- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Haber ve Yorum
İktidar ve Yargının Hilafet Tahammülsüzlüğü
22 Eylül 2020 Salı günü Antalya Emniyet Müdürlüğü tarafından gözaltına alınan 14 Hizb-ut Tahrir mensubu kardeşimiz 8 günlük haksız gözaltı sonrasında 29 Eylül Salı günü mahkemeye çıkarıldılar. Kardeşlerimizden 11’i hakkında tutuklama kararı verildi, 2’si adli kontrol şartıyla 1’i ise savcının talebiyle serbest bırakıldı. Kardeşlerimizin tutuklanmasına mahkeme herhangi bir gerekçe göstermedi, keyfi bir tutuklama yaptığını şu ifadeler ile ortaya koydu: “üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren sebepler nedeniyle… TUTUKLANMALARINA” Üzerlerine atılı suçun ne olduğunu ortaya koymayan, yasalar ve kanunlara göre suç kabul edilen bir faaliyetin Hizb-ut Tahrir üyeleri tarafından işlenip işlenmediğini tespit ve teyit etmeden mahkeme direk siyasi bir karar ile kardeşlerimizi cezalandırmıştır.
Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin bu gerekçesi Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 19.07.2018 tarihinde 2’ye karşı başkan dâhil toplam 14 üyenin onayı ile Hizb-ut Tahrir hakkında verdiği hak ihlali kararı gerekçesi ile de tamamen çelişmektedir. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararında, yerel mahkemeler (ilk derece mahkemeler) ve yüksek yargının (Yargıtay) yargılamaları yaparken ve ceza verirken gerekçelerini yeterli şekilde ortaya koymadıklarını söylüyor ve aynen şu ifadeleri kullanıyor: “Derece mahkemeleri bu konuda gerekçelerini ilgili ve yeterli şekilde ortaya koymalıdır. Bu bağlamda ilk derece mahkemelerinin ve Yargıtay’ın Hizb-ut Tahrir örgütünün bir terör örgütü olup olmadığına yönelik hiç değilse bir kere değerlendirmede bulunması gerekmektedir.”
Peki, yerel mahkemeler böyle bir değerlendirmede bulundular mı? Hayır! Çünkü bulunamazlar, çünkü Hizb-ut Tahrir fikri ve siyasi çalışma yapan bir partidir, terör örgütü kapsamında değerlendirilmesi mümkün değildir. Kurulduğu 1953 yılından bugüne şiddet ve teröre asla başvurmamıştır ve başvurmayacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin kararında da zaten Hizb-ut Tahrir’in bu vakıası aynen şu ifadeler ile geçmektedir. “Emniyet raporlarına göre örgüte yönelik ilk operasyonun (Türkiye’de) yapıldığı 1967 yılından Anayasa Mahkemesine sunulan son raporun hazırlandığı 2016 yılına kadar geçen süre içinde ismi anılan örgütün silahlı eyleme karışmadığı anlaşılmaktadır.”
Peki, o halde Hizb-ut Tahrir’e ve üyelerine yönelik bu baskı, bu düşmanlık ve bu zulmün sebebi nedir? Hizb-ut Tahrir’in Hilafet projesine karşı hem iktidarın, hem yargının hem de İslam düşmanı laiklerin tahammülsüzlüğü ve çaresizlikleridir. Bu durum onların köhnemiş laik demokratik sistemlerini Hilafet projesi karşısında savunamadıklarının göstergesidir. Bu durum onların kutsal kabul ettikleri demokratik “değerleri” çiğnediklerini gösteriyor. Çünkü kuvvetler ayrılığı kutsalı dedikleri şeyi adeta çiğniyorlar, işlerine geldiğinde hukuk ve adaletten söz ediyorlar, işlerine gelmeyince de hukuk ve yargı üzerinde vesayet kuruyorlar. Öyle ki bunlar koltuklarını korumak için daha önce kendi getirdikleri uygulamalara bir zaman sonra cephe açıp savaş bile açabiliyorlar. Cumhur İttifakı partilerinden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesi gerektiğine yönelik açıklamaları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bunu desteklemesi bu söylediğimi kuvvetlendirmektedir.
Ancak onlar şunu bilmiyorlar; bu tutuklama ve baskılar ne bizleri korkutur ne yolumuzdan caydırır ne de Hilafetin yeniden kurulmasına ve İslam'ın hâkimiyetine engel olabilir. Bu zulüm sadece kendilerinin azabını mazlum kardeşlerimizin de ecrini artırır. Muhakkak ki müminleri velisi Allah Subhanehu Teâlâ'dır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mahmut Kar