şehirdeki konutlardan toplam 600 milyon Som toplanacaktır. Böylece yıllık toplam gelir 960 milyon Som olmaktadır. Ancak devlet sigorta şirketinin yıllık giderleri 160 milyon Somu geçmemektedir. Dolayısıyla gelirden giderler çıkarıldığında devlet kurumunun yıllık kârının 800 milyon Som olduğu ortaya çıkmaktadır.

Sigorta parası tüm insanlardan toplanmasına rağmen aslında insanların çoğunun kaza yapmadıkları da açıktır. Ayrıca kaza yapan insanlardan az sayıdaki kişi de yalnızca sınırlı bir miktar alabiliyorlar.

Bu nedenle devletin sigorta yasaları yoluyla insanlara karşı sorumluluğundan kaçtığı ve onların sorunlarını halkın omuzlarına yüklediği söylenebilir.Daha da kötüsü yetkililer, insanları çeşitli felaketlerle tehdit ederek onları sigorta yasalarına uymaya zorluyorlar ve kamu ve özel şirketleri yoluyla halkın sırtından servet kazanıyorlar.

Şüphesiz Allahu Teala, yöneticilere insanların işlerini nezaketle ve kolaylıkla gözetmelerini emretmiştir ancak bu kapitalist hükümetler, halkın çıkarlarına aykırı olarak hüküm sürmekte ve halkın tüm parasını yağmalamaya çalışmaktadırlar.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ    "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir." [Maide 45]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mümtaz Maveraünnehrî

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER