Salı, 28 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Filistin Krizi!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Filistin Krizi!

Haber:

Türkiye Cumhurbaşkanı, “İsrail’in” Gazze'ye binlerce ton bomba yağdırmakla “iradesini kıramadığı Filistin halkına boyun eğdirmeyi” amaçladığını söyledi ve Benyamin Netanyahu hükümetinin politikalarının bölgeyi ve tüm dünyayı tehlikeye sürüklediğini vurguladı.Erdoğan, şöyle bir eklemede bulundu: "İsrail”, müzakere yürüttüğü muhatabını şehit ederek nasıl bir zihniyete sahip olduğunu göstermiştir.” Ülkesinin Gazze’deki katliamlardan sorumlu olanların adalet önüne çıkarılmasını sağlamak için çabalarını sürdürdüğünü belirterek “İsrail’in” Gazze halkına yardımların ulaşmasını engelleyerek “işlediği suçlara bir yenisini daha eklediğini” dile getirdi.

Geçtiğimiz ay Türkiye, Güney Afrika’nın “İsrail’e” karşı açtığı soykırım davasına katılmak için Uluslararası Adalet Divanı’na resmi bir talepte bulundu.

Öte yandan Mısır Cumhurbaşkanı, “Bölgede yaşanan krizlerin Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkiler bağlamında beraber koordinasyonun çok önemli olduğunun altını çiziyor” dedi. Sisi, iki ülkenin tutumunun “derhal ateşkes çağrısında bulunma ve Filistin halkının bağımsız devlet özlemlerini gerçekleştirme konusunda aynı olduğunu” vurguladı ve insani yardım alanındaki koordinasyonun önemine dikkat çektir. Ve şöyle devam etti; “Bir an önce acilen ateşkesin sağlanmasını talep ediyoruz ve Batı Şeria'daki “İsrail” ihlallerini reddediyoruz.” (ElCezire Net)

Yorum:

Şayet Gazze’deki az sayıda olan mücahitler, arkasında Batılı kafirler ve onların yöneticilerden oluşan hain tabiileri olduğu halde Yahudi varlığını perişan edip zor duruma sokabildiyse, peki ya Müslüman orduları, yani hepsi değil aksine Mısır ordusu veya Türkiye ordusu ya da Ürdün ordusu gibi onlardan en küçük olanı bile harekete geçseydi nasıl olurdu acaba?!

Orduların hareketi geçmesini engelleyen ana neden, onların, nereye giderse gitsin kâfir Batı ile hareket eden ajanlara bağlı olmalarıdır. Zira Amerika’nın başını çektiği kâfir Batı, Aksa Tufanının başlamasından bu yana bölgeyi ziyaret ediyor ve yöneticilere orduların harekete geçmesini engellemelerini emrediyor. Örneğin Mısır ve Türkiye yöneticileri karşımıza çıkıp -zaman konuşma zamanı olmadığı bilindiği halde!- Gazze meselesinin çözümü hakkında konuştuklarında onların, iki devletli çözüm, uluslararası mahkemelere gitmek ve benzerleri gibi sömürgeci kâfirin çözümleri hakkında konuştuklarına şahit oluyoru. Oysa bu hain ve suç çözümleri, işgalci Yahudi varlığını İslam topraklarından kovana kadar cihat etmek için orduları harekete geçirmek yerine onların varlığını pekiştirmektedir.

Filistin krizi, kâfir Batı'ya sadık olan ve Yahudi varlığı da dahil olmak üzere onun çıkarlarını korumaya aşırı hırs gösteren Müslümanların başındaki yöneticilerden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden hain aşağılık ve utanç verici yöneticileri değiştirmek, Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak ve Gazze, Filistin ve esir Mescid-i Aksa’nın kurtuluşu için ümmetin ordularına liderlik edecek Raşid bir Halifeyi getirmek gerekir.

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ İmam bir kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulaziz Munîs - Kuveyt

Devamını oku...

Birleşik Arap Emirliklerinin Görevi Yahudi Varlığını Şımartmakta Kusur Göstermemektir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Birleşik Arap Emirliklerinin Görevi Yahudi Varlığını Şımartmakta Kusur Göstermemektir!

Haber:

Emirates Leaks web sitesi, 5 Eylül'de yayınlanan bir raporda, Yahudi varlığının ordu bakanı ile BAE hükümetinden bir komite arasında, işgal askerlerinin Gazze’de savaşmaya geri dönmeden önce eğlence amaçlı tatillerini geçirmek üzere BAE’ne düzenli ziyaretler düzenlemesine yönelik bir koordinasyonun olduğu açığa çıkardı.Eğlence programlarında, son iki ay boyunca Dubai’de tatil yapma ayrıcalıklarından yararlanan Yahudi varlığından 5 bin asker de yer almıştır. BAE’nin Yahudi varlığıyla ilişkileri, İbrahim Anlaşmasının imzalanmasından bu yana, Abu Dabi’nin Yahudi varlığının bölgedeki projesine tamamen entegre edilmesi ölçüsünde büyük bir yakınlaşmaya tanık olmuştur.

Yorum:

Aleni bir şekilde normalleşen BAE, hâlâ Allah'a, Rasulü’ne ve müminlere ihanet etmekte ısrarcı olmaya devam ediyor! Zira Gazze’de işlenen katliamları yardımsız bırakıp sessiz kalmakla ve Yemen’deki masumların kanlarının dökülmesine ortak olmakla yetinmedi, aksine buna mukabil Yahudi varlığını, bu suçlu varlığa giden ticari gemilerin Husilerin baskınlarına maruz kaldığı Kızıldeniz’den kurtarıp malların karadan ona ulaşmasını sağladı. Dahası onun yöneticileri, ihanet sayfalarına daha rezil ve aşağılık davranışlar yazmakta ısrar ediyorlar; zira Yahudi askerlerinden oluşan katilleri ve kan emicileri eğlendirerek onların morallerini yükseltiyorlar ve katliam ve soykırım silsilesini yenilenmiş bir mücadele ruhuyla sürdürsünler diye onların azimlerini artırıyorlar!!

Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun ki Müslümanlar için, yöneticilerinin ajanlığı, dolayısıyla aleni bir şekilde normalleşen ile iki devletli çözüme çağrıda bulunan arasında hiçbir fark olmadığı açığa çıkmıştır. Allah’ın fazlı sayesinde bu Ruvaybidaların musibetleri, kaçınılmaz sonu değiştirmeyecektir. Zira mübarek Filistin topraklarında, Müslümanların akidesi yaşamakta olup İsra ve Mirac toprakları ancak bu İslam ümmetinin samimi evlatları tarafından kurtarılacaktır. Zira bu samimi kişiler, vela ve bera (Allah için sevip Allah için buğzetmek) mefhumunu içselleştirmişler, kulluğun sadece Allah’a olacağını anlamışlar ve bu yüzden de Allah için sevip Allah için öfkelenmektedirler. Nitekim Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: أَوْثَقُ عُرَى الْإِيمَانِ الْمُوَالَاةُ فِي اللهِ وَالْمُعَادَاةُ فِي اللهِ وَالْحُبُّ فِي اللهِ وَالْبُغْضُ فِي اللهِ عَزَّ وَجَلَّİmanın en güçlü bağı, Allah için dost olup Allah için düşman olmak, Allah için sevip Allah Azze ve Celle için buğzetmektir.” [Taberani] İşte bu Allah’a kulluk, hükmün sadece Subhanehu’ya olmasını, Müslümanların başındaki yöneticilerin Batı’ya bağımlılıktan ve onun hizmetkârı olmaktan kurtulmasını ve Allah’ın şeriatını tatbik edecek, hadleri uygulayacak ve orduları cihattaki gerçek rollerine geri döndürecek bir devletin kurulmasını gerektirir; böylece Filistin ve işgal altındaki diğer Müslüman ülkeler kurtulacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Durra El-Bakuş

Devamını oku...

Gazze’deki Soykırım Savaşı Görüşmelerinden Ne Bekleniyor?

Soru Cevap

Gazze’deki Soykırım Savaşı Görüşmelerinden Ne Bekleniyor?

Soru: Yahudilerin Gazze’ye yönelik saldırıları on ayı aşkın bir süredir devam ediyor. Soykırım savaşı katliamları da halen sürüyor. Bu arada görüşmeler yapılıyor, katliamları durdurmak için anlaşmalar yapılıyor, ancak Yahudiler bunları reddediyorlar. Hatta El Arabiya’nın 3 Eylül 2024 tarihinde bildirdiğine göre Mısır’ın kırmızı çizgi olarak gördüğü Selahaddin Koridorundan bile vazgeçmeyi kabul etmiyorlar. Biden yönetimi, bu katliamların yanı sıra bu müzakerelere de sponsorluk yapmakta ve katliamlar devam ederken çözüme müzakereler yoluyla ulaşılacağı yaygarasını yaymaktadır! Peki bu soykırım savaşı görüşmelerinden ne gibi bir sonuç beklenebilir? Bu saldırganlığı desteklemede Amerika’nın rolü nedir? Amerika, açıkladığı iki devletli çözüm konusunda ciddi mi? Bu saldırı nasıl sona erdirilebilir ve Filistin, eskiden olduğu gibi nasıl tamamen halkına geri iade edilebilir? Soru biraz uzun oldu. Onun için özür dilerim...

Cevap: Yukarıdaki soruların cevabını netleştirmek için aşağıdaki hususlara bir göz atılması gerekir:

Birincisi: Soykırım savaşı görüşmeleri, sonuçları ve Amerika’nın bu konudaki rolü:

1- 22 Mart 2024 tarihinde yayımladığımız soru cevapta şöyle demiştik: “Savaşı, kelimenin tam anlamıyla bir soykırım savaşıdır... Hem Amerikalı hem de Avrupalı Batı’nın ve onların yandaşlarının desteğinden de cesaret aldı. Batılı liderler, Gazze’ye karşı yürüttüğü soykırım savaşında Yahudi varlığına kayıtsız şartsız destek verdiklerini göstermek için Yahudi varlığına akın ettiler... Arap ve İslam beldelerindeki rejimlerin sessizliği de onu cesaretlendirdi. Bazıları, Gazze halkını desteklemek için orduları seferber etmek yerine mücahitlerin saldırısını kınadı ve hiçbir şey olmamış gibi Yahudi varlığıyla ilişkilerini sürdürdüler. Eski ve yeni normalleşen ülkeler, düşmanla normalleşmeye devam ettiler, ilişkileri kesmediler, normalleşme ihanetinden vazgeçmediler. Mısır rejimiyle Camp David, Ürdün rejimiyle Vadi Araba ve diğer antlaşmalar gibi Yahudi varlığı ile yapılan antlaşma ve sözleşmeleri iptal etmediler. Başka bir deyişle, asgari savaş durumuna bile geçmediler...” Böylece Netanyahu hunharca vahşet işledi. 1 Nisan 2024’te Şam’daki İran Büyükelçiliği kompleksindeki konsolosluk binasına hava saldırısı düzenledi. Yahudi devleti bununla da yetinmeyip, İran ve partisini daha da küçük düşürdü. 30 Temmuz akşamı, Lübnan’ın başkenti Beyrut’a düzenlediği hava saldırısında İran partisinin üst düzey komutanlarından Fuad Şükrü’yü hedef aldı... Bir gün sonra 31 Temmuz’da İran’ın başkenti Tahran’ın göbeğinde Hamas lideri İsmail Haniye’ye suikast düzenledi... Ve bu, Yahudi varlığına şeytanın vesvesesini unutturacak sert bir misillemede bulunulmadan gerçekleşti!

2- Ardından Amerika, girişimler başlattı. Yetkilileri, özellikle Filistin’e komşu Müslüman ülkelerdeki yöneticileri, Gazze Şeridi’ni desteklemek için ordularını seferber etmekten alıkoymak ve böylece Yahudi varlığının Filistin halkına yönelik katliamlarını kolaylaştırmak için bölgeye ziyaretler gerçekleştirdiler... Bu bağlamda 31 Mayıs 2024’te Biden, hastalıklı bir girişim açıkladı. 10 Haziran 2024’te Amerikan himayesindeki Güvenlik Konseyi, Gazze’de ateşkes ilan edilmesini öngören teklifi kabul etti... Amerika daha sonra müzakerelerde bulunmak, değişiklikler ve düzenlemeler yapmak için tarafları bir araya topladı. Bunlar, bir oraya bir buraya gidip geldiler. Müslüman ülkelerdeki Ruveybida yöneticileri ise savaşı genişletmemek bahanesiyle Gazze’yi desteklemeye yanaşmadılar. Gözleri önünde katliamlar devam etti! Aynı zamanda Amerika, Yahudi saldırısını tam anlamıyla desteklemeyi, katliamlarını meşrulaştırmayı ve geçmişte olduğu gibi şimdi de ona her türlü silah desteğini sürdürdü. 13 Ağustos 2024 tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı yaklaşık 20 milyar dolarlık ölümcül silah satışını onayladığını duyurdu. Yahudi varlığı Başbakanı Netanyahu, zafer sarhoşluğu içinde, bunu katı tutumlarına mutlak bir destek olarak değerlendirdi ve Amerika’nın desteğinin veya silah sevkiyatının kesintiye uğramayacağını belirtti.

3- Ve öyle de oldu. Biden, Dışişleri Bakanı Blinken’i, Yahudilerin Gazze’ye yönelik saldırısından bu yana dokuzuncu kez orta doğuya gönderdi. Blinken orta doğu turu kapsamında Mısır’ı ziyaret etti. Ertesi gün, 19 Ağustos 2024 tarihinde, Yahudi Başbakanı Netanyahu ile bir araya geldi ve sinsi bir şekilde “ABD, “İsrail”in Gazze’de uzun süreli işgalini kabul etmediği konusunda çok net” dedi. Bu esnek bir kelime olduğundan bu sürenin ne kadar süreceği bilinmiyor. Bu, belirsiz ve esnek bir ifade, uzun olmayan sürenin ne kadar olduğu belli değil. Blinken, kandırmaya devam ederek, “Geçen hafta Katar’ın başkenti Doha’da Gazze’de ateşkes ve esir takasına ilişkin aradaki boşlukları kapatacak yeni anlaşma teklifi sunduklarını ve Netanyahu’nun bunu kabul ettiğini belirtti ve anlaşmayı Hamas’ın kabul etmesi gerektiğini dile getirdi.” (19.08.2024 Reuters) New York Times gazetesi 20 Ağustos 2024 tarihinde müzakerelerin seyrini bilen yetkililere dayandırdığı haberinde, “ABD’nin yeni teklifine göre “İsrail” askerlerinin sayıları azalsa da bu sınır bölgesinin (Philadelphia Koridoru) bir kısmında devriye atmaya devam edebileceği” belirtildi.

4- Beyaz Saray, 21 Ağustos 2024 akşamı ABD Başkanı Biden’ın Netanyahu ile telefon görüşmesi yaptığını belirtti ve Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Görüşmede, İran’dan kaynaklanan tehditlere karşı “İsrail”e destek olmak için ABD’nin gösterdiği çabalar da ele alındı. Bu tehditlerin arasında İran’ın vekil “terör” örgütleri olarak nitelendirilen Hamas, Hizbullah ve Husiler de yer alıyor. ABD’nin savunma amaçlı askeri konuşlandırmaları da konuşulan konular arasındaydı.” (22.08.2024 Monte Carlo Doualiya) Bir Amerikalı yetkili, görüşme öncesinde, Mısır ile Gazze arasındaki Philadelphia Koridoru’nda Yahudi varlığı askerlerinin bulundurulması ile ilgili yeni talebini hafifletmesi için Biden’ın Netanyahu’ya baskı yapmasının beklendiğini belirtti. Netanyahu, yaklaşık 14 km uzunluğunda ve bazı bölgelerde 100 metre genişliğe ulaşan, Gazze ile Mısır arasındaki sınır boyunca uzanan ve Selahaddin Koridoru olarak adlandırılan bu bölgeden geri çekilmeyi reddediyor. Mısır, Yahudi varlığının koridor üzerindeki kontrolünü, 1979 yılında ABD himayesinde imzalanan kötü şöhretli Camp David Anlaşması’nın ihlali olarak görüyor ve Yahudi varlığını, geçen mayıs ayında kontrolünü ele geçirdiği bu bölgede çekilmeye çağırıyor. Amerika’nın bu tutumu, şımarık çocuğu Netanyahu’nun Amerika’nın eylemsiz sözlerle manevra yaptığını anlamasını sağladı. Yoksa ABD, Yahudi varlığı üzerinde muazzam bir etkiye sahiptir. Çünkü bu varlık ABD’nin ekonomik ve askeri yardımlarına ve mühimmatına bağımlıdır. ABD, baskı yapma konusunda ciddi olsaydı, Yahudi varlığı hiçbir direniş göstermeden karşılık verirdi...

5- Ve müzakereler 24 Ağustos 2024’te Kahire’de başladı. Müzakerelere, ev sahibi Mısır heyetinin yanı sıra CIA Direktörü William Burns, Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed Abdul Rahman El Sani ve Yahudi varlığından bir heyet katıldı. Hamas heyeti Kahire’de olmakla birlikte müzakerelere doğrudan katılım göstermedi. Resmi heyetler, Netanyahu’nun inatçılığı ve Selahaddin Koridoru’ndan çekilmeyi reddetmesi nedeniyle 25 Ağustos 2024 tarihinde herhangi bir anlaşmaya varamadan Kahire’den ayrıldı. 25 Ağustos 2024 tarihinde Anadolu Ajansı, ismini açıklamak istemeyen üst düzey bir Hamas yetkilisinden aktardığına göre, Hamas’ın 2 Temmuz’da ABD Başkanı Biden tarafından açıklanan ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen ateşkes teklifine bağlı olduğunu belirtti ve Hamas’ın, halkımızın en yüksek çıkarlarını gerçekleştirmek ve onlara yönelik saldırıyı durdurmak amacıyla üzerinde 2 Temmuz’da mutabakata varılan hususları uygulamaya hazır olduğunu teyit etti.” Ancak Netanyahu, Amerikan başkanlık seçim sonuçlarını görene kadar herhangi bir anlaşma yapmaya yanaşmamaktadır ve Biden yönetimi ve Demokratlara kıyasla Netanyahu ve Yahudi varlığına sınırsız destek vaadinde bulunan Cumhuriyetçilerle iletişim halindedir... Netanyahu, 26 Temmuz 2024 tarihinde Washington’a yaptığı ziyaret sırasında Trump ile görüştü. Trump ve Kongre’deki Cumhuriyetçilerin tam desteğini aldı. Kongre’de 53 dakikalık konuşması boyunca sürekli ayakta alkışlandı. Netanyahu, görüşmesinde kendisine tam destek sözü veren, iki devletli çözüm fikrinden vazgeçen Trump’ın iktidara gelmesi üzerine bahis oynuyor. Trump, Suudi rejimine Yahudi devleti ile normalleşme talimatı verecek ve ardından diğer rejimler de Yahudi devleti ile normalleşme yarışına gireceklerdir. Bu yüzden Netanyahu’nun Amerikan seçim sonuçları belli olana kadar bahislerine devam etmesi bekleniyor...

6- Netanyahu’nun düzenlediği bir basın toplantısında söyledikleri, Amerikan seçim sonuçları belli olana kadar şartlarındaki katı duruşunu ve oyalama taktiklerini sürdüreceğini vurguluyor. 3 Eylül 2024 tarihinde El Arabiya’nın aktardığına göre Netanyahu, “Şer eksenine karşı savaşta, Hamas’a karşı bu özel savaşta kuzeyde 4 hedef belirledik: Hamas’ı ortadan kaldırmak, rehineleri geri getirmek, Gazze’nin artık “İsrail” için bir tehdit oluşturmamasını sağlamak ve kuzey sınırındaki sakinlerimizi güvenli bir şekilde geri getirmek. Bu hedeflerden 3’ü tek bir yerden geçiyor: Philadelphi Koridoru. Bu Hamas’ın oksijen ve silah boru hattıdır. Bu nedenle Philadelphi Ekseni’ni kontrol etmeliyiz...” dedi.

İkincisi: Amerika’nın iki devletli çözüm konusunda ciddi olup olmadığı meselesine gelince:

1- Amerika’nın, Müslüman ülkelerdeki ajan yöneticileri, propagandasını yapmaları için seferber ettiği iki devletli çözüm projesi önerisi, sadece bir aldatmaca ve kelime oyunundan ibarettir. Çünkü Amerika, Filistinlilere tam anlamıyla bir devlet değil, daha çok bir tür özerklik ya da bunun altında bir çözüm sunmaktadır! ABD Başkanı Joe Biden, dün (Cuma) gazetecilere yaptığı açıklamalarda, “İki devletli çözümün farklı modelleri var. Birleşmiş Milletler üyesi olan, ama bir ordusu bulunmayan birçok ülke var.” dedi. (04.01.2024 El Cezire) Yani Biden ordusu bulunmayan bu tür devlet modellerinden bahsetmektedir! Yahudi varlığı, tıpkı diğer devletlerde olduğu gibi gerçek egemenliğe sahip bir devlet modelini reddetmektedir. El Cezire’nin 18 Temmuz 2024 tarihinde bildirdiğine göre, ““İsrail” Parlamentosu Knesset’i, dün akşam yaptığı oylamada konsey tarihinde ilk kez bir Filistin devletinin kurulmasını reddeden bir kararı kabul etti.” Yahudiler, Amerika’nın kendilerini terk etmeyeceğini, çünkü varlıklarının Amerika’nın bir eseri olduğunu, İslam ve Müslümanlarla savaşmak için Müslüman ülkelerin kalbindeki ileri karakolu olduklarını, kendisini bir Siyonist olarak gören ve Yahudi varlığını savunmayı dini inancının bir gerekliliği olarak addeden ABD Başkanı Biden’ın kendilerine kişisel olarak sempati duyduğunu biliyorlar. Yönetimin etkili isimlerden ve dış politikanın uygulayıcılarından biri olan Dışişleri Bakanı Blinken da dış işleri bakanı olmadan önce Yahudi olması nedeniyle Yahudi varlığının en hararetli savunucusunu olduğunu açıkladı. Hatta Biden, bir Yahudi topluluğu ile yaptığı toplantıda, yönetiminin Yahudi varlığı ve Yahudilere verdiği desteğin boyutunu kanıtlamak için, başkan yardımcısı ve başkan adayı Kamala Harris’in eşinin bile Yahudi olduğunu, başkan yardımcısı iktidara geldiğinde Yahudileri ve Yahudi varlığını desteklemeye devam edeceğini söyledi. Eğer seçimlerde Trump zafer elde ederse, Yahudiler ve Yahudi varlığını desteklemek için Demokratlar ile yarışacaktır. İşte bundan dolayı Yahudi varlığı tüm bu desteğe güvenip, taşkınlıklarına ve suçlarına devam etmektedir...

2- iki devletli çözümle ilgili olarak açıklığa kavuşturulması gereken bir diğer konu da şudur:

A- Değişmez gerçeklerden biri de şudur ki, Filistin, Mübarek Topraktır, İslam toprağıdır, Allah’ın mübarek kıldığı Mescid-i Aksa toprağıdır.

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ  “Kulunu bir gece Mescidi Haram’dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir.” [İsra 1] Bu yöneticilerin savunduğu iki devletli çözüm, Allah’a, Rasûlüne ve müminlere ihanettir. Zira İslam toprağı, Müslümanlar ile düşmanları arasında paylaşılmayı asla kabul etmez... Yahudilerin bu topraklarda egemenliği olamaz. Bu topraklarda iki devletli çözüme yer yoktur. Nasıl ki Ömer bin Hattab bu toprakları fethettiyse, nasıl ki Raşid Halifeler bu toprakları koruduysa, nasıl ki Selahaddin Eyyubi bu toprakları kurtardıysa ve nasıl ki Sultan Abdülhamid bu toprakları Yahudilerden koruduysa, Allah’ın samimi askerlerinin gayretleriyle bu topraklar yine geri alınacaktır.

B- İki devletli çözüm ile ilgili şer’i hüküm budur. Yani bu çözüm, Filistinlilere 1967 sınırları içinde, Filistin’in yaklaşık %20’sinde bağımsız bir devlet verilmesi ve %80’inden vazgeçilmesi anlamına gelse bile, dediğimiz gibi bu, büyük bir günahtır, Allah’a, Rasûlüne ve müminlere ihanettir. Peki teklif edilen şey özerklik veya daha az olduğunda nasıl olur? Kuşkusuz bu, ihanetten öte bir ihanet ve büyük bir suçtur. Bu suçu işleyenler, dünyada utanç, zillet ve aşağılanmaya, ahirette ise şiddetli azaba uğrayacaklardır.

سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ  “Suç işleyenlere, yapmakta oldukları hilelere karşılık Allah tarafından aşağılık ve çetin bir azap erişecektir.” [Enam 124]

Üçüncüsü: Bu saldırganlığın nasıl sona erdirileceğine ve Filistin’in nasıl tamamen halkına iade edileceğine gelince:

1- Bu mesele, İslam’da açık ve nettir. Eğer kafirler, herhangi bir Müslüman ülkesine saldırır, işgal eder ve halkını çıkarırlarsa, düşmana karşı şiddetle bir savaş yürütmek, düşmanı ortadan kaldırmak ve ülkeyi eksiksiz bir şekilde İslam beldesi olarak geri halkına iade etmek farzdır... Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَأَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ   “Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın.” [Bakara 191]

فَإِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ  “Eğer onları savaşta yakalarsan, bunlar(a vereceğin ceza) ile arkalarındakileri de dağıt ki ibret alsınlar.” [Enfal 57] Hatta herhangi bir İslam ülkesi işgal edilmeksizin saldırıya uğrasa bile bu saldırıyı geri püskürtmek farzdır.

فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى عَلَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ  “O hâlde kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın, (fakat ileri gitmeyin). Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” [Bakara 194] Aklı başında iki insan, Müslümanların işgal altındaki topraklarının geri alınması ve saldırının püskürtülmesi gerektiği konusunda ihtilaf etmez. Bu mesele, Allah’ın Kitabında, Peygamberimiz Sallallahu aleyhi ve Sellem’inSünnetinde ve sahabenin icmasında açık ve nettir. Ayrıca Yahudi varlığı, kendi başına ayakta duramaz, çünkü savaş ehli değildir, Aziz ve Kaviyy olan Allah’ın buyurduğu gibi insanların ipine tutunmadan ayakta kalamazlar:

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُوا إِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ  “Allah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara alçaklık damgası vurulmuştur” [Al-i İmran 112] Allah’ın ipini kestiler. Geriye yalnızca Amerika, Avrupa ve Müslüman ülkelerdeki hain ve ajan yöneticilerin ipi kaldı. Bu yöneticiler, acımasız Yahudi saldırganlığı karşısında parmaklarını bile oynatmadılar. İçlerinden en aklı başında olanları ise, şehit ve yaralıları sayanlardır.

2- Yahudi varlığı, savaş ve zafer ehli değildir. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

لَنْ يَضُرُّوكُمْ إِلَّا أَذًى وَإِنْ يُقَاتِلُوكُمْ يُوَلُّوكُمُ الْأَدْبَارَ ثُمَّ لَا يُنْصَرُونَ  “Onlar incitmekten başka size bir zarar veremezler. Sizinle savaşa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” [Al-i İmran 111] Gördüğünüz gibi sayı ve donanımca çok çok daha az bir avuç mümin gence karşı savaştıkları halde bugüne kadar zafer elde etmiş değillerdir. Eğer Müslüman orduları, üstelik tümü değil, yalnızca Filistin’i çevreleyen hatta onlardan bazıları bile harekete geçse, Yahudi varlığı tamamen yok olup tarihe karışacaktır... Ancak sorun, bugün Müslüman ülkelerdeki mevcut devletlerdir. Bu ülkelerin yöneticileri, İslam ve Müslümanların düşmanı olan sömürgeci kafirlerin dostudurlar. Yahudilerin Filistin’i işgalini, işledikleri vahşet ve katliamları görüyor ve duyuyorlar, ancak sanki görmüyor ve duymuyorlarmış gibi davranıyorlar.

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَ  “Onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple akletmezler.” [Bakara 18] Müslümanların en büyük felaketi, yöneticilerdir; çünkü bugüne kadar orduları, Haşim Gazze’deki kardeşlerine yardım etmekten alıkoydular. Şehit sayısı yaklaşık 41 bin, yaralı sayısı ise 95 bine ulaştı... Yöneticiler, olup biteni sadece izlemekle yetiniyor. İçlerinden en aklı başında olanları ise, sanki tarafsız bir tarafmış gibi şehitlere ölü diyenler ve yaralıları sayanlardır ama durumları Yahudilere daha yakındır!

Dördüncüsü: Kalbi olan yahut hazır bulunup kulak veren kimseler için bir hatırlatma olarak şu iki hususla dile getirerek bitiriyorum:

1-      22 Mart 2024 tarihli soru cevapta şöyle demiştik:

1- “Bilindiği üzere, İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un 2 Kasım 1917 tarihinde Lord Rothschild’e gönderdiği mektupta yer alan Balfour Deklarasyonu, İngiliz hükümetinin Filistin’de Yahudiler için bir ulusal yurt kurulmasını desteklediğini içeriyordu. Bu vaat, Osmanlı Hilafetinin Birinci Dünya Savaşı’nda bazı Arap ve Türk liderlerin ihaneti sonucu yenilgiye uğradığı son günlerde verilmişti... Bundan yıllar önce 18 Mayıs 1901’de İngiliz destekli Siyonist derneklerin temsilcisi Herzl, Osmanlı Hilafetinin mali sıkıntısından faydalanarak, Halife Abdülhamid’e, Yahudilere Filistin’de toprak verilmesi karşılığında Hilafetin dış borçlarını ödemek için büyük miktarda para teklif etmişti. Ancak Halife Abdülhamid, Herzl’in tekliflerine kızarak Herzl’e oldukça güçlü ve bilgeli şu cevabı vermişti: “Ben bir karış dahi olsa size İslam toprağı satmam. Zira bu topraklar bana değil, İslam ümmetine aittir. Müslümanlar bu toprakları kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır... Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün Hilafet Devleti parçalanırsa, o zaman onlar Filistin’i karşılıksız da elde edebilirler. Ben daha sağ iken bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade edemem...” Halife, basiret ve feraset sahibi biriydi, ileri görüşlüydü. (H.1342-M.1924) yılında Arap ve Türk hainler, İngiltere ile iş birliği yaparak Hilafeti ilga edince, Filistin bedelsiz olarak Yahudilere verildi! Ardından Abdülhamid’in -Allah ona rahmet etsin- öngördüğü şey gerçekleşti ve Hilafetin kaldırılması, Filistin’de mutant Yahudi varlığının kurulmasının fiili başlangıcı oldu...

2- Bugün, Müslüman ülkelerdeki işbirlikçi yöneticilerin sömürgeci kafirlerin peşinden gitmeleri ve Filistin’e, İslam’ın toprağına, Allah’ın etrafını mübarek kıldığı Mescid-i Aksa toprağına ihanet etmeleri, bu Ruveybida yöneticilerin yok olmalarına neden olacaktır. İslam Devleti Raşidi Hilafet, Allah’ın izniyle geri gelecektir. Yahudilerle savaş ve işgallerinin ortadan kaldırılması, Allah’ın izniyle mutlaka vuku bulacaktır. Zira Müsnedi Ahmed’de Huzeyfe’den rivayet edildiğine göre es-Sâdiku’l-Masdûk (doğru ve doğrulanan) SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

ثُمَّتَكُونُخِلَافَةًعَلَىمِنْهَاجِالنُّبُوَّةِ  Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.” Aynı şekilde Buhari de Abdullah bin Ömer’den (Allah her ikisinden de razı olsun) şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim:

تُقَاتِلُكُمُالْيَهُودُفَتُسَلَّطُونَعَلَيْهِمْ  Yahudiler sizinle savaşacaktır! Fakat neticede siz onlara musallat kılınacaksınız!” Müslim ise bu hadisi İbn Ömer’den, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den şu lafızla rivayet etmiştir:

لَتُقَاتِلُنَّالْيَهُودَفَلَتَقْتُلُنَّهُمْ  Yahudilerle savaşacaksınız ve onları alabildiğine öldüreceksiniz.” Sonra yeryüzü Allah’ın zaferiyle aydınlanacaktır.

وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ  “O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

H.01 Rabiul Evvel 1446
M.04 Eylül 2024

Devamını oku...

Yemen’de Bakım Örümcek Ağından Daha Zayıf

31 Ağustos 2024 Cumartesi günü yoğun yağışların neden olduğu seller, Zemar ilinin Vesab Es-Sefil ilçesindeki Beni Musa “El-Cerf” bölgesinde 27 kişinin hayatını kaybetmesine, 8 kişinin yaralanmasına ve 2 kişinin kaybolmasına yol açtı. Medya organları, sellerin ayrıca 15 evin yıkılmasına, Vadi El Ahşab bölgesindeki 8 evde hasara yol açmasına, 4 aracın, 2 motosikletin ve bir dükkânın sürüklenmesine neden olduğunu bildirdi. Bir süre önce Birleşmiş Milletler, 27 Ağustos 2024 Salı günü Mahvit vilayetini vuran sellerin, 41’den fazla kişinin ölümüne ve kaybolmasına neden olduğunu ve yaklaşık bin ailenin etkilendiğini açıkladı. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, felaketin şiddetli yağışlar ve Melhan ilçesindeki üç barajın patlaması sonucunda meydana geldiğini belirtti.

Ağustos ayı başından bu yana ülkenin farklı bölgelerine yağan yağmurlar, 120’den fazla kişinin ölümüne ve özellikle göçmen kamplarında, vadi ve ova bölgelerinde yaşayan yaklaşık çeyrek milyon insanın zarar görmesine neden oldu. Ayrıca Yemen’in birçok vilayetinde evler, mülkler, tarım alanları ve yollar büyük hasar gördü. Bu felaketler, zaten zorluklar içinde olan Yemen halkının acılarını daha da artırmaktadır ve Müslümanlar, Allah’ın şeriatını uygulayan bir devlet olmadan yaşamaya devam ettikleri ve halkın başında batıya hizmet eden suçlu yöneticiler olduğu sürece bu sıkıntılar devam edecektir. Bu yöneticilerin yalnızca kan döktüklerini, servetleri yağmaladıklarını, koltuk uğruna mücadele ettiklerini, sömürgeci kafir batının çıkarlarına hizmet etmek için ülkeyi ve insanları sattıklarını gördük.

Yemen halkı, Mahvit ilinin Melhan ilçesindeki Hemdan bölgesinin sakinlerinin resmi yetkililerden yardım çağrılarını izledi. Ancak bu çağrılar, insanların yaşadığı felaketlere karşı ilgisizlik ve kayıtsızlık olarak karşılık buldu. Felaketten iki gün sonra Sana’daki SABA Haber Ajansı başkanı, yolların kapalı olması nedeniyle bölgeye hâlâ ulaşılamadığını belirtti. Bu açıklama, insanların canları ve malları konusundaki ihmalkârlığın hangi boyuta ulaştığını gözler önüne seriyor. Kurtarma, barınma ve acil yardım görevleri tamamen toplumsal inisiyatife bırakılmış durumda! Tüm imkanlarıyla bir devletin, felaketzedelere yardım ulaştıramaması akla mantığa sığar mı?

Sana yönetiminin topladığı vergilerin haddi hesabı yok. Artık hiçbir devlet kurumu hizmet odaklı değil, hepsi gelir getiren kurumlar haline geldi. Aynı şekilde, sözde meşru bölgeler de kaynaklara ve servetlere sahiptir, ancak bunlardan yalnızca yetkililer ve nüfuz sahibi kişiler faydalanmaktadır. Bu yöneticilerin, önceki yöneticiler gibi en belirgin sloganı, yönetimin bir ganimet (güç ve servet) olduğudur. Haksız ve haram vergiler gibi batıl yollarla insanların mallarını yiyorlar, ümmetin kaynaklarını halktan mahrum bırakıyorlar. Amaçları, karınlarını ve ceplerini doldurmak olup, halkın çektiği sıkıntılara ve acılara aldırış etmiyorlar. Nereye giderseniz gidin, en basit konularda bile bir ilgi veya bakım bulamazsınız. Bu yöneticiler, halkın işlerini gözetmenin kendi sorumlulukları olduğunu göz ardı ediyorlar. Görevleri barajları korumak, yolları açmak, onarmak, sel yataklarında yaşayan insanları güvenli bölgelere taşımak, altyapıyı sağlamak, sağlık ve hizmet bakımını temin etmektir...

İslam’da bir yönetici, ümmetin koruyucusu ve hizmetkârı olmalıdır. İbn Ömer’den (Allah her ikisinden de razı olsun) rivayet edildiğine göre, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

فَالْأَمِيرُالَّذِيعَلَىالنَّاسِرَاعٍوَهُوَمَسْئُولٌعَنْهُمْ“İman çobandır ve güttüklerinden sorumludur.” [Buhari] Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem bizim için en güzel ve en ideal örnektir. Buhari’nin Enes’ten rivayet ettiğine göre,

كان النبِيُّ ﷺ أحسنَ الناسِ وأَجْوَدَ الناسِ وأَشْجَعَ الناسِ، ولقدْ فَزِعَ أهلُ المدينةِ ذاتَ ليلةٍ فانطلقَ الناسُ قِبَلَ الصَّوْتِ فَاسْتَقْبَلهُمُ النبيُّ ﷺ قد سَبَقَ الناسَ إلى الصَّوْتِ وهوَ يقولُ: «لَنْ تُرَاعُوا لَنْ تُرَاعُوا»، وهوَ على فَرَسٍ لِأَبي طلحةَ عُرْيٍ ما عليهِ سَرْجٌ، في عُنُقِهِ سَيْفٌ، فقال: «لَقَدْ وَجَدْتُهُ بَحْراً أَوْ إِنَّهُ لَبَحْرٌ “Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem insanların en iyisi, en cömerdi ve cesuru idi. Bir gece Medine halkı yüksek bir ses duyarak korkmuş ve sesin geldiği tarafa doğru gitmişlerdi. Bir atın üstüne atlayarak hepsinden önce sesin geldiği yöne atını süren Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise dönerken onlara rastlamış ve boynunda kılıcı onları “Korkmayın, korkmayın!” diye teskin etmiş ve at için de: “Onu pek süratli buldum” buyurmuştur.

Ey Müslümanlar! İnsanlığı zalimlerin ve despotların kötülüklerinden kurtarmanın tek yolu, İslam’ın uygulanabilir bir sistem olarak hayata geri dönmesidir. İslam, tüm insanlığın ihtiyaçlarını karşılayan, özellikle de Müslümanların işlerini gözeten ilahi bir sistemdir ve gerçek anlamda bakım ve koruma sağlayan yegâne sistemdir.

Devamını oku...

Husilerin Ekonomik Projesizlik Işığında Sözleşmeli Tarım Çiftçileri Ezen, FAO’nun Kontrolünü Güçlendiren ve Yemen’de Hububatta Kendi Kendine Yeterliliği Sağlamayan Büyük Bir Tehlikedir

Tarım, Balıkçılık ve Su Kaynakları Bakanı Dr. Rıdvan el-Rubai, 26 Ağustos 2024 Pazartesi günü tarımsal kooperatif birliklerinin temsilcileri ve uzmanlarla bir istişare toplantısı düzenledi. Toplantıda, sözleşmeli tarımın, tarımsal ürünlerin pazarlanmasında etkili ve gelişmiş bir yöntem olarak oynadığı hayati rol ele alındı.

Tarım Bakanı, bakanlığındaki değişim ve yapılanma programının açılışını yaparken, Başbakan Ahmed Galip El Rahvi, 24 Ağustos 2024 Cumartesi günü stratejik ürünlerin yokluğunda nakit ürünler, nar, elma, üzüm ve hurma ile bir kutlama yaptı. Biz, değişim ve yapılanma bakanlığının ilk ayındayız.

Sözleşmeli tarım, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından ortaya atılan bir terimdir. Dünya Gıda Örgütü (FAO) sözleşmeli tarımı, tarımsal ürünün üretici veya üreticilerin üretim veya pazarlanmasını tesis eden, alıcı ve üretici arasında bir anlaşmaya göre yürütülmesi olarak tanımlamaktadır. Ürünlerin alıcı tarafından belirlenen kalite standartlarını karşılaması ve yine alıcının belirlediği zamanda teslim edilmesi gerekmektedir. Karşılığında, alıcı ürünü satın alma taahhüdünde bulunur ve bazı durumlarda, örneğin üretimi desteklemek için tarımsal girdilerin temin edilmesi, arazi hazırlığı ve teknik danışmanlık sağlanması gibi ek destekler de sunabilir.” Toplantıya katılan uzmanlar kimler? FAO’nun temsilcileri değil mi? Yemen’deki tarımı sıkı kontrol altında tutan FAO değil mi? Bunu Yemen’in projelerini onaylayarak, tarım politikasını yönlendirerek, bünyesinde Tarım Bakanlığı yöneticilerini istihdam ederek yapmıyor mu?

Sözleşmeli tarım, bazılarının sandığı gibi kendi kendine yeterliliği sağlamaz, aksine, FAO ve sınır ötesi finansal kuruluşların dış kontrolünü pekiştirir. FAO’nun kontrolü, tarımsal girdileri; genetiği değiştirilmiş tohumları Yemen dışından temin etmek, teknik danışmanlık sağlamak ve ardından tarımsal ürünü taze bir şekilde pazara sunmak bahanesiyle tarım sezonunu erken, ana ve geç olmak üzere üç aşamaya bölerek tarımsal ürünleri yönlendirmek şeklinde gerçekleşmektedir.

Sözleşmeli tarım, birden fazla açıdan şeriata aykırıdır. Birincisi: Bir tarafın emek ortaya koyduğu, ikinci tarafın birinci tarafın mahsullerini satın aldığı, üçüncü tarafın ise tefeci krediler sağladığı üç taraf arasında yapılan bir sözleşmedir. İkincisi: Sözleşmeli tarım, henüz ekilmemiş olan tarımsal ürünlerini iş dünyasına satarak, sahip olmadığı bir şeyi satmak anlamına gelir. Üçüncüsü: Bankaların çiftçilere sunduğu kısa vadeli bir faizli kredi uygulamasıdır.

Yemen’de sözleşmeli tarım başlayalı dört yıl oldu, ama gıda ihtiyacımız hala dış ithalata bağımlı durumda. Sözleşmeli tarımla kendi kendine yeterlilik hiçbir zaman sağlanamayacaktır. Kendi kendine yeterlilik, ancak ve ancak faizli işlemlerin reddedilmesiyle, toprağa, insana ve hayvana zarar veren tohumlar da dahil olmak üzere zararlı fikirleriyle sınırlar ötesinden gelen sömürgecilerin reddedilip sınır dışı edilmesiyle ve Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet aracılığıyla İslam sistemlerinin uygulanmasıyla mümkün olacaktır. Hilafet hem yeryüzü sakinlerini hem de gökyüzü sakinlerini memnun edecek, böylece gökyüzü indirmedik bir damla yağmur, yeryüzü de çıkarmadık bir nimet bırakmayacaktır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” [Kasas 77]

Devamını oku...

Boykot Farzdır, Ancak Bir Çözüm Değil, İnsanları Yapmaları Gerekeni Yaptıklarına İnandıran Bir Yanılsamadır

Tartışmalı bir açıklama yapan El-Ezher, Filistinlilerin kanını ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere İslami kutsalları korumak amacıyla Yahudi ürünlerine yönelik boykotu yeniden aktifleştirmek için tüm siyasi, diplomatik ve halksal imkanları seferber etmeye çağırdı. Bu çağrı, Filistin topraklarındaki olayların tırmandığı bir dönemde yapıldı ve bu önlem, Filistin halkının devam eden sıkıntılarına destek olmak için atılması gerekli bir adım olarak nitelendirildi. El-Ezher, boykotun, işgal üzerinde baskı oluşturabilecek en belirgin halk direnişi biçimlerinden biri olduğunu vurguladı. Açıklamada, Filistinlilerin maruz kaldığı ihlaller karşısında duyulan derin endişe dile getirilerek, haklı davalarında küresel dayanışmanın ne kadar önemli olduğuna vurgu yapıldı. El Ezher alimleri, boykotun aktifleştirilmesinin İslam ümmetinin Filistin davasının yanında yer almaya ne kadar istekli olduğunu gösteren açık bir mesaj olduğunu belirtti. El-Ezher, bazı hükümetlerin Filistin davasını destekleyen İslami kurumlar ve ülkelerle işbirliğini güçlendirme çabalarını yoğunlaştırmasının gerekliliğine dikkat çekti. (01.09.2024 https://www.ghadnews.net/)

Filistin meselesi, başta Mısır olmak üzere, tüm ümmet için merkezi bir meseledir. Mısır, Mübarek Toprağın koruyucu kalkanı olmuştur, Selahaddin Eyyubi, Haçlıların onlarca yıl süren işgalinden Mescid-i Aksa’yı kurtarmak için Mısır’dan hareket etmiştir. İşte Mübarek Toprak, Yahudiler tarafından işgal edilmiş, İslam’ın kutsallıkları kirletilmiş ve halkımızın kanı acımasızca akıtılmıştır. İşgal, 7 Ekim 2023 tarihinde başlamadı, kirli ayaklarını Mübarek Toprağımıza ayak bastıkları ilk günden itibaren başladı. Peki, neden zaman zaman boykot çağrıları yapılıyor? Ümmet, boykottan başka bir şey yapamaz mı? Boykot işe yarar mı? Ümmetin, Filistin’deki kardeşlerimize karşı yapması gereken nedir?

Boykot, Müslümanlar üzerine farzdır. Yahudi varlığıyla herhangi bir ticari, siyasi veya kültürel ilişki kurmak caiz değildir, çünkü o, fiilen savaş halinde olan ve Mübarek Toprak Filistin işgalcisi bir devlettir. Her ne kadar Yahudi varlığını boykot etmek farz olsa da bu zayıfların başvurduğu bir yoldur. Oysa genel olarak ümmet, özel olarak Mısır halkı, Yahudi varlığını bir saat içinde yok edebilecek güce sahiptir. Mısır halkının boykotu, onlardan Yahudilerle savaşmak, ilk kıbleyi ve üçüncü kutsal mekânı (Haremeyn) kurtarmak gibi en büyük görevlerini düşürmez. Ayrıca boykot, başlangıçta devlete farzdır, yalnızca halklara değil. İthalat ve ihracatı durdurma yetkisi devlettedir, halkta değil. Devlet bunu yapsa, boykot doğal olarak gerçekleşirdi. Ancak devlet ithalat ve ihracata devam ederken, halklara boykot edin demek, insanları aldatmaktan başka bir şey değildir. Boykot çağrıları, her koşulda farzdır ya da Yahudilere ve destekçilerine karşı her zaman izlenmesi gereken bir durumdur. Ancak Yahudilerin Mübarek Toprak halkımıza zulmü arttığında ve kanlarını döktüklerinde, ümmetin kutsallarını ihlal ettiklerinde ve kutsal mekanlarına saygısızlık ettiklerinde boykot çağrıları tezahür ediyor! Yahudilerin işlediği suçlar karşısında halkın öfkesi arttığında ve bu öfke, gaspçı varlığı koruyan utanç verici rejimlere karşı bir volkan gibi patlamaya hazır hale geldiğinde, halkın öfkesini yatıştırmak ve onları rahatlatmak için böylesi çağrılar yapılıyor.

Boykot her ne kadar farz olsa da, Filistin’deki halkımızı korumayacak ve Batı’nın Yahudilere verdiği desteği durdurmayacaktır. Bu gerçek bir boykot değildir; çünkü Mısır rejimi, aslında Mısır’ın karasuları içinde yer alan gaz sahalarını Yahudi varlığına devrettikten sonra onlardan doğal gaz ithal etmektedir. Mısır, Yahudi varlığının bir numaralı destekçisi ve sınırlarının en yakın koruyucusudur. Mısır limanlarını kullanarak Yahudi varlığını desteklemek için kaynak sağlamış, üstelik halkın öfkesini bastırmış ve onları ve Kinane ordusunu Filistin’in tamamını kurtarmaktan alıkoymuştur.

Sadece boykot çağrılarına odaklanmak ve Filistin’i gerçekten özgürleştirebilecek orduları harekete geçirme çağrısında bulunmamak, El-Ezher ve onun âlimlerinin ya da İslam âlimlerinin görevi olamaz. Filistin toprakları tüm ümmetin malıdır. Ümmet, imandan sonra İslam topraklarından bir karışını bile gasp edeni geri püskürtmekten daha büyük bir farz olmadığını bilir. İbn Abidin (3/238) dipnotunda şöyle der: “Düşman Müslümanların sınırlarında yerleşik olan kalelerine saldırdığında o farzı-ayn olur ve hakeza o yere yakın olan herkes üzerine de farzı-ayn olur. O yerden uzak olan kimselere gelince ise onların düşmanları savuşturma güçleri varsa ve bu kimselere ihtiyaç duyulmuyorsa o zaman bunlar üzerine farzı-kifaye olur. Lakin, eğer o yerdeki Müslümanların zayıflığından dolayı onlara ihtiyaç duyuluyorsa veya onlar savaşmada tembellik ediyor ve cihadı terk etmişlerse o zaman herkes üzerine farzı-ayn olur, kimler ki onlara yakın mesafede yaşıyorlar, onlar üzerine bırakılması yasak olan namaz veya oruç gibi farz olur. Ardından o (ele geçirilen bölgeden uzak) batıda ve doğuda olan uzaktaki Müslümanlara geçiyor uzaklık derecesine göre o sırayla.”

Boykot çağrısı tek başına, ümmeti cihat görevinden uzaklaştırmakta ve gözleri Mübarek Toprak halkını desteklemek için orduların harekete geçirilmesi gerektiği talebinden ve yöneticilerin oradaki kardeşlerimize karşı gösterdikleri ihmalin hesabının sorulması zorunluluğundan saptırmaktadır. Bu nedenle, sadece boykot çağrıları yapıp orduları harekete geçirme çağrısında bulunmamak, Filistin halkı için bir tehlikedir. Çünkü bu, insanlara Mübarek Toprağa karşı üzerlerine düşeni yaptıkları yanılsamasını verir. Bu, ümmetin Filistin’i destekleme görevinden aciz olduğu iddiasıyla onları yüzüstü bırakmanın bir başka türüdür, oysa ümmetin yapabileceği çok şey vardır. İnsanlar, bu varlığı koruyan rejime karşı durabilir ve Mısır ordusundan bu varlığı kökünden sökmesini ve Filistin’in özgürleştirilmesine engel olan her şeyi ortadan kaldırmasını talep edebilirler. Ayrıca İslam Devletini de kurabilirler. İslam Devleti, onları Allah’ın farz kıldığı cihat görevini yerine getirmeye, gaspçı varlığı yok etmeye ve yalnızca Filistin’de değil, dünyanın her yerindeki mazlumlara yardım etmeye sevk edecektir. El-Ezher ve âlimlerinin görevi, halka boykotun bu varlık, destekçileri ve onunla iş yapan herkesle ilgili olması gereken asli durum olduğunu açıklamaktır. Bizimle bu varlık arasında, İslam topraklarından sökülüp atılana kadar savaş halinden başka bir ilişki olmamalıdır. Ayrıca, ümmete ve ordularına Filistin, toprakları ve İslam’ın kutsalları konusunda Allah’ın farz kıldığı görevleri hatırlatmalı ve Filistin’i özgürleştirmenin Mısır ordusu için en büyük zorunluluk olduğunu, bunu gerçekten bir gün içinde başarabilecek güce sahip olduğunu bilmelerini sağlamalıdırlar.

Ey El Ezher alimleri! İşte bu sizin görevinizdir, o halde Allah’a O’nun sizden hoşnut olacağı şeyleri gösterin. İnsanları iyiliğe ve doğruluğa yönlendiren bir ışık ve Filistin’de halkımızı öldürenlere destek olan ve onlarla işbirliği yapan rejimi yakan bir ateş olun. Ona, sihirbazların Firavun’a söylediği gibi bir söz söyleyin:

فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا“Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.” [Taha 72] Ve bilin ki, rejimin tuzağı boynuna dolanacak ve tuzağı boşa çıkacaktır. Allah, ordularının yardımcısıdır ve kâfirler hoşlanmasa da dinini üstün kılacaktır. O halde, hakkı talep edin, insanları hakka teşvik edin, Allah’ın zaferi gelinceye sebat edin ve onları da sabırlı olmaya çağırın. Ve bilin ki cennet, Allah’ın değerli mülküdür, onu hak ettiği şekilde talep edin; mükâfatınız Allah’a aittir. Umulur ki hak sizin elleriniz aracılığıyla yayılır da İslam’ı destekleyecek ve onu insanlar üzerinde uygulayacak, dünyaya davet ve cihat yoluyla bir hidayet ve nur mesajı olarak taşıyacak bir devlet kurulmasını size nasip eder.

وَإِذْ أَخَذَ اللهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَناً قَلِيلاً فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ “Allah, kendilerine kitap verilenlerden, «Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz» diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!” [Ali İmran 187]

Devamını oku...

Kudüs’e Giden Yol Mogadişu’dan mı Geçiyor?

Mısır Başbakanı Dr. Mustafa Madbuli, geçtiğimiz cumartesi günü yaptığı açıklamada, Mısır’ın kardeş Somali’ye tam destek verdiğini ve ülkenin birliğini güçlendirmeye kararlı olduğunu belirtti. Madbuli, “Önümüzdeki dönem Somali halkı için büyük hayırlar getirecek” dedi. Başbakan ayrıca, “Somali’nin birliğini sağlamak ve bu aşamada Somalili kardeşlerimizi desteklemek Mısır devletinin en önemli önceliklerinden biri olduğunu vurguladı ve bu kararlılığın son dönemde iki ülke arasında gerçekleşen üst düzey resmi ziyaretlere de yansıdığını ifade etti. Ayrıca Mısır’ın Somali’ye her alanda gerekli desteği sağlayacağını kaydetti. (01.09.2024 Skynews Arapça)

Bu açıklamalar ve sert tutumlar İran ve Suriye’deki İran partisini anımsatıyor. Mübarek Toprak Filistin’i unuttular, Yahudilerin Filistin’de bozgunculuk yapmasına göz yumdular. Amerikan ajanı zalim Beşşar’a karşı ayaklanan Suriye halkını katlettiler, “Kudüs’e giden yol Halep, Kalamun ve diğer Suriye şehirlerinden geçer” sloganı attılar. Şimdi de Mısır rejimi, Yahudilerin Mübarek Toprak Filistin’de işlediği katliamlara sağır sultan kesilerek Somali’ye asker gönderiyor. Peki, “Kudüs ve Gazze’ye giden yol Mogadişu’dan geçiyor?” sloganı mı atacak? Mısır rejimi, Mogadişu’ya asker ve silah gönderebiliyorsa, neden Gazze’ye gönderemiyor? Yoksa bu, İslam’a ve Müslümanlara olan ihanet ve düşmanlığın, başta Yahudiler olmak üzere küfür ve kâfirlere olan dostluğun bir ifadesi mi?

BBC 30 Ağustos 2024 tarihinde “Somali’deki Mısır silahları, Etiyopya ile bir çatışma yakın mı?” başlığı altında yayınladığı bir habere göre, “Silah ve askeri mühimmat taşıyan iki Mısır uçağının Somali’ye inmesinden saatler sonra Etiyopya, komşu Mogadişu’yu bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlayan sert bir açıklama yayınladı. Etiyopya açıklamasında Mısır’ın adını doğrudan anmadı. Ancak açıklamada “Kısa vadeli hedeflere ulaşmak için gerilimi tırmandırmaya çalışanlar ciddi sonuçlarla yüzleşmek zorunda kalacaklar” dedi. Bu gelişme, Afrika Boynuzu’nda gerilimin tırmanacağının bir işareti. BBC’ye konuşan Mısır ve Etiyopyalı uzmanlar “Kahire ile Addis Ababa arasında doğrudan bir çatışma yaşanmayacağı” konusunda hemfikir. Ancak Londra’daki Chatham House’da Afrika Programı’nda görevli bir uzman “krizin patlak verebileceğini ve durumun beklenenden daha da ileri gidebileceğini” vurguladı

Etiyopya ayrıca Somaliland Cumhurbaşkanı Musa Bihi Abdullah’ın, Etiyopya’nın bölgeye yeni atanan büyükelçisi Teshome Shonde Hamito’nun güven mektubunu kabul ettiğini duyurdu. Bu adım, Mısır, Somali ve Etiyopya arasındaki gerilimi tırmandıran bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Afrika Boynuzu’ndaki krizin asıl nedeni, bölgedeki nüfuz mücadelesidir. Bölgede egemen güç olan Amerika ile, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki ajanları aracılığıyla bölgede bir yer edinmeye veya Amerika’ya rakip olmaya çalışan Britanya arasında bir nüfuz mücadelesi yaşanıyor. Mısır rejiminin Somali’ye girmesi, silah ve mühimmat desteği sağlaması, ticari, ekonomik ve yatırım ilişkilerini güçlendirmesi, Etiyopya ile rekabet etmek, su sorununu ve Nahda Barajı meselesini çözmek için değildir. Zira Mısır rejimi, patlaması Mısır ve Sudan için felakete yol açabilecek ve Etiyopya’nın pek fazla etkilenmeyeceği bir barajın yapımına izin verdiği gün su meselesinden vazgeçmişti. Bunu net bir şekilde görebilmek için birkaç yıl öncesine gitmemiz gerekiyor. Yıllar önce, 1 Mart 2018’de Etiyopya, Dubai Dünya Limanları ve Somaliland Liman İdaresi arasında üçlü bir anlaşma imzalandı. DP World Berbera Limanı’nın yüzde 51 hissesini, Etiyopya ise yüzde 19’unu satın alırken kalan yüzde 30’luk kısım Somaliland Limanı’nın yönetiminde kaldı. BAE, Somaliland ve Etiyopya arasındaki bu yeni anlaşma, Somali, Arap ve uluslararası itirazlara ve yeni Addis Ababa anlaşmasına yönelik eleştirilere rağmen, Berbera limanının yönetiminden ve geliştirilmesinden Dubai Ports’un sorumlu olmasını öngörüyordu. Bu yılın başlarında, Addis Ababa, uluslararası alanda tanınmayan Somaliland bölgesi ile bir mutabakat zaptı imzaladığını duyurdu. Bu anlaşma, Berbera Limanı çevresinde 20 kilometrelik bir alanın, denizcilik ve ticari amaçlarla 50 yıllığına kiralanmasını ve karşılığında Somaliland’ın bağımsız bir devlet olarak tanınmasını öngörüyordu. (28.01.2024 https://www.zatmisr.com/)

Eski Somali Cumhurbaşkanı Muhammed Abdullah Farmajo, Birleşik Arap Emirlikleri’ni, Somaliland ve Puntland gibi özerk bölgelerde askeri üsler kurarak ülkesinin ulusal egemenliğini hiçe saymakla ve bağımsızlık talep eden bölgesel yönetimlere destek vermekle suçladı. Somali Parlamentosu’nun Mart 2018’de BAE’nin ülkedeki tüm ekonomik ve askeri faaliyetlerine son verilmesini talep eden bir yasayı kabul etmesinin ardından anlaşmazlıklar daha da arttı. Aynı yılın Nisan ayında, Somali yetkililerinin, Somaliland ve Puntland’ı istikrarsızlaştırma operasyonlarında kullanılmak üzere yaklaşık 10 milyon dolar nakit taşıyan bir Birleşik Arap Emirlikleri uçağının içindekilere el koymasıyla kriz daha da derinleşti. (20.12.2023 Raseef22)

Birleşik Arap Emirlikleri’nin bölgede Britanya adına vekâleten gerçekleştirdiği eylemler, İngilizlerin nüfuzunu genişletme çabası olarak görülüyor. Kesinlikle, buna Somali, Etiyopya, Mısır ve diğer ülkelerdeki Amerika’nın ajanlarından bir karşı hamle gelecektir. Böylece bu çatışma, gerçekte Amerika ve Britanya arasında bölgemizi kontrol altına alma ve kaynaklarını yağmalama mücadelesine dönüşecektir. Bu çatışmanın yakıtı, Batı’nın efendilerine kurban edilen ümmetin kanıdır. Etiyopya’nın Somaliland’daki varlığı ve Mısır’ın bu açık çatışmaya katılması, Britanya’yı ve ajanlarını denklemin dışına çıkarmak ya da onları Amerika’nın bölge için çizdiği gelecekteki planlarına uymaya zorlamak amacı taşımaktadır. Bu, Britanya’nın yarıştan çekilmesi ya da Amerika ile egemenlik ve nüfuz konusunda rekabet etmek zorunda kalması anlamına gelir; bu durumda Britanya, Amerika’nın ve onun müttefiklerinin belirlediği rolü kabul etmek zorunda kalacaktır. Üzücü olan ise, Kızıldeniz ve Somali kıyılarının Batılı ülkelerin mücadele sahası haline gelmiş olmasıdır. Oysa bu bölgeler İslam ülkeleri ile çevrilidir, ancak bu ülkelerin rejimleri, kâfir Batı’nın emirlerine uymakta ve onun bayrağı altında savaşmaktadır.

Mısır rejimi güneydeki Somali’ye koşarak Etiyopya’yı tehdit etti ve gözdağı verdi. Ancak herkes biliyor ki, Mısır rejimi Etiyopya’ya karşı hiçbir şey yapmayacak ve barajına tek bir kurşun bile sıkmaya cesaret edemeyecektir. Somali’de bulunmasının da tamamen Amerika’nın iradesiyle ve onun çıkarlarına hizmet etmek için olduğu açık. Tıpkı Gazze’de yaptığı gibi; Gazze’yi kuşatarak, halkının katline ortak olmakta ve Mısır ordusunun Filistin’i özgürleştirme ve halkına yardım etme görevini engellemektedir, oysa Filistin halkı Mısır’a bir taş atımı uzaklıktadır. Filistin halkının kanı dökülüyor, gece gündüz Mısır ve ordusundan yardım istiyor, fakat ne bir yardım eden var ne de bir destekçi!

Somali ve diğer ülkelerin toprak bütünlüğü elbette önemli, ancak bu birlik, Amerika’nın iradesiyle, onunla koordinasyon içinde ya da ajanlarının kontrolü altında sağlanamaz. Bu bölgelerin birliği ancak İslam ve İslam Devleti altında gerçekleşebilir. Mısır ve ordusunun en öncelikli görevi ise bu mazlumlara yardım etmek ve İslam topraklarını işgal eden gaspçı Yahudi varlığından kurtarmaktır. Yahudi varlığı hiç gecikmeden def edilmeli ve kökünden söküp atılmalıdır.

Ey Kinane ordusundaki samimi insanlar! Rejimin boş maceraları ve anlamsız kahramanlık gösterileri, çabalarınızı dünyada size fayda sağlamayacak ve ahirette de sizi kurtarmayacak şeylere harcamaktadır. Asıl sizi, Mübarek Toprağı özgürleştirme ve halkını destekleme görevinizden alıkoymaktadır. Halbuki bu görev hakkında kıyamet günü Allah’ın huzurunda sorguya çekileceksiniz. O halde, Allah’a vereceğiniz cevabı hazırlayın ya da bu rejimi devirin, onun pisliğinden ve ajanlığından beri olun ve İslam’ı uygulayan, onu dünyaya bir hidayet ve nur mesajı olarak taşıyan bir devlet kurun. Bu devlet, sizi dünyada ve ahirette Allah’ın rızasına yönlendirecek; ordularınızı sadece Filistin’i değil, tüm İslam topraklarını özgürleştirmek ve mazlumlara yardım etmek için seferber edecektir. Allah’ın rızasını kazandıracak olan İslam Devleti, Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’dir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasûlü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Bangladeş Politika Kurumu (BPD) “Pilkhana Katliamı: Hasina ve Hindistan’ın Komplosu” Konusunu Tartışmak Üzere Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti’ni Seminere Davet Etti

Bangladeş Politika Kurumu, bugün 1 Eylül 2024 Pazar günü saat 15:00’te, Dhaka Muhabirler Birliği Nasrul Hamid Salonu’nda “Pilkhana Katliamı: Hasina ve Hindistan’ın Komplosu” konulu bir panel düzenledi. Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti üyesi Muhammed Cübeyr, parti adına seminerde bir konuşma yaptı. Konuşmasının başında, Muhammed Cübeyr, 25 Şubat 2009’da Pilkhana’daki vahşi cinayetlerin kurbanı olan 57 saygıdeğer ordu subayını ve sonrasında hayatını kaybeden diğer birçok kişiyi rahmetle andı. Ayrıca, Hasina’nın 15 yıllık baskıcı ve yozlaşmış yönetimine karşı konuştuğu için hayatlarını feda edenleri ve son büyük öğrenci hareketinde can verenleri de rahmetle andı ve onlar için bağışlanma diledi. Konuşmasında şunları söyledi:

Geçtiğimiz 17 Ağustos 2024 tarihinde Başkent Mahakhali’deki Rawa Kulübünde düzenlenen “Pilkhana’da 57 ordu mensubu ve 17 sivilin öldürülmesinin yargılanması talebi” başlıklı basın toplantısında, öldürülen ordu mensuplarının aileleri Pilkhana cinayetlerinin uluslararası bir komplonun parçası olduğunu ve eski Başbakan Şeyh Hasina da dahil olmak üzere Hasina hükümetindeki pek çok kişinin bu olaya doğrudan karıştığını açıkça ifade ettiler. Hizb ut Tahrir, askeri personelin ailelerinin bu cesur adımını takdir etmekte ve adalet talebini desteklemektedir.

Ordu mensuplarının ailelerine ve halka, olayın hemen ardından Hasina hükümetinin komplosunu cesurca ilk ifşa edenin Hizb-ut Tahrir olduğunu hatırlatmak isteriz. 28 Şubat 2009 tarihinde Hizb-ut Tahrir “İnsanları, Ordu ile Sınır Muhafızlarının Arasını Açmaya Yönelik Hint Komplolarını Bozmaya ve Hükümetin Gevşekliğini Kınamaya Çağırır” başlıklı bir bildiri yayımladı. Bildiride “Artık insanlar, orduyu zayıflatmak ve Bangladeş silahlı kuvvetlerinin saflarını parçalamaya yönelik Hindistan’ın komplosunu fark etmişlerdir. Hindistan, daha önce yaptığı gibi Bangladeş’teki ajanları vasıtasıyla komplo planının uygulanması için fırsat oluşturdu. Nitekim sözde isyan olaylarının gelişmesinden ortaya çıkmıştır ki bu, Hindistan ile Hükümet dışına ve içine yuvalanmış ajanları tarafından tezgahlanan komplonun uygulanması için ilk adım oldu. Böylece sırf müşrik Hindulara ve ajanlara hizmet etmedikleri için birçok yetenekli subay katledildi. Şimdi sorumluluğu, istihbaratın acizliğine ve ordu ile sınır muhafızları arasındaki sözde anlaşmazlığa yüklüyorlar. Komplonun yaşandığı iki gün içerisinde olayların gelişmesine bakılmasıyla “Avami Birliği” Hükümeti’nin şüpheli rolü ortaya çıkar. Komplonun yaşandığı iki gün içerisinde olayların gelişmesine bakılmasıyla “Avami Birliği” Hükümeti’nin şüpheli rolü ortaya çıkar. Bu komplonun iğrençliği Hükümetin gözünden mi kaçtı? Hükümet, isyancıların can güvenliğini sağlamak amacıyla bu önemli güvenlik hususunda isyancılarla görüşmeleri için üst düzeyde bakanlar ve askerî polis temsilcisi gönderdi mi? Neden Hükümet, subaylar ile ailelerinin kanlarını ve onurlarını korumak hiçbir tedbir almadı? Hükümetin, isyancılar hakkında genel af ilan etmesinin, subayların ve ailelerinin akıbetlerini açıklamamasının maksadı nedir? Bu genel affın ilânı; katillerin cürüm mahallinden uzaklaştırılmasını, bölge sakinlerinin tahliyesini ve güvenlik kuvvetlerinin bölgeye konuşlanmasını gizlemek amacıyla değil midir? Komployu düzenleyenler, Sınır Muhafızları Komutanı’nı ortadan kaldırmayı başardılar. Şimdi onlar, Sınır Muhafızlarını ordu komutasından tasfiye etmeye hazırlanıyorlar. Açıktır ki bu çaba ülkenin güvenliğini tehdit etmektedir. Sınır Muhafızlarının ordudan ayrılmasında ve iki kuvvet arasında bölünmüşlük oluşturulmasında çıkar sahibi olan düşman Hindistan’dır. İki kuvveti birbirinden ayırma çabası, kabul edilmez bir durumdur. Dolayısıyla iki kuvvet de tek bir liderlik altında kalmalıdır ve bunların birbirinden ayrılması ülkeyi düşmanlarının, özellikle de Hindistan’ın karşısında zayıflatır.”denilmişti.

Sonuç olarak, 1 ve 2 Mart 2009 tarihlerinde bildiri dağıtımı sırasında 31’i parti genci olmak üzere toplamda 33 kişi tutuklandı. Ardından 27 Mart 2009 Cuma günü polis, “Hindistan’ın orduya yönelik komplosunu, Hindistan ajanlarının hükümete müdahalesini ve 33 Hizb-ut-Tahrir / Bangladeş üyesi ve aktivistinin tutuklanmasını” protesto etmek amacıyla Beyt’ül Mükerrem kuzey kapısında düzenlenen protesto ve yürüyüşe müdahale etti. Yaklaşık 150 lider ve aktivisti yaraladı, 10 kişiyi de tutukladı.

Zalim Hasina hükümeti bununla da yetinmedi, idari ve yargı yetkilerini kötüye kullanarak Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerini yasakladı ve partinin liderlerine ve çalışanlarına karşı geniş çaplı baskı uyguladı.

Hasina’nın ülkenin ordusuna karşı düzenledi komplo Pilkhana katliamıyla başladı ve halen devam etmektedir. Hain Hasina, İslam’a, ülkeye ve ulusal çıkarlara sadık ordu mensuplarını sistematik olarak kaçırdı, tutukladı ve sınır dışı etti. Çünkü bu subaylar, Hindistan ordusuyla ilişkilerin normalleştirilmesi önünde bir engel olarak görülüyorlardı. Hizb-ut Tahrir, Hasina hükümetinin baskıcı politikalarını görmezden gelerek Hasina’nın orduya karşı düzenlediği komploları da protesto etti Hizb-ut Tahrir zalim Hasina hükümeti ile hiçbir zaman uzlaşmaya yanaşmadı. Hasina’nın ülkeye, İslam’a ve orduya karşı kurduğu tüm komploları kamuoyuna korkusuzca ifşa etti, Hasina’ya meydan okudu.

Hasina, emperyalist efendilerine olan sadakatinden dolayı orduya karşı böyle bir tavır aldı. Bildiğiniz gibi 2008 yılında Hasina, ABD-İngiltere-Hindistan uzlaşmasıyla iktidara geldi. ABD Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve Malezya gibi ülkelerde Hilafetin yeniden kurulmasını engellemeyi amaçlayan bir politika izliyor ve aynı zamanda Çin’i kontrol altına almaya çalışıyor. Bu nedenle, bölgedeki konumunu güçlendirebilmek ve bölgedeki Müslüman ülkeler üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmak için Hindistan ile stratejik ilişkiler kurdu. Bu yüzden Hindistan’la uzun süredir devam eden sorunları çözerek Hindistan’ın elini serbest bırakmak istiyor. ABD, bu hedefin gerçekleşmesinin önündeki tüm engelleri ve bu planı ifşa edenleri veya bu plan karşıtı konuşmalar yapanları sert bir şekilde bastırdı. Bu yüzden, cesur ve yetenekli subaylarımız Pilkhana’da öldürüldü, Hasina bu barbarca cinayete yardım etti, çünkü bu subaylar, Hindistan ordusuyla ilişkilerin normalleştirilmesinin önündeki en büyük engellerdi.

Unutmayın ki Hasina’ya karşı sadece bir cinayet davası açmak ya da Hindistan’ı cinayetle suçlamak ‘yeterli değil’. Pilkhana katliamının, Hindistan tarafından planlanan ve Hasina tarafından yürütülen ülkenin egemenliğine karşı kurulan uluslararası bir komplo olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle, Hasina’nın yargılanmasının yanı sıra ülkenin savunma sisteminin bir daha bu tür tehditlere maruz kalmaması ve böyle zalimce cinayetler ve komploların bir daha yaşanmaması için bu amaca yönelik çalışmalar yapmalıyız. Biz, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayeti olarak, ülkenin egemenliğini ve güvenliğini korumak için gerekli adımları atmaya çağırıyoruz:

1- Hasina ve suç ortakları yargılanmalı ve ibretlik cezalar verilmelidir. Bu amaçla taleplerimizi güçlendirmek için birleşik siyasi programlar ortaya koymalıyız.

2- Ülke halkının beklentilerini yansıtmak adına Hindistan derhal düşman devlet olarak ilan edilmeli, Hindistan ile imzalanmış olan tüm İslam karşıtı ve devlet karşıtı anlaşmalar ve mutabakatlar iptal edilmelidir.

3- Hindistan’ın tüm saldırganlıklarına kalıcı olarak son vermek için Hindistan’ı Müslüman yönetimine geri getirecek kapsamlı ve uzun vadeli bir plan benimsenmelidir. Çünkü bu bölge insanları, din, kast ve sınıf ayrımı gözetmeksizin Müslümanların yönetimi altında mutlu ve refah için bir hayat sürmüşlerdir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER