Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

بسم الله الرحمن الرحيم

El-Raye Gazetesi

“Devlet Çözümü” ve “İki Devletli Çözüm” mü, Yoksa Devletlerin Çözümü mü?

(Birinci Bölüm)

Üstad Abdullah El-Ali’nin Kaleminden

 

Aksa Tufanı operasyonunun başlatılması ve ardından Yahudi varlığının kuşatma altındaki Gazze Şeridi halkına yönelik vahşi savaşıyla birlikte vizyonu daha net bir hale gelen en önemli konu, tüm etkili taraflar için hayati olan bu konuda ilgili ve etkili olan tarafların hakikatinin açığa çıkması ve özellikle de bunun, İslam ümmetinin ajan yöneticilerden ve onların yozlaşmış rejimlerinden kurtulmaya yönelik çatışmasının bir devamı olarak gelmesidir.

Gerek canlı yayında gerekse elektronik iletişim araçları aracılığıyla yayılan videolar yoluyla izlenen bu yüksek oranda işlenen suçların gölgesinde vakıanın-gerçekliğin hakikati, aldatmaca ve yalanları Batı ve uluslararası kamuoyuna ifşa olan Batı ve İbrani medyasının ve bununla birlikte onlarca yıldır işgal altındaki Filistin’deki gerçekliği çarpıtmayı, meseleyi ve çözümünü yanlış göstermeyi ve İslam ümmetinin kamuoyunu, bu rejimlerin ihanetini ve Yahudi varlığıyla olan suç ortaklıklarını anlamaktan uzaklaştırmayı alışkanlık haline getiren Arap ve İslam beldelerindeki mevcut yöneticilere ve rejimlere bağlı olan medyanın sahtekarlığından uzak bir şekilde en açık şekliyle ortaya çıkmıştır.

Ümmetin, Filistin meselesini ve onun gerçekliğini-realitesini idrak etmesi ve tek ve köklü çözüme götüren tek bir yolun olduğunu kesin olarak bilmesi gerekir; ama ümmette bu yola ulaşmanın önünde duran bariyerleri ve engelleri idrak edebilecek doğru bir bilinç oluşmadığı sürece ümmet, kurbanlar üzerine kurbanlar vermeye ve katliamlar üzerine katliamlar görmeye devam edecektir; çünkü onun çatışması, kendisi hakkında hiçbir ahit ve anlaşma gözetmeyen bir düşmanla olmaktadır.

Yeniden işgale maruz kalan bir toprak olması itibariyle Filistin meselesi, İngiliz ve Fransız sömürgecilerinin Müslüman ülkelere müdahale etmesi, Mart 1924 yılında Osmanlı Hilafetinin yıkılması ve o dönemde uluslararası sistemi temsil eden Milletler Cemiyeti’nin desteği ve kararı ile Osmanlı Hilafetinin yıkıntıları üzerine milliyetçi, vatancı, dini, bölgeselci ve kabilevi temeller üzerine devlete benzer varlıkların kurulmasıyla başlamıştır; zira sömürgeci, Şam beldelerini kendi çıkarlarına göre bölerek Filistin’de daha sonra “İsrail” olarak adlandırılan Yahudi devletini, Hristiyanlar için Büyük Lübnan olarak adlandırılan bir devleti, Dürziler için ayrı Aleviler için ayrı bir devleti, Halep’te bir devlet, Şam ve başka yerlerde başka bir devlet kurmuştur… Doğal olarak geri kalan Müslüman ülkeler de böl ve yönet temelindeki bu bölünmeden payını almışlardır.

Her ne kadar bu bölünmelerin bir kısmı o dönemde insanlar tarafından kabul görmese de ancak payların dağıtılması ve şartların dayatılması konusunda nihai karar, daha sonra bu yeni doğan varlıkları gözetecek olan sömürgeciye aitti; bu yüzden sömürgeci bu varlıklardan her birinin başına, bekasının devamını sağlamaya gücü yeteceğinden emin olduğu kendisini temsil eden yüksek temsilciler yerleştirdi; daha sonra ajanlarının sadakatinin kanıtlanmasının ardından bu devlete benzer varlıkların ve liderlikleri kendilerine teslim edilen yerel ajanların uluslararası alanda tanındığı ilan edildi ki onlarla sömürgeci arasında, ortak varoluş çıkarından başka hiçbir şey yoktur.

Sykes-Picot varlıklarının kuruluşundan bir asır sonraki durumu incelediğimizde bugün bu varlıkların, devlete benzer bir isme bile layık olmayan seviyelere ulaştıklarını görmekteyiz! Zira bu varlıklar, kuruluşlarından günümüze kadar varlıkları sömürgecinin gücüne bağlı olmasından dolayı egemenlikten yoksun olmalarıyla birlikte, tebaaları için iyi bir yaşam, hizmetler, güvenlik ve gözetim gibi en asgari şeyleri bile sağlamada başarısız olmuşlardır. İşte bu yüzden birçok ülkede “Arap Baharı” olarak adlandırılan devrimler ve halk hareketleri meydana gelmiştir. Bu da olsa olsa ümmetin, bu rejimleri ve onların ajan yöneticilerini inkar ettiğini ve onların halklar nezdinde çöktüklerini göstermektedir; her ne kadar vakıada ümmetin onlardan kurtulmaya gücü yetmiyor gibi görünse de şüphesiz ümmet kesin kararını vermiş olup onları ortadan kaldırmak için fırsat kollamaktadır; işte Gazze savaşı, bu arzuyu yeniden canlandırdı ve onların ortadan kaldırılmasının gerekliliği konusundaki inancını daha artırdı.

Mübarek toprak Filistin ve Aksa Tufanı sonrası onun gerçekliğine uygun herhangi bir çözüm meselesi hakkında ilgili taraflara geri dönecek olursak çözüm noktasında fiilen etkili olan dört tarafın olduğunu ancak bunların gerek etki dereceleri gerekse hedefleri ve amaçları açısından farklılık gösterdiklerini görürüz.

Aslında her iki taraf sadece tek bir çözüm üzerinde hemfikirlerdir ki bu da; her iki tarafın da karşı tarafı ortadan kaldırmak, yani onun varlığını yeryüzünden kaldırmak istemesiyle özetlenebilir; zira her iki taraf için de bu savaş bir akide savaşıdır ve bu vizyona göre hareket edilmelidir.

Bu taraflardan birisi, insanlar için çıkarılmış en hayır ümmettir ki o da İslam ümmetidir; bu ise Allah’ın Kitabı’nda Subhanehu’nun şu kavlinde geçmektedir: كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللهِSiz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Al-i İmran 110] Buna mukabil diğer taraf ise Allah’ın Kitabı’nda peygamberlerinin lisanıyla lanetlenen kavimdir ki onlar da Yahudilerdir. Zira Allahu Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur: لُعِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ عَلَى لِسَانِ دَاوُودَ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُوا يَعْتَدُونَ * كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَن مُّنكَرٍ فَعَلُوهُ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَİsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür!” [Maide 78] Bu Yahudilerin zürriyetinden biri de, dinini doğru bir şekilde anlayamadığından dolayı İslam ümmetinin gaflete düştüğü bir sırada sömürgeci kafir Batı’nın yardımıyla mübarek topraklarda toplanan ve burayı işgal etmek, halkını öldürmek ve yerinden etmek için bir araya gelen sayıları az bu önemsiz topluluktur.

İslam ümmeti için, akidesinin özünden olan hususlarda asla bir müzakere ve tartışma yoktur; peki ya bunlar, mübarek toprakları Yahudilerin pisliğinden temizlemek ve buraları ve bunlarla birlikte tüm Müslüman beldeleri ümmetin otoritesine geri iade etmek gibi kutsallığı olan şeyler için nasıl olabilir?! Dolayısıyla bu, dürüst olsalar bile Arap milliyetçiliği ve vatancılığı savunanların hayalindeki gibi, yani sömürgeciliğin kalıntılarından geriye kalan, o dönemde İngiltere Dışişleri Bakanı Mark Sykes’ın parmak uçlarıyla çizdiği düşük bayraklara eklenen, ulusal bir bayrağı olan ve ümmeti parçalamak ve onu devlet ölçeğiyle kıyaslanamayacak zayıf ve cılız kantonlara bölmek için suni sınırlara başka bir sembolün eklendiği, mevcut benzer devletlere eklenen başka bir benzer devlet gibi bir Filistin devleti kurmak olan bir çözüm olsa bile reddedilmelidir!

Bugün Binyamin Netanyahu’nun liderliğindeki aşırı sağcı hükümet tarafından temsil edilen Yahudiler için de aynı şey geçerlidir; zira aynı şekilde onlar için de mesele akidevi olup müzakere edilemez; bu yüzden onlara göre de Filistin’deki tüm Müslümanların ortadan kaldırılması, ardından da Fırat Nehri’nden Nil Nehri’ne kadar etrafının boşaltılması gerekir. Zira tahrif edilmiş kitaplarında yer alan rivayetlere göre Allah, Yaratılış 18’de İbrahim Aleyhisselam ile yaptığı bir antlaşma ile onlara bu toprakları vaat etmiştir ki burada şöyle geçmektedir: “O gün Allah, Ebram (Hz. İbrahim) ile bir antlaşma yaparak ona şöyle dedi: El-Ariş Vadisi’nden Büyük Nehir’e -ki o Fırat Nehri’dir- kadar olan bu toprakları senin nesline vereceğim.” Yahudi varlığının, uluslararası sistemdeki tüm ülkelerin yaptığı gibi kendisi için net sınırlar koymadığı, bir anayasasının olmadığı, aksine sadece Knesset tarafından çıkarılan temel ve yargı kanunlarına sahip olduğu bilinmektedir.

Bu nedenle Netanyahu hükümeti, Filistin’deki her Müslümandan nefret eden bir Yahudi zihniyetiyle hareket ediyor, Yahudilerin çoğu da bunu destekliyor ve Gazze Şeridi’ni Yahudilerin yerleşimine hazırlamak amacıyla burayı çorak ve cansız bir araziye dönüştürmek istiyor; nitekim Netanyahu’nun, Gazze halkının “Amalekliler” (İsrailoğullarının sürekli düşmanı olarak tanımlanmaktadır) olduğu, dolayısıyla tahrif edilmiş kitaplarında belirtildiği gibi onların kapsamlı olarak yok edilmeyi hak ettiği yönündeki açıklamaları, bunun an açık delilidir. (Devam edecek…)

Kaynak: El-Raye Gazetesi - 473. Sayı - 13/12/2023

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER