Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Obama'nın yeni Amerikan yönetimini teslim almasından beri, bazı Amerikan yetkililerin yanı sıra Karzâi'nin açıklamalarının, Karzâi ile Amerika arasındaki ilişkinin gerildiğini gösterdiği mülahaza edilmiştir. Bunun yanı sıra Karzâi, Afganistan'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne olan şeref üyeliğinden faydalanmak amacıyla bazı açıklamalarında, tutumlarında ve silahlanma alanında Rusya ve Çin yanlısı eğilimlere sahiptir. O halde ilişkinin fiilen gergin olması, gerek adaylığını engellemek, gerek bu sene yapılacak devlet başkanlığı seçimlerinde kaybetmesini sağlamak, gerekse öldürmek yoluyla olsa bile Amerika'nın artık Karzâi ile devam etmek istemediği anlamına mı gelmektedir? Yoksa bunlar, Karzâi'nin yeniden seçilmesi için insanlar karşısındaki imajını düzeltmek amacıyla Amerika ile müttefik olduğu açıklamalar ve tutumlar mıdır? Ayrıca Amerika, onun gibi bir ajan bulabilir mi? Eğer varsa kimdir?

Cevap: 1. Öncelikle Demokrat Parti'nin Afganistan'a yönelik politikasının, önceki Bush yönetiminin politikasından köklü bir şekilde farklı olduğunu hatırlatmak kaçınılmazdır. Nitekim şu anda Amerikan Başkan Yardımcısı olan Joseph Biden, Obama'nın yönetime ulaşmasından önce Afganistan'a önem veren ve oraya yönelik Bush yönetiminin politikasını eleştiren Demokrat Parti'nin en önde gelen simalarından biriydi.

Örneğin Amerikan New York Times Gazetesi, Joseph Biden ile Amerikan Kongresi'ndeki iki üyenin geçen senenin Şubat ayında Afganistan'a yaptıkları ziyaret hakkında bir haber aktarmıştır. Haberde, resmî bir öğle yemeği sırasında hükümeti döneminde yayılan yolsuzluk hakkında Karzâi'yi "sorguladıkları", Karzâ'nin de herhangi bir yolsuzluğun olduğu noktasında onları yalanladığı, Biden'in de öfkeyle "artık ziyaret saati bitmiştir" diyerek ona karşılık verdiği ve ziyaret için belirlenen süre dolmadan ülkeyi terk ettiği geçmiştir!

Aynı gazete, 08.01.2009'da ise şöyle demiştir: "Artık hem Karzâi, hem de Afganistan açısından koşullar değişmiştir. Zîra hem Washington, hem de halkı tarafından istenmediğini artık Karzâi'nin kendisi de görmeye başlamıştır." Ve şöyle ekledi: "Obama, Karzâi'yi güveni hak etmeyen biri olarak tanımlamıştır." Gazete, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın da şu sözünü aktarmıştır: "Karzâi, bir uyuşturucu devletinin devlet başkanlığını yapmaktadır." Gazete haberine şu sözü ile son vermiştir: "Amerikalılar, Afganistan'a yönelik savaşlarında yenilgi korkusuyla endişe duymaktadırlar. Belki de onlar, Karzâi'yi aşarak varoş ve kırsal bölgelerdeki yöneticiler ve valiler ile doğrudan temasa geçilmesi niyetindeler."

Dolayısıyla açıktır ki, mevcut Obama yönetimi Afganistan'ı dış politikasındaki önceliklerinin ilk sırasına koymaktadır. Böylece Obama, seçim kampanyasında değişim meydana getirmek üzerine odaklanmışken Afganistan'da esaslı bir değişim istemektedir. Karzâi de bunun farkında olmasının yanı sıra bir Amerikan ajanı olarak iktidar koltuğunu korumak için Rusya yada Çin gibi başka bir devlet ile işbirliği yapamayacağının da farkındadır. Zîra o, Afganistan'ın hiçbir şehrine hakim değildir ve iktidardaki varlığı Amerikan kuvvetlerinin himayesine bağlıdır.

2. Bundan dolayı Rusya ve Çin ile ilişkilerinin olmasını, Taliban ile savaşında bu büyük devletlerden yardım alması için Amerika'nın onayladığı ve muvafakat ettiği ilişkiler şeklinde yorumlamak mümkündür.

Rusya'nın Afganistan'ı Şanghay İşbirliği Örgütü'ne şeref üyesi olarak kabul etmesine gelince; Karzâi'nin Amerika'dan bağımsız şekilde hareket ettiğini göstermez. Bilakis Rusya, Amerika'ya ajan olan devletlerin bile bu kulübe girmesi için bir saha açmaktadır ki böylece kendi yönündeki cephenin sakinleşmesini sağlayarak bu yönden bir tehlikenin gelmesini engellemiş olsun. Tabi ki bu, Rusya'nın Amerika'ya ajan olan bu devletler üzerinde bir tür nüfuzunun olmasına çalışmadığı anlamına gelmez. Ancak bu durum, Afganistan açısından muhtemel değildir... En azından yakın gelecekte.

Silahlanma alanında Rusya'nın Afganistan'a yardım etmesine gelince; Rusya Devlet Başkanı Medvedev'in, savunma sektöründe Rusya'nın Afganistan'a yardım etmeye hazır olduğu noktasında Karzâi'ye gönderdiği mektupta geçenler, bu yardımı isteyenin bizzat Amerika olduğu anlamına gelmektedir. Çünkü Afgan ordusunun elinde Rus yedek parçalarına ihtiyaç duyan Rus silahları vardır.

Nitekim Karzâi Hükümeti'nin sözcüsü Humâyûn Hâmid Zâde şöyle diyerek bunu teyit etmiştir: "Karzâi'nin, savunma yardımı yapması için Rusya'ya çağrıda bulunmasına rağmen Afganistan, NATO ve Birleşik Devletler ile olan ilişkilerine bağlıdır." Ve şöyle ekledi: "Vatanî ordumuzun donanımları, helikopterlerimiz ve tanklarımız Rus yapımıdır. Bu nedenle bu talep, teknik bir bağımlılıktır ve bizler, NATO ile Birleşik Devletler'e stratejik bir bağlılıkla bağlıyız." Dolayısıyla bu açıklamalarıyla Sovyet saldırısından beri Afganistan'da Rus yapımı uçakların olduğuna işaret etmektedir.

Bu da Karzâi'nin Rusya ile ilişkisinin normal bir ilişki olup devletlerarası çatışma ile bir alakası olmadığını göstermektedir...

3. Binaenaleyh Afganistan'daki rolünün sona ermek üzere olduğunun yanı sıra Obama yönetiminin bizzat kendisini de kapsayan yeni değişimler meydana getirmekte kararlı olduğunu Karzâi'nin kendisinin de bildiğini ve mevcut Amerikan politikasına karşı çıkmasının ise bu sayede kendisini gerçek devlet başkanı göstermeye çalıştığı tiyatro sahnesinden öte bir şey olmadığını söylemek mümkündür.

Diğer bir ifadeyle Obama yönetimi, artık işi biten ve bu göreve devam etmek için uygun olmayan Karzâi'nin dışında başka bir kişi ile şansını denemek istemektedir.

Bu kişinin kim olacağına gelince; Amerika, sırf müptezel bir Amerikan kuklası olduğu herkes açısından ortaya çıkan Karzâi'den daha çok Afgan halkı nezdinde kabul gören bir kişiyi çıkarmak için çalışacaktır.

Her kim olursa olsun Afganistan devlet başkanının popülaritesi, Afganlıların çoğunluğunu temsil etmesinden dolayı Peştun kökenli olmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bundan dolayı Amerika, Yûnus Kanunî, -birkaç sene önce suikasta uğrayan Ahmed Şah Mesûd'un yardımcısı- Kıyam Fehîm, İsmaîl Hân Hâkim Hayrât, Raşit Dostum, Burhaneddîn Rabbânî ve 2001 yılı saldırısı boyunca Taliban'ı devirmek için Amerika ile birlikte komplo kurup Kuzey İttifakı adına çalışan herhangi başka bir şahıs gibi Özbek yada Tacik yada Hazara azınlıklı kökenlerden prestij sahibi önemli şahsiyetleri uzak görmektedir.

Şu ana kadar olan mevcut verilere göre görünen o ki Amerikalılar açısından gelecek Ağustos veya Eylül ayında yapılması kararlaştırılan seçimlerde Karzâi'nin yerini alma noktasında en çok şansa sahip olan kişi eski içişleri bakanı Alî Ahmed Celâlî'dir. Bu da birincisi Peştunlu, ikincisi ise bir güvenlik adamı olmasından dolayıdır. Zaten Amerika açısından istenen de budur. Devlet başkanlığına aday olan diğer isimlerin ise, böyle niteliklere sahip olduklarını düşünmüyoruz.

Bununla birlikte siyasî veriler hızla ilerlemektedir. Beklenen o ki Amerika, Karzâi'ye halef olacak uygun bir şahsiyet bulamazsa seçimleri erteleyebilir ve Karzâi, kendisi gibi bir ajan bulununcaya dek görevine devam edebilir. Yani Karzâi'nin görevde kalması, an meselesidir. Amerika'nın öldürerek ondan kurtulmasına gelince; kendisine ajan olmaktan daha çok ona göre sadık bir memur adamı olmasından dolayı bu muhtemel değildir.

Velhasıl görünen o ki Karzâi ile Obama yönetimi arasındaki anlaşmazlık, Afganistan'daki devlet başkanlığı makamının gerçek bir makam olduğu ve kendisinin sırf bir kukla olmadığı havasını vermek amacıyla Karzâi'nin ortaya koyduğu bir tiyatro sahnesinden öte bir şey değildir. Dolayısıyla Amerika tarafından izin verilen bir ajanda kapsamına girmesinden dolayı bu, bir anlaşmazlık sayılmaz.

Son olarak deriz ki: Mevcut Obama yönetimi Afganistan'da, başarısızlığı ortaya çıkan Bush yönetiminin üslubundan farklı yeni bir üslup takip etmek istemektedir. Afganistan'daki kötüleşen durumları iyileştirmek, ardından da Amerikan kuvvetleri ile müttefikleri üzerindeki güvenlik baskısını hafifletmek amacıyla Karzâi gibi işi bitmiş simaların devre dışı bırakılarak başkalarıyla değiştirilmesi ise bu metodun gerekliliklerindendir.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Ey Hainler! Korkunun Ecele Faydası Yoktur

Müslümanları aldatmak ve Yahudi varlığını meşrulaştırmak amacıyla ilan edilen kıytırık Filistin Otoritesinin başkanı hain Mahmut Abbas Başbakanlıktan yapılan açıklamaya göre "Filistin-‘İsrail' sorununu ele almak, Gazze'de ateşkesin kalıcı olması için atılabilecek adımlar ve Filistin'de ulusal uzlaşı faaliyetlerinde gelinen son noktayı gözden geçirmek üzere" 06.02.2009'da Türkiye'ye geldi. Yine kendisi gibi Yahudi varlığının bekası için çırpınan Türkiye'deki hain liderlerle bir dizi görüşmelerde bulundu. Yapılan açıklamalarda daha önce de çokça tekrarlanmış bildiğimiz barış teraneleri dillendirildi.

Cumhurbaşkanı Gül, Abbas ile 07 Şubat 2009'da yaptığı ortak basın toplantısında şunları söyledi: "Şu bir gerçek ki bugün kalıcı bir barışın sağlanması ve kalıcı bir barışın sağlanması için de Filistin Bağımsız Devleti'nin kendi topraklarının üzerinde muhakkak kurulması ve ancak o zaman ‘İsrail' ile yan yana, güven içerisinde yaşayabilmeleri gerekmektedir." TBMM Başkanı Köksal Toptan ise "'İsrail' ve Filistin'in varlıklarını 1967 sınırları içinde sürdürmeleri görüşünde olduğunu" açıkladı. Ayrıca, Filistin ile ‘İsrail' arasında kalıcı barışın önemine işaret ederek "Bu sürece Hamas'ın da dahil edilmesi ve siyasi sorumluluğa Hamas'ın katılması gerekir. Bu yapılmadığı takdirde, bölgedeki ‘radikal' unsurların güç kazanacağı endişesindeyiz" ifadesini kullandı.

Bu hainlerin dile getirdiği "Bağımsız Filistin Devleti" Müslümanlar nezdinde kulağa hoş gibi gelen ancak gerçekte gasıp Yahudi varlığının bekası için tasarlanan ihanet tuzaklarından bir tuzaktır. Böylelikle Filistin için gerçek çözüm olan Yahudi varlığının yok edilmesi farzından İslami Ümmeti uzaklaştırarak meseleyi sadece "Bağımsız Filistin Devleti" meselesi haline getirip Yahudi varlığı yararına sorumluluklarını yerine getirmiş olacaklardır. Bu minvalde Yahudi varlığı lehine "barış" adını verdikleri ihanet projesini kabullenmeyenleri de "radikal" olarak nitelemektedirler.

Muhakkak ki daha kurulmadan hainleri endişeye sevk eden İkinci Raşidi Hilafet Devleti Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın vaadi, Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesidir. İkinci Raşidi Hilafet Devleti kurulduğunda ise, hainlerin kurduğu tüm tuzaklar boşa çıkacak, onlara yürek acısı olacak ve onlar hüsranın zirvesini tadacaklardır. Allah'ın izniyle, korkmakta oldukları şey er veya geç başlarına muhakkak gelecektir.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.[Şuarâ 227]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hükümetin, Güney Asya Kuvvetleri Anlaşması'nı, Hindistan Geçit Koridoru Anlaşması'nı ve Amerika ile Ticaret-Yatırım Anlaşması'nı Onaylamak için Acele Etmesi, Sömürgecilere Boyun Büktüğünün Göstergesidir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Hükümetin, Güney Asya Kuvvetleri Anlaşması'nı, Hindistan Geçit Koridoru Anlaşması'nı ve Amerika ile Ticaret-Yatırım Anlaşması'nı onaylamasını protesto etmek amacıyla Munshiganj şehrinde bir yürüyüş düzenledi. Yüzlerce Müslümanın katıldığı bu yürüyüşte, Bangladeş'teki Hizbin Resmî Sözcü Yardımcılarından Murşidîl Hakk ve Şeyh Memnûr Râşid bir konuşma yaptı.

Konuşmacılar, yeni Hükümetin iktidar koltuğunu devralmasının üzerinden daha bir ay geçmeden Richard Boucher ile Hindistan Dışişleri Bakanı Pranab Mukherzee'nin ziyaretlerinin tesadüf olmayıp bilakis Hükümetin Sömürgecilere teslim olduğunu gösteren bir delil olduğunu söylediler.

Ayrıca insanların, Hükümetin bu anlaşmaları uygulamasına geçit vermeyeceklerini vurguladılar. Zîra Güney Asya Kuvvetleri Anlaşması, Amerika, İngiltere ve Hindistan tarafından İslâm'a karşı açılan savaş silsilesinin halkasından öte bir şey değildir. Bunun yanı sıra Hindistan, bizim kuvvetlerimizi kullanmak amacıyla içeride kendisi ile savaşan savaşçıları bastırmak için de bu kuvvetleri kullanacaktır. Ticaret-Yatırım Anlaşması'na gelince; ülkenin ekonomisine hakim olması için Amerika saha açacaktır. Bunun yanı sıra bu anlaşma, fikrî mülkiyet-telif hakkının haram olması gibi şer'î hükümlerle de çelişmektedir.

Hindistan'a Bangladeş üzerinde geçiş izni veren anlaşmaya gelince; siyasî bir intihardır. Kaldı ki bu, ekonomik bir zararın da ötesinde bir güvenlik felaketidir. Zîra Hindistan, bunu askerleri ile askerî donanımları için bir geçit olarak kullanacaktır.

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Fiyatların Pahalılığı Sorununu Çözmede Geçen Hükümet Başarısız Olduğu Gibi Mevcut Hükümet de Başarısız Olacaktır

-ut Tahrir / Bangladeş, bugün, başkent Dakka'daki "Imperial International" otelinde "Fiyatların Yükselmesine İlişkin Çözüm-İslam'da İktisadî Nizâm" başlıklı açık diyalog konferansı düzenledi. Açılış konuşmasını Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed'in yaptığı konferansa Dr. Seyyid Ğulâm Mevlâ, Şeyh Abdurrakîb Hân ve Ebû Hamza Muhammed el-Me'mûn da katıldı.

Muhyiddîn konuşmasında, Bangladeş'te fiyatların yükselmesini çözmeye muktedir bir hükümetin bulunmadığını vurguladı. Üstelik son günlerde temel emtia fiyatlarının indirilmesine yönelik vaatlerinde yan çizmeye teşebbüs ettiğini açıkladı. Zaten Kapitalizm İktisat Nizâmı'nı -ki fiyatların yükselmesinden sorumlu olan nizâmın tâ kendisidir- tatbik eden Hükümet'ten beklenen de budur. Bu nedenle mevcut hükümetin de geçmiş hükümet gibi sorunu çözmekten aciz kalacağını hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz.

Temel Emtia Fiyatlarının Yükselmesine İlişkin Tek Çözüm, İslamî İktisat Nizâmıdır.

Nakit Sistemi:

Mevcut yönetim sistemindeki mevcut nakit sistemi, enflasyonun baş sorumlusudur. Zîra Kapitalizm İktisat Nizâmı, dilediği zaman para basması için hükümete tam bir yetki verirken, İslâm, dilediği zaman para basması için hükümete bir yetki vermez. Zîra İslâm, altın ve gümüş sistemini, para basımında itimat edilen bir esas yapmıştır. Çünkü altın ve gümüşün zatında ayni bir değeri vardır ve bu tedavüldeki mevcut kâğıt parada bulunmamaktadır. Bunun için İslamî Devlet'teki nakit sistemi, esasının istikrarlı olmasından dolayı istikrarlı bir sistemdir. Bunun en çarpıcı örneği Bangladeş'te biz her yıl %5 ilâ %10 arasında enflasyona şahit olurken, Osmanlı Hilâfet yönetimi sırasında seksen sene sadece %7 olmuştur.

Temel İhtiyaçların Giderilmesini Garanti Etmek İçin Hilâfet'in Dağılıma Yoğunlaşması:

İslâm, beşerin ihtiyaçlarına genel bir bakışla bakmaz, bilakis bizzat her bir ferdin ihtiyacına bakar. Dolayısıyla İslâm, fertlerin ihtiyaçlarının doyurulmasını toplumu oluşturacak şekilde bir zümreye terk etmez. Zîra Allah [Subhânehu ve Te'alâ], beşeriyeti muazzam servetle nimetlendirmesinin ardından, tebaanın her bir ferdinin temel ihtiyaçlarını gidermesini Hilâfet'e farz kılmıştır. Ancak ekonomik sorun, bu servetin dağılımıdır. Örneğin, 2007 yılındaki dünya hububat üretimi 2.13 milyar ton iken, beşerin bundaki ihtiyacı 1.01 milyar tondur.

İslâmî Hilâfet, Gıda Bakımından Kendi Kendine Yeterliliği Garanti Edecektir:

Geçen Hükümet, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi Sömürgeci kuruluşların direktiflerine göre ülkenin ekonomik yapısını değiştirmeye yeltendi. Böylelikle millî ekonomiyi, bağımsızlık ve yeterlilik esasına inşa etmek yerine küresel ekonomiye bağımlı bir hale getirdi. Mesela tarım desteğini kaldırarak bunu Batılı devletlere hizmet eden fabrikalara tedarik edilen hizmetlere ve enerjiye verdiler.

Ancak Hilâfet Devleti, kendi kendine yeterliliği garantilemek için aşağıdaki tedbirleri alacaktır:

  • Toprağı olmayan çiftçilere toprak iktâ edecek.
  • Tebaayı, ekili olmayan metruk ölü arazileri işletmeye teşvik edecek.
  • Ziraatlarına gereken ilgiyi gösterebilmeleri için zayıf çiftçilere enerji, gübre ve su temîn edecek.
  • İhtiyaç duymaları halinde çiftçilere faizsiz krediler verilecek.

Hilâfet Devleti, ekonomisini sadece tarım üzerine kurmayacaktır. Bilakis tarımın yanı sıra sanayiye, yeraltındaki petrol, gaz, kömür ve benzerlerini çıkarmaya yönelecektir. Böylece İslâmî Ümmet, Hilâfet Devleti'nin kurulmasıyla ekonomik açıdan ümmetlerin en önünde olacaktır. Buna mukabil ise Allah, İslâm'ın tatbikinden yüz çeviren kimselere sıkıntılı bir hayat vaat etmiştir. Zîra Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Her kim beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz ki onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz Kıyâmet Günü onu kör olarak haşredeceğiz." [Tâha 124]

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudiler Karşısında Zelilleşen Filistin Otoritesi, Müslümanların Başına Bela Kesilerek Bir Grup Hizb-ut Tahrir Şebâbını Kaçırmakta ve Tutuklamaktadır

Silfit İli Bedyâ şehrindeki Hizb-ut Tahrir şebâbı, Hanîf İslâm adabına ve öğretilerine aykırı eylemlerde bulunan bir kadın derneğinin şaibeli faaliyetlerine geçen yazdan beri karşı çıkmış, bu derneğin fahrî başkanının Filistin Otoritesi'nin Silfit'teki temsilcisi Vâli'nin olduğu ortaya çıkmış, bu derneğin varlığına karşı çıkmak ve şehirdeki yıkıcı faaliyetlerini durdurmak için insanların Hizb'in şebâbını desteklemesi ve onlarla birlikte hareket etmesi Vâli'yi öfkelendirmiş, bunun üzerine şehrin önde gelenleri ve seçkin aileleri ile birlikte hareket ederek derneğin kapatılmasını ve faaliyetlerinin durdurulmasını talep etmek üzere polise giden Hizb'in şebâbından dördü tutuklanmış, onları suçlayacak bir suç unsuru bulunmaması ve Silfit Sulh Hakimi'nin serbest kalmalarına karar vermesiyle Vâli, Yüksek Adalet Mahkemesi'nin kararıyla serbest bırakmak zorunda kalıncaya dek hakimin kararını hiçe sayarak zimmet karşılığında onları yirmi bir günden fazla idarî olarak göz altına almıştı.

İşte o zamandan beri Otorite, şehirdeki Hizb'in şebâbını takip etmektedir. Zîra kişisel çıkarları ve aşağılık amaçları uğrunda Otorite ve birimleri ile alay eden Vâli'nin emriyle güvenlik birimleri, Bedyâ şehrindeki Hizb-ut Tahrir şebâbını takip ederek gece yarısından sonra çetelerin ve işgal ordusunun tarzı ile evlerini basarak onları korkuttular, bazılarını kaçırdılar, akrabalarını rehin aldılar, onlardan bir kısmını tutukladılar ve onlara işkence ederken vahşî üsluplar kullandılar. Yargı kararı ile onları serbest bırakmak zorunda kalınca da ortalık kısa bir süreliğine dindikten sonra Yahudi yerleşimci çetelerinden başkasına yaraşmayacak utanç sahnesi tekerrür etmiştir. Nitekim Vâli ile Otorite'nin İslâm ve Müslümanlarla savaşmaktan başka bir derdi yokmuşçasına geçen Cuma günü Hizb'in şebâbından beşi kaçırılıp tutuklanarak bu suç eylemlerine bir yenisi eklenmiştir. Kayda değerdir ki bu şebâbtan birisi hakkında Yüksek Mahkeme, ikinci kez suçsuz olduğuna karar vermiş ve 28.01.2009 günü serbest bırakmıştır. Müslümanların başına bela kesilerek muhlis davet taşıyıcılarını takip ederken Yahudiler karşısında ne kadar "cesur" olduğunu cümle âlemin bildiği Otorite, Müslümanların maslahatlarını umursamaksızın Hanîf İslâm hükümlerini, dahası benimsediği beşerî hukuku hiçe sayarak olmayan egemenlikten bir şey elde etmek amacıyla işte bu şekilde devam etmektedir. Bu da 27.01.2009 günkü İçişleri Bakanı'nın "Artık çatışma, insanları kimin kazanacağı üzerinde dönmekte olup onlar, [yani otoritenin birimleri] insanların güvenini ve muhabbetini kazanmalıdır" şeklindeki sözünün insanlara zulmedilmesinin ve hurumatlarının çiğnenmesinin kastedildiği şifreli bir sözden öte bir şey olmadığını göstermektedir.

Gerek Otorite, gerek onu temsil eden herkes, gerekse onu destekleyip arkasında duranlar şunu iyi bilmelidir ki Hizb-ut Tahrir ve şebâbı, İslâm'ın emîn bekçisi olmak için Allah'a yemin etmişlerdir. Allah'ın izniyle hiçbir şey onları daveti taşımaktan alıkoyamayacaktır, azimleri kırılmayacak, ne hapishane, ne işkence, ne de takibat onları yıldıramayacaktır. Zîra onlar, Rableri ile izzetlidirler, imanları ile güçlüdürler ve Allah'ın nusretine olan güvenleri sarsılmayacaktır. Yine hem Otorite, hem de İslâm ile Müslümanlara düşman olan herkes iyi bilmelidir ki Allah'ın izniyle Allah'ın nusreti ve Hilâfet gelecektir. İşte o zaman Ümmet, kendisine zerre kadar hıyânet edip tek bir kelime bile olsa düşmanlarına yardım edenleri asla affetmeyecektir. Elbette ahretin azâbı daha büyüktür. Keşke bilselerdi. وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine galiptir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Filistin
Medya Bürosu

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Keşmir Günü Münasebetiyle Hizb-ut Tahrir, İşgal Altındaki Müslümanların Beldelerinin Kurtarılmasının Tek Yolu, Orduların Cihat Etmesidir Sloganı Altında Bir Yürüyüş Düzenledi

 

Hizb-ut Tahrir, Keşmir Günü münasebetiyle Lahor şehrinde bir yürüyüş düzenledi. Yüzlerce Müslümanın katıldığı yürüyüş, "İslâmî İttifak Evinden" başlayarak ana cadde üzerindeki basın kulübünde son buldu. Göstericiler, Keşmir'in de arasında bulunduğu işgal altındaki Müslümanların beldelerinin kurtarılması için İslâmî orduların harekete geçmesini talep eden pankartlar açtılar.

Yine göstericiler, "Bizleri Keşmir'e Bağlayan Bağ: لا اله إلا الله" ve "Hilâfet Ümmet'in İsteğidir" şeklinde sloganlar attılar. Yürüyüşün kapanış konuşmasını Hizb-ut Tahrir üyesi Sa'd Cağrâfanî yaptı ve konuşmasında şöyle geçti: "Keşmir'in de arasında bulunduğu işgal altındaki İslâmî beldelerin tamamındaki Müslümanlar, kurban üzerine kurban vermektedirler. Ancak buna karşın Kâfirlerin çıkarlarına hizmet etmek üzere, istemedikleri halde Müslümanların boyunlarına musallat edilen bu yöneticiler, dökülen bu masum kanların hiçbir değeri yokmuşçasına ifrata kaçmaktadırlar. Dahası her ne zaman Müslümanların meselelerine ilişkin çözüm ortaya atılsa Birleşmiş Milletleri en ideal çözüm sahibi göstererek Müslümanları saptırmada haddi aşmaktadırlar! Oysa cümle âlem bilmektedir ki Birleşmiş Milletler, Kâfirlerin çıkarlarından başka hiçbir şey için çalışmayan Amerika'nın elindeki bir kukla olmaktan öte bir şey değildir. Ancak Müslümanların hain yöneticileri, onları Müslüman kardeşleri ile savaşmakla meşgul etmektedirler." Ve konuşmasını şu sözü ile tamamladı: "Kabîleler bölgesindeki ve Svat Vâdisi'ndeki kardeşleri ile savaşmak yerine Kâfirlerle savaşması için Müslüman orduları seferber etmeye muktedir olan ancak Hilâfet'tir."

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Hillary Clinton, Hem Gazze'nin Yeniden İmarı için Fon Temin Edilmesi, Hem de Gazze'ye Yönelik Süregelen "İsrail" Bombardımanı için Silah Temin Edilmesi Sözü Veriyor!!

Obama'nın sık sık değişim hakkında konuşmasının ardından Hillary Clinton'ın, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı kimliliği ile Filistin'e yaptığı ilk ziyaretinin ardından Amerika'nın Ortadoğu politikası için her hangi bir değişim önerisinde bulunmaması şaşırtıcı değildir.

Hillary Clinton, "İsrail" Cumhurbaşkanı Şimon Perez ile düzenlediği basın toplantısında şöyle dedi: "Birleşik Devletler, "İsrail'in" güvenliğini sağlamayı ve kendisini müdafaa etme hakkı olduğunu tam taahhüt eder." Dolayısıyla Birleşik Devletler'in mücrim "İsrail" işgaline yönelik desteğinin sürmesi, Ortadoğu'daki Amerikan politikasının sabitelerindendir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Mustafâ Tâci şöyle dedi: "Hillary Clinton, "İsrail'in" son bombardımanın akabinde daha fazla insanın katledilmesi gölgesinde yaptığı açıklamasında geçtiği gibi "İsrail'in" güvenliğinin sağlanmasına tam taahhüt vermektedir."

"Aynı gün bu taahhüdün öncesinde de alaycı bir tavırla "İsrail" yıkımının akabinde Gazze'nin yeniden imarı için yaklaşık 900 milyon dolar fon yardımı taahhüdünde bulunmuştur. Oysa gayet iyi bilmektedir ki "İsrail", Gazze'yi kendi hükümetinin temin ettiği silahlarla bombalamıştır ve bombalamaya devam edecektir."

""İsrail" varlığının vahşî katliamlarına verilen bu sabit destek, Obama'nın Filistin'e ilişkin olarak "milletlere doğru giden yeni yol" şeklinde isimlendirdiği husus hakkında bazılarının beslediği her türlü ümidi yok etmelidir. Amerikalı liderler gidip gelebilir ve bazı politikalar değişebilir. Ancak Birleşik Devletler'in, İslâmî âlemdeki egemenlik ve sömürü amaçlı sömürgeci dış politikasında hiçbir somut değişim olmayacaktır."

"Bizler inanıyoruz ki İslâmî âleme yabancı müdahalenin durdurulmasını ve Filistin'in bir bütün olarak kurtarılmasını sağlayacak yegâne yol, Hilâfet'in yeniden kurulmasıdır. Böylelikle geçmişteki selamet ve mazideki yaşam geri gelecektir."

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Böyle Mizansen Görülmedi!

29 Ocak 2009 Perşembe günü, Davos'ta Dünya Ekonomik Forumu kapsamında gerçekleştirilen ''Gazze, Orta Doğu'da Barış Modeli'' oturumunda Recep Erdoğan, Yahudi varlığının sözde Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in sözlerini değerlendirirken panel yöneticisinin müdahalesini gerekçe gösterip, "Benim için Davos bitmiştir. Bundan sonra da Davos'a katılmam'' sözlerini sarf ederek, oturumu terk etti. Gazetecilere yaptığı açıklamalarda da oturum yöneticisinin çifte standart uyguladığına dair değerlendirmelerde bulundu. Sözde atışmanın konusu ise Erdoğan'ın Yahudi varlığına meşruiyet vasfı yükleyerek söylediği "orantısız güç kullandığı" yönündeki sözlerine karşılık, Peres'in Erdoğan'a sesini yükselterek "haklı" olduklarını iddia etmesiydi.

Recep Erdoğan, gösterdiği bu sözde tepkiyle tüm dünyanın dikkatlerinin çekildiği bir tiyatro sahnesinde kendisine biçilen rolü oynamıştır. Ancak Erdoğan, onun müptezelliğini bilenlerin gözünde çok kötü bir oyuncudur. Bu oyun, belki kısa dönemde gündemi meşgul etmeye, yerel seçimlerde oy toplamaya, medya eliyle "Erdoğan'dan büyük rest" başlıklarıyla Müslüman halkımızın yıllardır beklentisi içinde olduğu "güçlü lider" imajı oluşturmaya yarayabilir, ABD'nin Erdoğan için biçtiği "İslami Beldelerin (sözde) Ağabeyi" misyonunu dünya önünde daha da barizleştirmekte kullanılabilir.

Başta izzet ve şeref sahibi bir yönetici, Yahudi varlığı yararına düzenlenen böyle bir oturuma katılmaz. Diğer yandan diyelim ki Peres'in tavrından Erdoğan gerçekten rahatsız oldu ve o anda, İslam Ümmeti'ne karşı ihanetinden, işlediği cürümlerden nedamet duyarak, izzet ve şerefine sahip çıkmak istedi o halde oturum yöneticisine kızmak yerine, "Yahudi varlığı gayri meşru bir devlettir. Bu gayri meşru varlıkla tüm ilişkilerimiz iptal edilmiştir. Filistin'in çözüm yeri burası değildir. Vakit, bu gayri meşru varlığı ortadan kaldırmak üzere harekete geçme vaktidir. Artık söz bitmiştir. " diyerek TSK'ya gerekli talimatları vermek üzere salonu terk etmeliydi.

İlişkileri tümden iptal etmek şöyle dursun, kamuoyundan Yahudi varlığı ile ilişkilerin askıya alınması yönünde gelen seslere Erdoğan "bekara karı boşamak kolay" sözü ile karşılık vererek bunun imkansızlığına işaret etmiştir! O halde AKP hükümeti yetkililerinin, yerel ve uluslararası Müslüman kamuoyunu meşgul ettikleri fakat Yahudi varlığı ve arkasındaki sömürgeci kafir devletler ile ilişkilerin tamamen kesilmesi sonucunu doğurmayan ve Silahlı Kuvvetler'i mübarek Filistin toprağı ile Mescid'il Aksa'yı necis Yahudilerden kurtarmak üzere hareket ettirmeyen bu açıklamalarının ve davranışlarının kıymeti nedir, ağırlığı nerededir?! وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِن يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ "Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki dayanmış kütükler gibidir. Her sayhayı kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları katletsin, nasıl da döndürülüyorlar!" [Munafikun 4]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER