Salı, 28 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Haçlılar, Filistin'i Yahudilere Bağışladı, Papa da Bu Bağışlamayı Tebrik Etti Bu, Müslümanlar için Bir Düşmanlık Doğu Nasranîleri için de Bir Hakarettir O Halde Onu Karşılamayınız

Bir ziyaret çerçevesinde Ürdün'e gelen Vatikan Papası XVI. Benedict, Yahudi Devlet Başkanı Şimon Peres'e konuk olacağı Yahudi varlığının liderlerinin davetlisi olarak Filistin'i ziyaret edecek, ardından da Kudüs, Beyt Lahem ve Nâsıra'yı ziyaret edecek. Nitekim bu ziyaretini, 12.02.2009 tarihinde büyük Amerikan Yahudi Örgütleri Başkanları Konferansından bir heyeti Vatikan'da karşıladığı esnada ilan etmiş ve Filistin hakkında onlara şöyle demiştir: "Bu mukaddes arazi, eşit olarak Mesîhiler ve Yahudilerindir." Ayrıca bu Papa daha da ileri giderek, 13.09.2006 tarihinde Almanya'da yapılan bir konferansta Bizans İmparatoru'nun sözüne vurgu yapıp Kerim Rasûlümüze dil uzatarak şöyle demiştir: "Bana Muhammed'in getirdiği yeni bir şey göster? Kılıç zoruyla müjdelediği dini yayma emri gibi şerden ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın." Onun bu sözleri, dünyanın dört bir tarafındaki Müslümanların öfkesini çekmiştir. Bu hususta aşağıdakileri vurgulamak isteriz:

1- Şayet Papa, ilk cürümünü işlediği sırada Arap ve Müslümanlardan olan yöneticiler, Müslümanların talepleri doğrultusunda Vatikan'ın temellerini sarsacak olan Roma'nın fethedilmesi şeklinde bir tepki gösterselerdi, Müslümanları dışlayarak Filistin arazisini Yahudilerin ve Haçlıların nezdinde mukaddes olarak gördüğü ikinci cürümüne cüret edemezdi. Kaldı ki o, Yahudilerin istediği gibi Filistin arzının bir Yahudi arzı olduğunu vurgulamak üzere Şimon Peres'in davetlisi olarak gelmiştir.

2-Papa, bu tutumlarıyla Müslümanlara olan düşmanlığını ve Doğu Nasranîlerine olan hakaretini ilan etmiştir. Zira o, Filistin Nasranîlerine verilen ve Yahudilerin Kudüs Nasranîlerine komşu olmayacaklarını belirten Ömer'in Ahitnamesi'ni görmezlikten gelmiştir. Zira Nasranîlere ait olan bu hakkı vurgulayacağı yerde Yahudilerin Kudüs'ü işgal etmelerini, Nasranîler ile Müslümanları oradan kovmalarını tebrik etmesinin yanı sıra Filistin'in işgalini ve halkının oradan kovulmasını kutlamak için gelmiştir.

3- Müslümanlardan her kim kerim Rasûlümüze hakaret eden bu adama hoş geldin der ve onu karşılarsa, Allah'a, Rasûlüne ve Müslüman cemaatine hıyanet etmiş olur. لا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ  الآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ "Allah'a ve Ahiret Günü'ne îmân eden bir toplumun -babaları veya oğulları veya kardeşleri veya akrabaları da olsa- Allah'a ve Rasûlü'ne düşman olanlar ile dostluk ettiğini göremezsin." [el-Mucâdele 22]

4- Zimmet ehlimizden olan Doğu Nasranîlerinden her kim bu adama hoş geldin der ve onu karşılarsa, kendisine, ehline ve Müslümanlardan olan komşularına hakaret etmiş ve mü'minlerin emîri Ömer İbn-u Hattâb [Radıyallahu Anh]'ın kendilerini şereflendirdiği Ömer'in Ahitnamesi'ne karşı gelmiş olur.

5-İslâmî Ümmet, her kim olursa olsun bu adamı karşılayanı, Müslümanlara ve Doğu Nasranîlerine defalarca hakaret eden Papa ile Vatikan'ı asla bağışlamayacaktır. Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan İkinci Râşidî Hilâfet Devleti tarafından dünyada hesaba çekilecekleri o gün de bir gün gelecektir.  وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine gâliptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Filistin
Medya Bürosu

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti Heyeti, İnsanları İslâmî Akîde Esası Üzerine Toplama Çalışmasını Sürdürmek ve Kurdufan Bölgesini Darfur’un Geldiği Noktadan Uzaklaştırmak Üzere Güney Kurdufan’a Bir Ziyarette Bulundu

Merkezî Temas Lecnesi Üyesi Hasbullah en-Nûr liderliğinde ve Lecne Üyesi Şeyh Avad Halîl ile Hizb'in üyesi Üstâz Hâcc en-Nûr'un eşliğinde Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti'nden bir heyet, evvelki gün 07 Mayıs 2009 Perşembe günü, Güney Kurdufan'daki el-Fûla bölgesini ziyaret etti. Heyet, kabile reislerinden ve şeyhlerden oluşan bir gurupla görüşerek ziyaret maksadının insanları İslâmî akîde esası üzerine bir araya toplamak olduğunu açıkladı. Heyet, öğle salâtına müteakip bölgenin evlatlarından otuzun üzerinde kişinin bulunduğu bir topluluğa konuşma yaptı. Onlar da konuşmayı methettiler, sorunları çözecek olanın ortaya konulan bu fikrin olduğunu teyit ettiler ve bu hususun daha önceden beri olması temennisinde bulundukları gibi şöyle dediler: "Bu, siyasî bir hizbin seçim maksatları olmaksızın bölgenin sorunlarına yönelik çözüm ürettiği bir ilktir."

Ardından heyet, dün 08 Mayıs Cuma günü, Ebû el-Likrâ bölgesine hareket etti ve orada beş kabile reisi ile bölgenin ileri gelenlerinden bir gurup ile görüştü. Gündem, İslâmî akîde esası üzerine ahitleşmenin ve sözleşmenin olduğu aynı konu idi. Bölgenin ileri gelenleri ile kabile reisleri, ortaya konulan fikri memnuniyetle karşılayarak, bölgenin meselelerinin çıkış yolu olarak nitelendirdiler. Ardından Cuma salâtına müteakip mümtaz bir şekilde heyet ile kaynaşan ve onunla etkileşim içerisine giren bölge halkından 150'den fazla kişinin katıldığı bir topluluğa heyet tarafından konuşma yapıldı. Konuşmanın ardından insanların güçlü bir istekle kapıştığı, dahası köylerinde dağıtmak üzere daha fazlasını istedikleri vesîka dağıtıldı.

Heyetin esası üzerine bu bölgelerdeki insanlarla tartıştığı dağıtılan vesikadaki en bariz noktalar şunlardır:

  • İslâm akîdesi, yani [لا إله إلا الله محمد رسول الله], bizlerin râyesidir ve hayatımızın her işinde kendisinden hareket ettiğimiz kaidemizdir. Dolayısıyla İslâmî akîde esası üzerine olup helal ile haramı öğrenmedikçe ne bir fiil işleriz, ne de bir iş yaparız.
  • İslâmî kardeşlik bağı, üzerinde başka bir bağın olmadığı bir bağdır.
  • Birbirlerini boğazlayan ve birbirlerinden nefret eden farklı kabileleri, ırkları ve renkleri, birbirini seven ahenkli homojen tek bir ümmetin -ki o, daha önce kaynaştırdığı İslâmî Ümmet- altında kaynaştırmaya muktedir olan ancak kendi devleti olan Hilâfet Devleti yoluyla tatbik edildiğinde azîm İslâm ideolojisidir.

 

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hem Svat'taki Saldırıları, Hem de Afganistan'daki Amerikan Saldırılarını Kınamak İçin 9 Mayıs Cumartesi Günü Saat 12:00'da Londra'daki Pakistan Sefareti Önünde Bir Gösteri Yapılacaktır

Londra / Britanya

Yüzlerce gösterici, gerek Svat bölgesindeki aralıksız süren saldırılara, gerek 100'den fazla Afgan sivilin ölümüne yol açan son Amerikan katliamına, gerekse Zerdari ile Karzai'nin Birleşik Devletler'in bölgede başlattığı savaşa ittifak etmelerine karşı 9 Mayıs 2009 gelecek Cumartesi günü Londra'da bir gösteri yapacaklardır.

Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Medya Temsilcisi Tâci Mustafâ şöyle dedi: "Amerikan savaş uçaklarının 100'den fazla Afgan sivili katlettiği, Svat'taki Amerikan destekli bu saldırıların daha fazla Müslüman kanının akıtılmasına ve yaklaşık 500.000 sivilin de göç etmesine yol açtığı bir sırada Zerdari ile Karzai, Birleşik Devletler'in bölgedeki müdahalesini kutlamak için Washington'da bulunmaktadır. Şüphesiz mevcut kanların akıtılmasının aslî sebebi, Obama'nın Amerika'nın terörizme yönelik savaşını genişletme çabasının yanı sıra Zerdari ile Karzai'nin de kendi halkları pahasına Birleşik Devletler ile ittifak kurmalarıdır."

Göstericiler, Dir ve Bonaire'de zulme uğramış Müslümanlara karşı yapılan saldırıların acilen durdurulmasını, Pakistan Hükümeti'nin terörizme karşı yapılan Amerikan savaşından vazgeçmesini ve Amerikan planlarına destek vermek uğrunda gaddarca Müslümanların kanlarını akıtmaktan sakınmasını talep edeceklerdir. Artık Pakistan'daki muhlislerin, İslâmî Hilâfet Devleti'ni ikame etmelerinin zamanı gelmiştir. Ta ki bağımsız politikalar benimseyecek ve bu yöneticiler sayesinde Batıya itaat eden köle olmayacak bir hükümet gelsin.

 

Editörlere Notlar:

Bu barışçıl gösteri, 9 Mayıs 2009 Cumartesi günü öğleden sonra saat 13:00'da Pakistan Yüksek Komisyonu'nun önünde düzenlenecektir. [Lowndes Square, Knightsbridge, London SW1X 8JN]

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Britanya
Medya Bürosu

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Avustralya, Savunma Politikasını Hatalı Bir Esas Üzerine Canlandırmaya Çalışıyor

Başbakan Keven Rudd, savunma politikalarına ilişkin olarak geçen haftanın sonunda hükümete ait bir eylem belgesi yayınladı ve bu da 2000 yılından bu yana türünün bir ilkidir. Belgenin başlığı ise şöyledir: "Asya-Pasifikte Avustralya'yı Savunmak: Kuvvet 2030" "Söz konusu belge, önümüzdeki yirmi sene içerisindeki çok aşamalı bir savunma planı içermekte ve bu süre içerisinde Avustralya deniz ve hava kuvvetlerinin inşa edilmesi amacıyla milyarlarca dolar değerinde bir dizi planlar ihtiva etmektedir. Ta ki bölgedeki Amerikan üstünlüğünün düşmeye, Hindistan, Çin ve Rusya gibi bölgesel güçlerin de yükselmeye başladığı bir sırada kendisini savunmada kendi kendine yeterlilik aşamasına ulaşsın. Bu belge, İslâmcıların en azından gelecek on yıl boyunca Avustralya için doğrudan bir tehdit olarak kalmaya devam edeceğine dikkat çekerek Afganistan'daki Avustralya varlığını meşrulaştırmaya çalışmakta ve Afganistan'ın "bölgede istikrarsızlığın potansiyel kaynağı" olacağını ve bunun da "en az on yıllık bir süre için bu konuda uluslararası yardımı" gerektireceğini iddia etmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Medya Temsilcisi Osmân Bedr, bu bağlamda şöyle bir değerlendirmede bulundu:

"Avustralya Hükümeti, deforme olmuş değerler kriterlerine dayanan aynı siyasî tutumlarıyla siyasî açıdan hala yerinde saymaktadır. Sözde ‘İslâmcıların' tehdit oluşturmasının asıl sebebi, Avustralya'nın kendisi için doğrudan bir tehdit olarak gördüğü özellikle İslâmî âleme ilişkin Batının dış politikasıdır. Tüm bunlar da meseleye ilişkin köklü nedenin ele alınıp çözmeye teşebbüs edilmesine karşılıktır.

"Şayet Avustralya, kendi kendine düşmanlıklar üretmemiş olsaydı öteki milletlerin işgal edilmesi ve bombardımana tutulmasına ortak olarak kendisini savunmaya ihtiyaç duyması noktasında endişelenmesine gerek kalmazdı. Özünde saldırıya, dolayısıyla da bu saldırıdan kaynaklanan tepkilerle baş etmek için askerî kuvvet oluşturmaya dayalı sakat bir süreçten ibaret olan gerçek işte budur. Bu da Hükümetin saldırı ve sömürüye ve bunları da meşrulaştırmaya, dolayısıyla da bu saldırı sonucunda ortaya çıkan tepkiye karşı koymaya çalıştığı geleneksel bir kapitalist model olarak tezahür etmektedir."

"Bu belge, Keven Rudd'un Avustralya açısından Birleşik Devletler'in dünya üzerindeki nüfuzunun düşmesinin riskini azaltma girişimine rağmen resmî bir itiraf sayılır. Bu, nüfuzun inşası, siyasî ve iktisadî çıkarların güçlendirilmesi zayıf milletleri sömürmeye dayalı olursa istikrarlı olmayacağı, uzun vadeli sürmeyeceği ve nihayetinde yok olacağı noktasında Avustralya için önemli bir derstir. Dolayısıyla bu belgenin başarısızlığa mahkûm olması kaçınılmazdır."

"Avustralya'nın da bir parçası olduğu İslâmî âleme yönelik Batılı müdahale, iddia ettikleri gibi sözde terörizmi durdurmak için değildir. Bilakis asıl neden, siyasî nizamında bağımsız olup onu Batının ellerinden çekip almak üzere İslâmî âlemin kalkınmasını engellemek içindir. Batılı hükümetler, bu mübarek İslâmî kalkınmadan korkmaktalar ve bunu, İslâmî âlemde ortaya çıkardıkları kendilerine bağımlığa dayanan mevcut durumun değiştirilmesine yönelik doğrudan bir tehdit olarak algılamaktalar. Ancak zihinlerden kaçmaması gereken gerçek şu ki İslâmî Devlet'in geri dönüşü kesinlikle gerçekleşecektir ve böylelikle içtimaî, iktisadî ve siyasî olmak üzere günümüze kadar dünyayı bocalatan sorunlara yönelik her türlü çözümü sunacaktır."

Osmân Bedr

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Avustralya

Devamını oku...

- Basın Açıklaması- قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاء مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ  "Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür." [Âl-i İ

Hükümet, silahlı guruplarla savaşmaya hakkı olduğu gerekçesi altında soğukkanlılıkla Diyar ve Buner bölgelerindeki masumların kanlarını akıttı. Hükümet, bu bölgelerde zulme uğrayan Müslümanları bombardımana tutmayı derhal durdurması gerektiği gibi terörizme (İslâm'a) karşı savaşında Amerika'ya ortak olmaktan vazgeçmeli, Amerika'yı hoşnut etmek ve planlarını infaz etmek amacıyla Müslüman kardeşlerimizin kanlarını akıtmaya da son vermelidir.

Hükümetin silahlı guruplarla savaşma gerekçesi ile Veziristan'da başlattığı savaş, artık Banu gibi bölgelere yönelik insansız Amerikan uçaklarının saldırıları ve Svat'taki askerî operasyonların sürmesi gibi sakin ve istikrarlı bölgeler de dâhil olmak üzere tüm kabileler bölgesini kapsayacak derecede genişlemiştir. Görüldüğü üzere artık askerî operasyonlar, Diyar ve Buner gibi bölgeleri kapsayacak derecede genişlemiştir. Oysa buralar, Amerikan saldırıları öncesinde emniyetin ve güvenliğin hakim olduğu bölgelerdi.

Hükümetin silahlı gurupların peşinde olduğunu iddia ederek yürüttüğü bu operasyonların durumu, burnuna konmuş sineği uzaklaştırmak için tokmakla kendi suratına vuran bir kimsenin durumu gibidir. Oysa ortada ne bir sinek, ne de sineğin konacağı bir surat vardır. İşte Pakistan ordusunun Bacur ve Veziristan bölgelerine yönelik başlattığı operasyonlarda olup biten budur. Zira saldırıların evleri, okulları ve çarşıları yerle bir etmesinden sonra Hükümet, bu bölgelerde gerçek bir yıkıma neden oldu. Keza silahlı guruplar başka bölgelere intikal ederlerken yarım milyondan fazla kişinin göç etmesine, büyük oranda kadın, çocuk ve yaşlının katledilmesine de neden oldu. Tüm bunların yanı sıra bu vahşî operasyonları yaparken Hükümet, işlediği cürümün hakikatini insanlar öğrenir korkusuyla da medya organlarının olayları görmezlikten gelip yer vermemesine özen göstermektedir.

Açıktır ki bu operasyonların hedefi, insanları meşgul edip ve kaos ortamında yaşatmaktır ki Afganistan'daki Amerikan işgali ile savaşa ve oradaki kardeşlerine yardım etmeye yönelmesinler. Yani bu iç savaştan maksat, ister ordudan olsun, isterse silahlı guruplardan olsun tarafların ellerindeki silahların namlularını Müslümanların göğüslerine doğru yönlendirmektir. Zira onlar nezdinde önemli olan, silahların Amerikan kuvvetleri ile NATO kuvvetlerinin temsil ettiği gerçek düşmandan uzak kalmasıdır. Bunun yanı sıra Amerika, kaos oluşturmak yoluyla insanları İslâm'dan soğutmanın peşindedir. Böylece insanlar, İslâm'ın tatbik edilmesine götürecek yolun dikenlerle dolu olduğu ve Müslümanların başına daha fazla kaos, katliam ve beladan başka bir şey getirmeyeceği zehabına kapılsınlar. Ama hakikat, bundan tamamen uzaktır. Zira İslâm, rahmet, sükûnet, emniyet ve güvenlik dini olup dünya, mutluluğun tadına ancak İslâm ideolojisi tatbik edildiği sırada varmıştır. Ayrıca İslâm'ın tatbikine götürecek metot; Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ilk devleti ikame ettiği gibi şiddet ve katliamdan tamamen uzaktır. Ancak Amerika, insanlar ile dinleri arasını açmaya ısrar etmektedir. Hizb-ut Tahrir, bugün el-Mustafâ [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in takip ettiği aynı metot ile çalışmaktadır. Zira o, hicret öncesinde Mekke-i Mükerreme'de geçirdiği on üç sene boyunca yürüttüğü siyasî çalışma yoluyla İslâm Devleti'ni kurmaya muktedir olmuştur.

Her siyasetçinin, aydının, medyacının ve muhlis askerin farkında olduğu apaçık hakikat şudur ki Pakistan'daki Müslümanların Amerikan planlarının peşinde koşarak birbirleriyle savaşması, Pakistan'ın zayıflaması ve helak olmasıdır. Nitekim şu anda Pakistan'da istikrarın sağlanamaması halinde Amerikan ordusu Pakistan nükleer silahına el koymak için harekete geçmelidir şeklinde Amerikalılardan çıkan sesleri işitmemiz Amerika'nın Pakistan'ı zayıflatmaya hırs gösterdiğini teyit etmektedir!

İhlaslı kuvvet ehlinin, bu hükümeti devirmesinin, bu savaşı durdurmasının ve Müslümanların katledilmesini durdurup kanlarını koruması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermesinin zamanı artık gelmiştir.

 

Nâvid Butt

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Faizli Krediler, Ancak İnsanların Hayattaki Sıkıntısını Arttırır

Sudan Hükümeti Maliye Bakanlığına bağlı bir temsilci, (Orta Sudan'daki) rezerv hazinesini arttırmak amacıyla 28 sene içerisinde ve 46 taksit halinde her senenin ilk altı ayında (yani ribâi nesî şeklinde) ödenmesi şartıyla %2 faiz oranında Kuveyt Fonu ile 15 milyon Kuveyt dinarı (52 milyon Amerikan doları) tutarında (faizli) bir kredi anlaşması imzaladı. Buna fon idaresinin giderleri ve kredi hizmet uygulamaları karşılığında senelik %5 oranında bileşik faiz eklenecektir.

Ribâ (faiz) ve ribâ ile muamelenin haramlılığını, bırakın âlimleri insanların geneli bilmektedir. Çünkü onun haram olduğuna dair şiddetli vurgu, tek bir mananın dışında başka bir mana ihtimali olmayan delaleti kat'î âyetlerle gelmiştir ki o; ribânın haram olması, onunla muamelede bulunanları âlemlerin Rabbinin şiddetle tehdit etmesi ve ona Allah'a ve Rasûlü'ne karşı açılmış bir savaş olarak itibar etmesidir. Zira Allahu Te'âla şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ(278) فَإِن لَّمْ تَفْعَلُواْ فَأْذَنُواْ بِحَرْبٍ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَإِن تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُوسُ أَمْوَالِكُمْ لاَ تَظْلِمُونَ وَلاَ تُظْلَمُونَ "Ey iman edenler! Allah'a ittikâ edin ve ribâdan geri kalan (alacaklarınızı) derhâl bırakın, eğer gerçekten mü'minler iseniz! [278] Eğer bunu yapmazsanız Allah ve Rasulü'nden (ribâcılara karşı) açılmış bir savaştan haberiniz olsun. Eğer tövbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; (böylece) ne zulmetmiş, ne de zulmedilmiş olursunuz." [el-Bakara 278-279]

Yine ribâ, kebâirlerden ve yedi büyük günahtan (yani helak edicilerden) sayılmıştır. Nitekim Allah'ın Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

اجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا هُنَّ قَالَ الشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَقَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَكْلُ الرِّبَا وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ الْغَافِلاتِ "Yedi büyük günahtan kaçınınız. Dediler ki: Ey Allah'ın Rasûlü! Nedir onlar? Dedi ki: Allah'a şirk koşmak, sihir yapmak, haksızlıkla Allah'ın haram kıldığı bir nefsi öldürmek, ribâ yemek, yetim malı yemek, savaş günü kaçmak ve gafil mü'mine evli kadınlara iftira atmak." [Ebî Hurayra kanalıyla müttefik-ul aleyh]

Ribâ, cürümlerin en şiddetlisi olmasına rağmen dünyaya korkunç bir şekilde yayılmıştır. Nitekim Ebî Hurayra'dan Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

لَيَأْتِيَنَّ عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لاَ يَبْقَى أَحَدٌ إِلاَّ أَكَلَ الرِّبَا فَإِنْ لَمْ يَأْكُلْهُ أَصَابَهُ مِنْ غبارهِ "İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki ribâ yemeyen tek bir kişi dahi kalmayacak. Onu yemese bile onun tozu isabet edecektir." [Ebû Ya'le ve başkaları tahriç etmiştir]

(Meleklerin yıkadığı) Abdullah Bin Hanzala'dan rivayet edilen bir hadiste Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

لَدِرْهَمُ رِبًا أَشَدُّ عِنْدَ اللهِ تَعَالَى مِنْ سِتٍّ وَثَلاَثِينَ زَنْيَةً "Bir dirhem ribâ bile Allahu Te'alâ katında, otuz altı defa zina yapmaktan daha şiddetlidir." [Ahmed, Taberâni ve o ikisinin dışındakiler tahriç etmişlerdir.]

Abdullah İbn-u Mes'ûd, Nebî [SallallAhu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini bildirmiştir:

الربا ثلاثة وسبعون بابًا أيسرها مثل أن ينكح الرجل أمه "Ribâ, yetmiş üç şubedir. En küçüğü kişinin annesi ile nikâhlanması gibidir." [el-Hakim tahriç etti]

Ribâ ile muamelede bulunanları, helak, yıkım ve büyük felaketlerle sakındıran ve tehdit eden hadisler zikredilmeyecek kadar pek çoktur.

Ribâ; beşeri ıslah edecek ve onun hayatını ifsat edecek olanı en iyi bilen el-Âlîm-ul Habîr olan Allah'ın haram kıldığı bir habistir.

أَلا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ "Hiç yaratan bilmez mi? Muhakkak ki O, Latîf'tir, Habîr'dir." [el-Mulk 14]

Nitekim tüm muamelelerinde ribâya dayalı Kapitalist İktisat Nizamına dayanan mevcut asrımızda ribânın, küresel ekonomik sistemi tamamıyla uçuruma düşürmemiş olsa da uçurumun eşiğine getirmiş balaların başı olduğu gün yüzü gibi açığa çıkmıştır. Devletin kâfir Batının Sudan'a yönelik hedefinden "hak bir söz" olarak bahsettiği bir zamanda apaçık bir şekilde Allah'a masiyete yeltenildiği ve haram olan ribâ ile muamele edildiği halde nasıl olur da bir nizam İslâm sloganları atabilir? Böylesi durumlarda yapılmaya en değer şey; Allah'a dönmeleri, O'na tevbe etmeleri, hayat ile devleti İslâm esası üzerine ikame etmeleri ve Allah'ın inzal ettikleriyle hükümetleridir ki Allah kendi katından medet ile onları desteklesin de O'na masiyette bulunup O'nu öfkelendirerek para almaya muhtaç olmasınlar. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

وَمَن يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَل لَّهُ مَخْرَجاً وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ "Her kim Allah'tan ittikâ ederse, Allah ona bir çıkış yolu verir ve hiç hesaplamadığı bir yerden onu rızıklandırır." [et-Talak 2-3]

Dolayısıyla ne Allah'tan başka bir sığınak vardır, ne de O'nun şeriatı ile hükmetmek ve devletini ikame etmekten başka bir izzet, saadet, mutmainlik, güven ve hayat vardır ki o devlet, Allah'ın izniyle yakında kurulacak olan İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'dir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey îman edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı an icâbet edin! Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz, muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

 

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

 

Devamını oku...

Ebiyi Meselesi Gelişmeleri, Sudan'ı Parçalamaya Yönelik Bir Adımdır ve İnsanların Kanları ile Diğer Hurumatlarını Koruyacak Olan Ancak İslâm'dır

  • Kategori Sudan
  •   |  

Sudan Hükümeti ile Halkçı Hareket arasındaki sözde Ebiyi meselesine ilişkin Uluslararası Lahey Tahkim Kurulu Merkezi'ndeki sözlü yargılama süreci, 23 Nisan 2009'da sona erdi. Zira karar vermek üzere oturumlarını 22 Temmuz 2009'a atan Tahkim Kurulu'na her iki taraf da tanıklarını sundu.

Arap Denizi'nin Kuzeyine düşen Ebiyi bölgesi, Dinka Nukuk, el-Mesîra-tul Hamr, er-Raziykat, el-Barku, el-Bediriyye, ed-Dacu, el-Felata ve el-Maliya kabileleri arasındaki ortak yaşam için güzel bir model oluşturmuştur. Dahası Ebiyi'deki en büyük iki kabile olan -el-Mesîra ve Dinka'nın- arasını akrabalık bağı ile bağlayarak barış içinde bir yaşam sürdüler ve çobanlara alanlar açan ve diyetler ödeyen ehliyet sahibi bir idare yoluyla da aralarındaki sorunları çözdüler. Bunun içindir ki Ebiyi bölgesinde sorunun sesi dahi olmamıştır.

Güney Sudan'ın Kuzeyden ayrılmasına karar veren bir anlaşma olup 2005 yılında imzalanan Nifaşa Anlaşması, Ebiyi meselesini ortaya çıkarınca bölgenin Kuzeydeki Güney Kurdufan Vilâyeti'ne mi yoksa Güneydeki Bahr-ul Ğazal Vilâyeti'ne mi bağlı olup olmadığı hakkında tartışmalar ortaya çıktı. Dahası bu meşum anlaşma, Amerika ve Avrupa olmak üzere kâfir Batının Sudan'daki çıkarlarına yönelik aşağıdaki gibi bir yol haritası şekillendirdi:

-Laik-demokratik bir devlet tesis edilmesi yoluyla İslâm'ın kökünden sökülüp atılarak devlete ve topluma geri dönmesinin engellenmesi.

-Güney devletinin kurumlarının ve caydırıcı güçlü bir devletin inşa edildiği geçiş dönemi sonrasında self-determinasyon hakkı ile Güney Sudan'ın ayrılması.

-Güneyin ayrılması geçmişine istinaden Darfur ve Doğu Sudan'ın koparılmasıyla Sudan'ın diğer yerlerinin parçalanması.

Bunun içindir ki Nifaşa Anlaşması, Sudan'ın parçalanmasının sıfır noktasıdır. Nitekim Sudan'dan sorumlu eski Amerikan Temsilcisi ve Nifaşa'nın mimarlarından bir olan Andrew Natsios, 2009 Nisan ayında, Washington'daki Georgetown Üniversitesi'nde yaptığı konuşmasında bu hususa ilişkin şöyle demiştir: "Birleşik Devletler ile uluslararası toplumun amacı, aşamalı olarak self-determinasyon hakkı üzerinde referandumun yapılacağı 2011 yılında Güneyi ayırmaktır. Bundan sonra da Darfur sorununun çözümüne, (yani ayrılmasına) girişmektir." İşte bu noktada cezbedici birlik isteğine yönelik yüzeysel söylemler ile Amerika'nın Güney Sudan'ı bölmek istemediği şeklindeki söylemler düşmektedir. Yoksa ne diye anlaşma, kesinlikle ayrılmaya götürecek self-determinasyon hakkını içersin ki?! Aynı şekilde kapsamlı barışın gerçekleşeceği ve akan kanların duracağı söylemleri de boşa çıkmıştır. Yoksa ne diye Darfur ve Ebiyi'de başka savaş cepheleri açılsın ki?!

Sözde Ebiyi sorunu, Nifaşa müzakereleri sırasında ortaya atılmasıyla ciddî bir sürece girdi, Hükümet ile isyancı hareket arasında keskin bir anlaşmazlık oluşturdu ve geri planda kalan bir dosya haline gelene kadar bir oturumdan ötekine taşınmak üzere çözüme direnen bir dosya halinde devam etti. Bu da eski Amerikan Temsilcisi John Danforth'u, 2009 Mart ayında Amerikan kozu adı altında sunulan çözüme dair görüşünü taraflara dayatmaya sevk etti ve Danfort, karşı çıkmaları halinde şöyle diyerek tarafları tehdit etti: "Amerikan yönetimi, müzakerelerin çökmesindeki sorumluluğu, barış sürecini engelleyen tarafa yükleyecektir." Böylece Amerikan kozu formüle edildi ve bu da Nifaşa Anlaşması'nın bir parçası haline gelen Ebiyi Protokolü olarak isimlendirildi. Bu protokolde geçenler arasında en tehlikeli şey, bölgenin Güneye yada Kuzeye bağlı olup olmayacağını belirlemek üzere 2011 yılında yapılacak olup Ebiyi sakinlerinin oy kullanacağı referandumdur. Bilindiği üzere bu protokol, Ebiyi sınırlarının ne olduğunu belirlememiştir. Bilakis bunu, başında Amerikan eski Büyükelçisi bulunan uzmanlardan oluşan bir komisyona bırakmıştır. Bu komisyon ise, 2005 yılında, Ebiyi sınırının Arap Denizi'nin Kuzeyinde 100 kilometrenin ötesindeki mevcut petrol üretim sahalarının %70'ni içeren geniş bir bölgeye dayandırdığı raporunu sundu. Zira raporda şöyle geçmiştir: [Uzmanlar komisyonu, mucibince Dinka Nukuk'tan yedi şeyhliğin Kuzeye bağlandığı 1905 yılındaki sınırları belirleyememişlerdir. Ancak uzmanlar komisyonu kendince 22/10 paraleli çizgisinde yeni bir sınır ortaya koymuştur.] Bunun üzerine Hükümet, bu raporu reddetti, ardından Hükümet ile Güney Hükümeti arasında gelişen bölgesel tıkanıklık ve keskin kutuplaşmalar sonucunda 2007 Aralık ayında şiddetli çatışmalar ortaya çıktı. Ardından 13.05.2008 günü onlarca kişinin öldüğü ve yaklaşık 50 bin kişinin evlerinden göç ettiği şiddetli çatışmalar tekrar etti. Böylece bölge, harap oldu. Hatta Birleşmiş Milletlerin tanımladığı gibi hayaletler şehrine döndü. Bunun üzerine 08.06.2008 günü, Hükümet ile Güney Hükümeti, Ebiyi sınırları hakkındaki anlaşmazlığın ve uzmanların raporunun Uluslararası Lahey Tahkim Mahkemesi'ne sevk edilmesi üzerinde anlaştılar. Zira anlaşmada şöyle geçmiştir: [Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nin kurallarına ve yürürlükte olan uluslararası örflere göre taraflar, Lahey'deki tahkime başvuracaklardır.] Zira Tahkim Kurulu, 23-29 Nisan 2009 döneminde tarafların tanıklarını dinleyecektir.

Sözde Ebiyi meselesi gelişmeleri işte bunlardır ve bunlardan şu açığa çıkmaktadır: Ebiyi meselesi, Amerika'nın John Danforth'un kozu sayesinde tırmandırdığı, başlarında Amerikan eski Büyükelçisi bulunan uzmanların karmaşık bir hale getirdiği ve Batılı Tahkim Kurulu'nun kararıyla da çözülemeyecek olan bir meseledir. Bu sorun şu iki hedefi gerçekleştirmek amacıyla ortaya çıkarılmıştır:

Birincisi: Güney Sudan'da inşa edilen kabilevî devletle amaçlanan Güney halkının hepsini ilhak etmesidir. Bunun içindir ki Arap Denizi'nin Kuzeyinde yaşıyor olsalar da Dinka Nakuk kabilesinin yaşadığı bölgenin bu devletin sınırlarına dâhil edilmesi kaçınılmazdır.

İkincisi: Petrol zengini olan bu bölgelerin bu devletin sınırları içerisine dâhil edilmesidir. Ta ki inşası hızla mümkün olan bir kaynak teşkil etsin. Zira mevcut ihraç edilen petrolün %70'ni tek başına bu bölge üretmektedir.

Tüm bunlardan da şu sonuca ulaşırız ki sınırların belirlenmesini ve servetler üzerinde çatışmayı kaçınılmaz kılan Güneyin ayrılması planları olmamış olsaydı bu sorun ortaya çıkmazdı.

Sözde Ebiyi meselesinin çözümü ancak aşağıdaki şekilde mümkündür:

Birincisi: Sorun bize yansıtıldığı gibi Ebiyi sınırları üzerindeki anlaşmazlık sorunu değildir. Zira hangi sınırlarla ve hangi yüz ölçümüyle olursa olsun Ebiyi'nin idarî olarak Kuzeye yada Güneye tabi olması sorun değildir. Ancak asıl sorun, Güneyin başka bir devlet haline gelecek olmasıdır. Bu durum da ileride Sudan'ın parçalanması semeresini verecek olan Nifaşa Anlaşması'nı kaldırıp atmamızı ve zavallıların terennüm ettiği gönüllü birlik iddialarını dikkate almamamızı zorunlu kılmaktadır.

İkincisi: Sorunların çözümü bizzat sorunun kendisi olan fasit vakıada aranmamalıdır. Bilakis çözüm, ideolojik siyasî fikirde aranmalıdır. Madem ki azîm İslâm ideolojisi, beşerin yaratıcısından geldiğinden ötürü en yüksek ideolojik siyasî fikirdir:

أَلا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ "Hiç yaratan bilmez mi? Muhakkak ki O, Latîf'tir, Habîr'dir." [el-Mulk 14]

Madem ki böyledir o halde Allahu Subhânehu Te'alâ'nın, kendisine ibadet etmekle şereflendirdiği Müslümanlar olarak bize yaraşan sorunlarımıza ilişkin çözümlerimizi, John Danforth'tan veya kâfir uzmanların raporundan veya devletlerarası tahkim kurulundan almamamızdır. Bilakis çözümlerimizi, ubudiyetin manasını gerçekleştirmek üzere âlemlerin Rabbi olan beşerin yaratıcısından almalıyız. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda sana [İslam'a] muhâkeme olup sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Ve şöyle buyurmuştur:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُّبِينًا "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettikleri zaman mü'min bir erkek ve mü'min bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur. Her kim Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." [el-Ahzâb 36]

Yine Rasûl [SallAllahu Aleyi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:

لا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يَكُونَ هَوَاهُ تَبَعًا لِمَا جِئْتُ بِهِ "Sizden birinizin hevası benim getirdiklerime uygun olmadıkça iman etmiş olmaz."

Ayrıca kendisine muhakemenin caiz olmadığı bir tâğut olması vasfıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kararını reddedip ardından da Ebiyi'nin durumunu Uluslararası Tahkim Mahkemesi'ne -ki o da tâğuttur- sevk etmekle içerisine düştüğümüz alçaltıcı çelişkiden bizleri kurtarması için tüm sorunlarımızın çözümünü yalnızca İslâm yapmamızdır.

فَمَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ "Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?" [Yûnus 35]

Üçüncüsü: Muazzam İslam ideolojisi hükümlerinin etüt edilmesi ve insanlık tarihinin okunulması sonucunda; insanların içinde güvenli, itminanlı, sevgi dolu, ülfetli bir hayat yaşadığı, bölgeciliğin, kabileciliğin insanları ayırmadığı, devletlerinin gözetici bir ideoloji üzere kurulu olduğu böylece Müslüman ve gayri Müslim insanların işlerini, evde babanın evlatlarını gözettiği gibi ihsan ile gözeten, böylece hepsine yiyecek, giyecek, mesken, tedavi, eğitim ve güvenlik gibi esasi ihtiyaçlarını doyurmayı garanti eden, lüks ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için de çalışan başka bir ideolojinin olmadığı görülür. Muazzam İslam ideolojisi ile onun devleti Raşidi Hilafet Devleti'nden başka bunu yapabilecek bir ideoloji yoktur.

Dördüncüsü: Araziye ilişkin bakış; Nifaşa Anlaşması veya İngiliz hukuku veya İngiliz vesikaları veya el-Mesîra ve Dinka kabilesinden hangisinin daha önce bölgeye gelmiş olması esası üzerine değil de İslâmî akîde esası üzerine tesis edilmelidir. Buna göre de Sudan arazisinin hepsinin gözetimi devletin mülkiyetinde olup yerleşme veya ziraat veya benzeri amaçlarla menfaati fertlere ait olan bir haracî arazisidir. Koruluklar, meralar ve ormanlar ise genel mülkiyettir. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

النَّاسُ شُرَكَاءُ فِي ثَلاثٍ فِي الْمَاءِ وَالْكَلأِ وَالنَّار "İnsanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş."

Bunun içindir ki arazi, bir kabilenin mülkü değildir. Bilakis onu, herhangi bir kabileden herhangi bir fert, mesken veya ziraat veya benzerleri olmak üzere şer'î sebeplerle mülk edinir ve şer'an arazinin bir kabilenin mülkiyeti olması diye bir şey yoktur. Bunun içindir ki bir kabilenin bir yere önce gelmiş olması, bu kabilenin fertlerine şer'î sebeplerle mülk edindikleri ve kendisinden fiilen faydalandıkları alandaki haklar dışında ona başka bir şey vermez. Bunun içindir ki hiçbir kabileye Ebiyi, Dinka'nın mıdır yoksa el-Mesîra'nın mıdır diye bir soru sorulmaz. Zira böyle bir soru hatadır.

Beşincisi: İslam, tükenmez maden kabilinden olup Ebiyi ve diğer bölgelerin yeraltında bulunan muazzam servetlerin bölge halkına ait bir mülk olmayıp genel bir mülkiyet olduğuna hükmetmiştir. Tirmizi'nin rivayet ettiği bir hadiste Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

عَنْ أَبْيَضَ بْنِ حَمَّالٍ أَنَّهُ وَفَدَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ فَاسْتَقْطَعَهُ الْمِلْحَ فَقَطَعَ لَهُ فَلَمَّا أَنْ وَلَّى قَالَ رَجُلٌ مِنْ الْمَجْلِسِ أَتَدْرِي مَا قَطَعْتَ لَهُ إِنَّمَا قَطَعْتَ لَهُ الْمَاءَ الْعِدَّ قَالَ فَانْتَزَعَهُ مِنْهُ "Ebyâd İbn-u Hammâl, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gelerek tuz (yatağını) kendisine iktâ etmesini istedi. O da ona iktâ etti. O dönüp gidince meclisten bir adam şöyle dedi: Ona ne iktâ ettiğini biliyor musun? Şüphesiz ona bitmeyen bir su (kaynak) verdin. Bunun üzerine dedi ki: Onu ondan geri aldım."

Dolayısıyla Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Ebyâd İbn-u Hammâl'a iktâ ettiği tuzun tükenmeyecek çoklukta olduğunu öğrenmesinden sonra onu, ona vermekten vazgeçmesi tükenmez madenin; yani bitmeyen miktarı belirsiz çokluktaki madenin insanların geneline ait bir mülk olmasından dolayı fertler tarafından mülk edinilmesinin caiz olmayacağına bir delildir.

Bu adil hükümleri tatbik ve infaz mevkiine koyarak mevcut trajedik, mutsuz, sıkıntılı, harap olmuş ve çatışma halimizi mutlu, güvenli ve emin bir hale dönüştürecek olan ancak İslâm'ı hayatımızda ihya edecek Râşidî Hilâfet Devleti'dir. O halde her iki dârın saadeti, dünyanın ve ahretin hayrı için sizlere çağrıda bulunuyoruz ey insanlar!

فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلا يَضِلُّ وَلا يَشْقَى وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضنكاً "Her kim benim hidayetime uyarsa o asla sapmaz ve bedbaht olmaz. Her kim de Zikrimden (Dînimden) yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur." [Tâ-hâ 124-125]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Özbek Yönetimi, İsmet Hudoiberdiyav'a İşkence Edip Onu Katletti

Londra

İsmet Hudoiberdiyav'nın Özbek hapishanesinde işkence edilip katledilmesi, Kerimov yönetiminin despotluğuna ve zulmüne karşı seslerini yükseltmeye cüret eden Müslümanlara yönelik vahşî Özbekistan kampanyasında son fasıldır.

52 yaşındaki İsmet Hudoiberdiyav, İslâmî siyasî bir parti olan Hizb-ut Tahrir'e üyelik suçlaması ile hapse mahkûm olmasının üzerine 2002 yılında hapse atıldı. İsmet Hudoiberdiyav, 64/48 no'lu Zaravşon Hapishanesi'nde öldürülesiye kadar işkenceye maruz kaldı. Nitekim bu durum, Özbekistan'da insan hakları alanında bağımsız olarak faaliyet gösteren aktivistlerden oluşan Girişim Gurubu [Ienicyatov Gurubu] tarafından da teyit edilmiştir.

Artık onun hanımı Müşerref'e düşen, Kerimov'un hapishanelerinde uygulanan işkence yüzünden ikinci kocasını da defnetmektir. Zira Hizb-ut Tahrir'in aktif üyelerinden biri olan ilk kocası Ferhat Ozmanov da 1999 yılında küresel protestoların kıvılcımını tutuşturacak derecede Kerimov yönetimi tarafından öldürülesiye kadar işkence görmüştü.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Tâci Mustafâ şöyle dedi: "İsmet Hudoiberdiyav'ın, Kerimov'un vahşî yönetimi tarafından katledilmesini şiddetle kınıyoruz. İmamların ve İslâmî aktivistlerin katledilmesinin yanı sıra hiçbir siyasî hareket ile ilişkileri olmayan sıradan Müslümanların katledilmesi, bu yönetimin her türlü siyasî muhalefeti susturma uğraşısı çerçevesinde son on yıl içerisindeki uygulamalarından biri sayılır. İşte bu uygulamalar, bir taraftan insanları diri diri kaynar suya atan bir diktatörü desteklerken, diğer taraftan özgürlük, demokrasi ve hukuk otoritesi çağrıları altına gizlenen bazı Batılı hükümetlerin desteği ile hiçbir esneklik gösterilmeksizin "terörizmle mücadele" kılıfı altında süregelmiştir. "

"İnsanlar, geçtiğimiz günlerde yayınlanan tutanaklarda ifşa olan Amerikan Hükümeti'nin işkence uygulamalarına odaklandığı bir sırada Batının müttefikleri Kerimov, Mübarek ve diğerleri tarafından sistematik bir şekilde uygulanan işkenceleri unutmamalıyız. Hatta bu, bazı zamanlarda Batılı hükümetlere vekâleten yapılmaktadır."

"Daha önce görüşleri yüzünden hapsedilen mahkûmlardan Ferhat Ozmanov, Muzaffer Avazov, Hasaneddîn Alimov, Ömer Aliyev Hasan Irquenoviç, Ienouganov Osman Tursunovic, Saidaminov Nûman, Navazirov Habîbullah, Oriyov Ieichanov ve diğerleri katledildiği gibi İsmet Hudoiberdiyav'da katledilmiştir. Tüm bunlara ve Kerimov yönetiminin binlerce Hizb-ut Tahrir üyesini hapsetmesine rağmen onun despotluğuna ve zulmüne karşı seslerimizi yükseltmeyi sürdüreceğiz."

"İslâmî âlemde yeni bir fecir görünmeye başlamıştır. Bu erler ile Andican'da katledilen Müslümanların akıtılan kanları asla heder olmayacaktır. Zira Hizb-ut Tahrir ve İslâmî Ümmet, bu cürümleri emreden ve infaz eden mücrimleri asla unutmayacaklardır. Ayrıca bu küstah despot karşısında asla boyun eğmeyeceğiz. Aksine sabredip sebatta direnerek hakkı haykırmaya devam edeceğiz ve Kerimov ile benzerlerini tarihin çöplüğüne atmadan önce onları yargılayacak olan İslâmî Hilâfeti yeniden kurmak amacıyla gevşeklik göstermeksizin çalışacağız."

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER