- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
İster Yahudi İster Nasrani (Hristiyan) Olsun
Gayrimüslimlerin Haklarını Koruyacak Olan Sadece Hilafet Devleti’dir
Müçtehid Kâdî Takıyyuddin En-Nebhanî Rahımallahu Teala’nın eliyle Beytul Makdis’te ortaya çıkmasından bu yana Hizb-ut Tahrir, gecesini gündüzüne katarak Müslümanları ve gayrimüslimleri Allahu Teala’nın şu kavline uymaya davet etmiştir: قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَىٰ كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئاً وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضاً أَرْبَاباً مِّن دُونِ اللَّهِ فَإِن تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ“(Rasulüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz Müslümanlarız! deyiniz.” [Âl-i İmrân-64] Bu ise; herkesin dikkat odağı olacak ve Müslüman ve gayrimüslimlerin başka hiçbir sistemde benzeri görülmemiş onurlu bir yaşam sürecekleri Hilafet Devleti’ni kurarak İslami hayatı yeniden başlatma amacına ulaşmak içindir. Nasıl olmasın ki? Zira Allah Subhanehu ve Teala, kerim Nebisi Aleyhi Minallahi Efdalü's Salatu ve Etemmü't Teslim’e hitaben şöyle buyurmuştur: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” [Enbiya-107]
Nitekim İslam, zimmi olan birine en iyi şekilde davranılmasını tavsiye etmiştir. Dolayısıyla ona iyi davranılacak, işlerine yardım edilecek, Müslümanlar onu, malını ve namusunu koruyacak ve onun yiyeceği, giyeceği ve meskeni garanti altına alınacaktır. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: أَطْعِمُوا الْجَائِعَ وَعُودُوا الْمَرِيضَ وَفُكُّوا الْعَانِيَ “Aç kalanı doyurun, hastayı ziyaret edin ve esiri kurtarın.” [Müslim rivayet etti.] Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ölüm döşeğindeyken vasiyetlerinden sonuncusu şu olmuştur: فَاسْتَوْصُوا بِالْقِبْطِ خَيْراً… “… Kıptilere iyi tavsiyelerde bulunun.” [Hâkim, Müstedrak] Dolayısıyla zimmiler, diğer tebaalar gibi İslam Devleti’nin tebaasıdırlar ve onların, tebaa, korunma, geçimlerini garantileme, iyi muamelede bulunma, nazik ve yumuşak davranma hakları vardır. Ayrıca zimmiler, Müslümanların ordusuna katılıp onlarla savaşabilirler. Ancak onların üzerine savaş vacip olmadığı gibi cizye dışında mali sorumlulukları da yoktur. Dolayısıyla Müslümanlar üzerine zorunlu olan paralar onlar için zorunlu değildir.
İslam, zimmet ehli için çeşitli hükümler getirmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır; dinleri konusunda imtihana tabi tutulmazlar ve İslam’a girmeleri için zorlanmazlar. Dahası inandıkları, ibadet ettikleri ve yedikleri şey üzere bırakılırlar. Cihat, zekat ve “zaruri ihtiyaç halinde toplanan vergiler” gibi Müslümanların sorumlu oldukları hiçbir şeyden sorumlu tutulmazlar. Zimmiler sadece cizye öderler. Zira Aleyhissalatu ve’s Selam’dan şöyle rivayet edilmiştir: وَإِنَّهُ مَنْ أَسْلَمَ مِنْ يَهُودِيٍّ أَوْ نَصْرَانِيٍّ فَإِنَّهُ مِنَ الْـمُؤْمِنِينَ، لَهُ مَا لَهُمْ، وَعَلَيْهِ مَا عَلَيْهِمْ، وَمَنْ كَانَ عَلَى يَهُودِيَّتِهِ أَوْ نَصْرَانِيَّتِهِ فَإِنَّهُ لا يُفْتَنُ عَنْهَا “Yahudi ve Nasraniler’den kim İslam'a girerse müminlerden olur. Dolayısıyla Müslümanların lehine olanlar onun da lehine olur, onların aleyhine olanlar onun da aleyhine olur. Her kim de Yahudiliği ve Nasraniliği üzere kalırsa bu konuda imtihana tabi tutulmaz.” [Siret-i İbn-i Hişam] Ayrıca cizye, Allahu Teala’nın şu kavlinden dolayı ergenlik çağına girmiş gücü yeten erkeklerden alınan miktardır: حَتَّى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَن يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ“Küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar.” [Tevbe-29] El, güçten kinayedir. Dolayısıyla kadın ve çocuklardan alınmaz. Şayet zimmi İslam’a girer veya fakir olursa cizye ondan düşer. Şayet çalışıp kazanmaktan acizse, devlet ona Beytü’l-Mal’den harcama yapmakla sorumlu olup zimmet ehline iyi muamelede bulunur, yönetici ve kadı önünde, işleri gözetilirken, muamelat ve ukubat uygulanırken hiçbir ayırım yapılmaksızın Müslümanlara nasıl davranılıyorsa onlara da öyle davranılır ve Müslümanlar gibi onlar da İslam’ın hükümlerine tabi olurlar. Ayrıca devlet onlarla, Müslümanlar gibi tabiiyet vasfıyla muamele eder. Zira devlette, bugünlerde yaygın olarak kullanılan azınlık ve çoğunluk tanımlaması yoktur. Dolayısıyla İslam, kendi nizamına göre yönetilen cemaati, mezhebi ve cinsiyeti ne olursa olsun insani bir birim olarak kabul eder ve sadece ona tabiiyet, yani yerleşme ve devlete bağlılık şartı koşar. Zira devlette azınlıklar yoktur. Bilakis tüm insanlar, sadece bir insan olması itibariyle tabiiyeti taşıdıkları sürece İslam Devleti’nin tebaaasından sayılırlar.
Latin bir tarihçi, 861 yılında Müslümanların Barselona şehrini fethetmeye yönelik hamlesinden bahsediyor ve Yahudilerin Müslümanların şehre girmesine yardım ettiğini söylüyor. Bu da İspanya’nın kuzeyinde Nasranilerin yönetimi altında yaşayan Yahudilerin, Müslümanların yönetimini Nasranilerin yönetimine tercih ettiklerini gösteriyor. Nitekim bazı insaflı Nasraniler, İslam Devleti’nin erdemlerini ve Nasranilerin bu devlette benzeri hiç görülmemiş adaletli ve onurlu bir hayat yaşadıklarını yazmışlardır.
İngiliz tarihçi Sir Thomas Arnold, "İslam'a Çağrı" adlı kitabında şöyle diyor: “Muzaffer olan Müslümanlar, göçün birinci yüzyılından itibaren Arap Hıristiyanlara büyük bir hoşgörü ile davrandılar ve bu hoşgörü birbirini izleyen yüzyıllarda da devam etti. İslam’a giren Nasrani kabilelerin, onu kendi özgür seçim ve iradeleriyle kucakladıklarına hükmedebiliriz. Zamanımızda Müslümanlar arasında yaşayan Nasrani Araplar, bu hoşgörünün bir kanıtıdır.”
Alman Oryantalist Sigrid Hunke şöyle diyor: “Araplar, mağlup olan halkları İslam’a girmeye zorlamadılar. İslam’dan önceki Hıristiyanlar, Zerdüştler ve Yahudiler, dini taassubun en korkunç örnekleriyle karşı karşıya kaldılar. Hepsine, herhangi bir engel olmaksızın dinlerinin ritüellerini uygulamalarına izin verildi. Müslümanlar, en küçük bir zarar dahi vermeden İbadethanelerini, manastırlarını, rahiplerini ve hahamlarını onlara bıraktılar. Bu, büyük bir hoşgörü değil midir? Tarih bu tür eylemleri nerede ve ne zaman anlattı?” El-Harboutli, “İslam Tarihine Bakışlar” adlı kitabında oryantalist Dozy’den şu sözünü aktarıyor: “Müslümanların zimmet ehline karşı hoşgörülü ve güzel davranmaları, onların İslam’ı kabul etmelerine yol açmış ve daha önceki dinlerinde görmedikleri kolaylığı ve sadeliği görmüşlerdir.”
Gustave Le Bon, “Arapların Medeniyeti” adlı kitabında şöyle diyor: “Güç, Kur’an’ın yayılmasında bir faktör olmamıştır. Araplar, mağlup olanları dinlerinde özgür bırakmışlardır… Bazı Nasrani Arapların İslam’ı taklit etmeleri ve Arapçayı kendi dilleri olarak almaları, galip gelen Arapların insanların hiçbir dönemde benzeri görülmemiş adalet biçimleriyle karakterize olmalarından dolayıdır. Zira İslam, diğer dinlerin bilmediği kolaylıklar sağlamıştır.”
Woll Durant şöyle diyor: “Hıristiyanlar, Zerdüştler, Yahudiler ve Sabiinler’den oluşan zimmet ehli, Emevi Hilafet’i döneminde, bugünlerdeki Nasrani ülkelerde benzerini görmediğimiz bir hoşgörü derecesini yaşamışlardır. Zira dini ritüellerini uygulamada özgür olmuşlar ve kiliselerini ve tapınaklarını korumuşlardır.” Kendisini bilim tarihine adayan, Uluslararası Bilim Tarihi Derneği’nin ajansını yöneten ve faaliyetlerini ve bilimsel etkilerini kaydeden (Arcion) Dergisi’ni kuran Fransız Oryantalist Domili şöyle diyor: (Bilim Tarihi 1935), (Arap bilimi ve İslam Dünyasındaki Bilimsel Gelişmeye Etkisi 1941), (Araplarda Botanik Bilimi) ve benzeri birçok yerde bu insaflı bilim adamı şöyle diyor: “Emevi Halifelerinin ve mezhep krallarının göstermiş oldukları büyük hoşgörü sancağı, sadece yönettikleri halklara ve Afrika ve Doğu’dan gelen Müslümanlara kadar uzanmakla kalmamış, dahası aynı şekilde onun gölgesi, sayısız gelişmiş şehirlerde ilim almak için en uzak bölgelerden gelen Nasrani bilim adamlarına kadar uzanmıştır. Tüm akılları baştan çıkaran bu büyülü ülke (Endülüs’tür.)” Yazar ve düşünür Adem Meter, İslam Devleti’nde Müslümanların başkalarıyla olan muamelesinde İslam’ın azim ilkelerinden birini hatırlatıyor ve şöyle diyor: “Ebu Hanife ve İbn-i Hanbel’e göre zimminin hayatı, bir Müslümana sevgi besleyen bir Müslümanın hayatına denk olup bu, ilke bakımından çok önemli bir meseledir… İslami hükümet, zimmilerin dini ritüellerine müdahale etmemiştir.”
Zimmet ehline kucak açan ve onlara hayrı tavsiye eden Müslümanların Halifelerinden İkinci Raşid Halife Ömer İbn-i Hattab Radıyallahu Anhu, kendisinden sonra gelecek olan Halifeler için de onlarla ilgi tavsiyede bulunmuştur. Nitekim bunu, 1881 yılında doğan, 1911’de Edinburgh'da ve 1919'da Glasgow’da Arapça yardımcı doçent, 1921’de Hindistan Aligarh’da profesör ve 1931’de Londra’da Doğu ve Afrika Çalışmaları okuluna atanan Batılı bilim adamı Arthur Stanley Triton dile getirmiştir. Onun bilimsel ve tarihi eserlerinden bazıları şunlardır: Halifeler ve Gayrimüslerden Olan Tebaaları 1930, İslam’da Kelam İlmi 1947, İslam, İnanç ve Ritüeller 1950 ve İslam Eğitiminde Materyaller 1957. Bu büyük bilgin, müminlerin emiri Ömer İbn-i Hattab Radıyallahu Anhu’nun zimmet ehliyle ilgili vasiyeti hakkında şöyle diyor: “Ömer İbn-i Hattab’ın eceli yaklaşınca, ölüm döşeğindeyken kendisinden sonra gelecek olanlara şunu tavsiye etti: Benden sonra gelecek olan Halifeye, zimmet ehline iyi davranmasını, onların ahitlerini yerine getirmesini, onların arkasında olanlarla savaşmasını ve onlara güçlerinin ötesinde sorumluluk yüklememesini tavsiye ediyorum.”
Böylece İslam’ın, zimmet ehline nasıl adaleti sağladığını, onlara İslam Devleti’nde onuru ve adaleti nasıl garanti ettiğini ve İslami yönetim yıllarında zimmet ehlinin bunu nasıl deneyimlediğini ve buna nasıl şahit olduğunu görüyoruz.
Bunlar, Batılı bilim adamlarının ve insaflı düşünürlerin bazı sözlerinden kesitlerdir. Nitekim zimmilerin yüzyıllarca bu hükümler altında yaşaması ve bu süre zarfında kendilerine iyi ve nazik bir şekilde davranılması, Şam Nasranilerin Müslümanların Haçlılarla olan savaşlarında onlara katılmalarına neden olmuştur. Yurtdışındaki insanların, zimmet ehline iyi muamele edildiğini ve haklarının garanti altına alındığını duymaları, İspanya Yahudilerini Müslümanların Endülüs’ü fethetmelerine yardım etmelerine sevk etmiştir. Bütün bunlar, mağlup olan halkların haklarının heder edildiği ve o sırada dünyadaki diğer ülkeler tarafından korunmadığı bir zamanda olmuştur.
Ömer İbn-i Hattab Radıyallahu Anhu’dan şöyle rivayet edildi: Zimmet ehlinden yaşlı birinin yanından geçerken ona insanların kapılarında neden dilendiğini sordu. Sonra ona, seni bu gördüklerime sevk eden şey nedir dedi? O da şöyle dedi: Cizye, yaş ve ihtiyaç. Bunun üzerine (Ömer) ona dedi ki: Biz sana insaflı davranmadık. Gençliğinde senden cizye aldık ama İhtiyarlık halinde seni böyle perişan ettik. Sonra onu alıp evine götürerek ihtiyaçlarını gidermiş ve Beytü'l Mâl sorumlusuna gönderip ondan cizyenin kaldırtılmasını ve ona Beytü’l Mâl’den maaş bağlanmasını emretmiştir. Mısır valise Amr İbn-i Âs’ın Kıptilere yaptığı haksızlığın kaldırılmasına ilişkin Ömer İbn-i Hattab’ın bu kıssası, Halife’nin Kıpti’ye valinin oğlundan babasının önünde kendisi için kısas uygulamasını emrettiğinde meşhur olmuştur! Aynı şekilde zimminin aldığı kalkanı ile ilgili Kâdi Şurey’in hakem olduğu Ali Bin Ebi Talibîn kıssası da, yargı önünde adalet ve eşitliğin olduğu hususunda meşhur olmuştur.
İslam Devleti’nin zimmilere olan iyiliğinin kanıtlarının sayılamayacak kadar çok olması, İtalya’daki Sicilya halkı ile diğer birçok bölge halklarının bugüne kadar ne İslam’ın ne de Müslümanların uzun süredir üzerlerinde bir etkisi olmadığını hatırlatıyor.
Nitekim zimmet ehli, bu insaf ve adaleti bir noktaya kadar hissedince, İslam Devletini ve Müslümanlar arasında yaşamayı Batı ülkelerinde yaşamaya veya onlarla işbirliği yapmaya tercih etmişlerdir. Zira Haçlı seferlerinde doğu Nasranileri Müslümanların yanında yer almışlar ve Haçlılara karşı onlarla birlikte savaşmışlardır. Haçlıların onları, cezbetme ve bir derece kadar İslam Devleti’ne karşı kışkırtma girişimlerine rağmen Haçlılar, Müslümanları hezimete uğratmak için güvenmiş oldukları kartlardan birini kaybetmişlerdir.
Evet, onların İslam Devleti altında durumları böyleydi ve Rabbimizin vaadi ve Peygamberimiz Aleyhissalatu ve’s Selam’ın müjdesi olan İkinci Hilafet Devleti kurulduğunda da böyle olacaktır. Haydi o zaman adaletsizlikle dolmasının ardından kainatı nur ve adaletle dolduracak olan Müslümanların otoritesini yeniden tesis etmek amacıyla ciddi bir şekilde çalışmak için kolları sıvayalım.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Radyosu İçin Yazan
Abdulhalik Abdun Ali