Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Köklü Değişim Dergisi ile Röportaj

Köklü Değişim Dergisi'nin, son bir haftadır, medyada çıkan haberlerde Hizb-ut Tahrir'in, soruşturması devam eden Ergenekon terör örgütü ile ilişkilendirilmesi hakkında kamuoyunu ilk ağızdan bilgilendirmek için Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcülüğü'nden mail yoluyla talepte bulunması üzerine, cevapları sayın Yılmaz Çelik tarafından gönderilen ve metni aşağıda sunulan röportaj gerçekleştirilmiştir.


Soru: Sayın Çelik, 19.09.2008 tarihinde düzenlenen son Ergenekon operasyonunda, Hizb-ut Tahrir ile Ergenekon terör örgütünün bağlantılı olduğu iddialarına yer verilmiştir. Bu iddialar hakkında neler söylemek istersiniz?

Cevap: Bu iddialar, elbette asılsız ve mesnetsizdir. Üstelik yeni bir şey de değildir. Geçmişte de Hizb-ut Tahrir'in önünü kesmek üzere çeşitli iftiralar ve karalama kampanyaları düzenlenerek Hizb-ut Tahrir, yıpratılmak ve Müslümanlar nazarında düşürülmek istenmiştir. Fakat hiçbir zaman başarılı olamamışlardır.

Her ne zaman Hizb-ut Tahrir, kamuoyunda ağırlığını hissettirmişse, onunla fikrî ve siyâsî alanlarda mücâdele edemeyen müflis kalemşörler, çoğu zaman kendilerinin dahi inanmadığı yaftalar vurmaktan sakınmamışlardır. Bunlardan biri de bu Ergenekon yaftasıdır. Oysa bu tür saldırılar, geçmişten günümüze Hizb'e eziyetten başka hiçbir zarar vermemiş, bilakis her defasında Allah'ın izniyle daha da güçlenmiştir. Kapitalist Demokrasi ve Laiklik gibi çirkef düşüncelere iltifat edenlerin, kapsamlı ve mükemmel İslâmî fikirlere sahip Hizb-ut Tahrir gibi bir parti ile hiçbir zamanda ve zeminde mücâdele edemeyecekleri açıktır. Bunun için zebânileri ve yardakçıları ile bu Laik sistem, bu tür mesnetsiz iftiralara, kara çalmalara, çamur atmalara başvurmaktan başka çare bulamamaktadır. Bunu Nebîmiz Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ve O'ndan önceki Nebîler [Aleyhim-us Selâm]'ın sîretlerinde de açıkça görebiliyoruz. Onların hak dâvâları karşısında, hasımları iftiradan, kötü sözden, hakâretten, işkenceden, hapsetmekten, sürgün etmekten ve dahi katletmekten başka ne yapabildiler? Bugün de öyledir. O açıdan bütün bu saldırıları normal karşılıyoruz. Normal karşılamadığımız husus, bu tür saldırıların Rasûlümüze, Kitâbımıza ve her tür mukaddes değerimize saldıran İslâm düşmanlarından değil de, kendi Müslüman kardeşlerimizden geliyor olması, onların bu tür saldırılara alet ve aracı olmasıdır. Üzücü olan budur. Yoksa bunların bize herhangi bir zarar vereceğinden endişemiz yok. Biz bu yola Allah için çıktık, Allah için ilerliyoruz, Allah'tan nusret ve zafer bekliyoruz, Allah'ın vaadine îmân ediyoruz. Biz Allah'a tevekkül ettiğimiz sürece, O'nun rızâsını gözettiğimiz sürece, O'nun Rasûlü'nü adım adım takip ettiğimiz sürece, onlar bize hiçbir şeyle zarar veremezler. Bakınız, Rabbimiz [Subhânehu ve Te'alâ] biz mü'minlere nasıl bir vaatle güç katmaktadır:

وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ  "Mü'minlere nusret vermek de üzerimize bir hak (borç) olmuştur." [Rûm 47]

Ayrıca Kerîm İslâm Ümmeti'nin öncü parçalarından biri olan halkımız, kamuoyunu yakından izlemekte ve dile getirmese de kendince bir yargıya varmaktadır. Biz bu halkın içine uzaydan gelmedik. Bilakis bu halktan bir parçayız ve çevremizdeki herkes bizi, şebâbımızı ve nasıl bir kitle olduğumuz yakından tanımaktadır. O nedenle atılan bu iftiralar ve tekrarlanan bu yalanlar, ancak müfterilerin ve yalancıların Ümmet nezdindeki güvenilirliğine zarar vermektedir. Hep diyoruz, yalancının mumu yatsıya kadar yanar diye. Hakikat ortaya çıkınca kimin doğru, kimin yalan söylediğini herkes görecektir. Daha da önemlisi, bu zâlim Küfür sisteminin çöktüğü gerçeğini görmeye başlayacaktır.

Göreceksiniz, bir süre sonra bu yalanların ve iftiraların arkası kesilecek, devamını getiremeyecekler, onlarca medya organında geçen bunca haber bıçak gibi kesilecek, sanki yaptıkları yanlarına kâr kalacakmışçasına bir anda herkes sus-pus olacak. O takdirde herkes bunların âni maslahatlara hizmet eden çirkin bir tezgâh olduğunu anlayacaktır. Aradan bir müddet geçince, başka bir fırsat doğunca tekrar ortaya çıkıp yeni yalanlar, yeni iftiralar ve yeni çamurlarla yeni bir tezgâh kurulacaktır. Bu hep böyle devam edip gidecektir. Allah onların tuzaklarını başlarına geçirip bâtıl olduğunu açığa çıkardıkça, onlar ibret alıp cürümlerine son vermek yerine, yeni bir tezgâhın hazırlıklarına girişeceklerdir. O nedenle herkes, İslâm Dâvâsına yönelik bu çirkin çarkın farkında olmalı, ona göre tavır almalı, onların bu tür saldırılarına üzülmek yerine azimlerini keskinleştirip hayırlı amellerini artırmalıdır. Aynen Efendimiz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yaptığı gibi. Hani O'na nice saldırılar yapılmıştı, hakâretler edilmişti, sahâbesine mübârek gözleri önünde nice işkenceler edilmişti de bu durum, O'nun sabrını ve azmini artırmaktan, nihâyetinde Allah'ın vaat ettiği nusrete ve zafere ulaşmaktan başkasıyla sonuçlanmamıştı.

Bütün bu hakîkatleri göz önünde tutarken, asıl cevaplanması gereken soruyu sormalıyız: Bu iftira ve karalama kampanyaları niçin? Neden biz hedef seçiliyoruz?

İnkârına mahâl olmayan gerçek şu ki Müslümanların başına çöreklenen bu Laik-Kemalist sistem kurulduğu günden bugüne Ümmet'in kıymetlerini heder etmiş, halkına zulmetmiş, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini Sömürgeci Kâfirlere peşkeş çekmiş, dînlerine ve mukaddeslerine saldırmış, canlarını, mallarını, namuslarını hiçe saymıştır.

İşte böylesine bir ortamda ümmetin içinde ümmetle birlikte çalışmaya başlayan Hizb-ut Tahrir, bu fasit vakıaya boyun eğmemiş, Sömürgecilerin kurmuş olduğu bu iğrenç çarkın içine dalıp onunla birlikte hareket etmeyi asla kabul etmemiştir. Bunun içinde hep hedef tahtasında olmuştur.

Şayet biz Kapitalist-Laik-Demokratik Küfür sistemini kabul edip, cürümlerini görmezden gelip Ümmet'in canına, malına, ırzına değer vermeseydik, yani onlar gibi olsaydık yahut onların uşağı olsaydık, bu tür iftiralara maruz kalmaz, envâ-i türde baskılarla karşılaşmazdık, bilakis bu gün bize iftira atıp şebâbımızı zindanlara gönderenler tarafından taltif edilip el üstünde tutulurduk. Fakat bizler zinhar zilleti kabullenmedik, zinhar zulme boyun bükmedik, zinhar sömürgeciliğe susmadık, zinhar dînimize ve ümmetimize dönük saldırılara rızâ göstermedik! Bilakis dînimizi ve ümmetimizi, canımız, malımız, sevdiklerimiz pahasına hep savunduk ve de hep savunacağız, Allah'ın izniyle. Ne kâfirin küfrü, zâlimin zulmü, ne fâsığın fıskı, ne mücrimin cürmü, ne de hâinin hıyâneti bizi asla yıldırmamıştır, yıldıramayacaktır. Onlar zulüm ve fesat dolu, kokuşmuş bâtıl dâvâları üzerinde böylesine körü körüne ısrar ve inat ederlerken, biz hak ve hakîkat olan aydınlık dâvâmız uğrunda şehâdeti arzulamaz mıyız hiç? Allah bizi hidâyete erdirmişken, bundan sonra dalâlete sapar mıyız hiç?

 

Soru: Sizce, Türkiye'nin bir iç meselesi olan Ergenekon terör örgütü ile küresel bir çalışma yaptığı bilinen Hizb-ut Tahrir, neden aynı kareye oturtulmaya çalışılıyor? Bu tür provokatif haberlerin Hizb-ut Tahrir'in dünya genelinde yapmış olduğu Hilafet konferanslarının akabinde yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Hepimizin mâlumu ki bu sistem, küresel Sömürgecilik sisteminin bir parçasıdır. Nasıl ki bizim buradaki çalışmamız küresel Hilâfet projesinin bir parçasıysa, benzer şekilde buradaki yönetimin ve yöneticilerin çalışmaları da küresel Sömürgecilik projesinin bir parçasıdır. Dolayısıyla burada meydana gelen yerel bir olayın küresel politikanın parçası olması anormal değildir. Örneğin, biliyoruz ki Türkiye'nin terörle mücâdele politikası, aynı isimli küresel politikaya paralel seyretmektedir.

Şu durumda küresel bazda Kapitalist sistem fiilen çökmüştür. Fakat İbn-u Haldun'un tespit ettiği gibi, herhangi bir yönetim veya düzen, ömrünü tükettiği, fiilen çöktüğü halde, halen ayakta kalabiliyor, varlığını sürdürebiliyorsa bunun tek bir sebebi vardır: Bu çökmüş sisteme nihâî darbeyi vurup onun yerini alacak alternatif bir güç ortaya çıkmamıştır.

Bugün küresel Kapitalist sistemin varlığını sürdürebilmesinin en temel nedeni budur. Bu sisteme alternatif olabilecek tek bir ideoloji vardır, o da İslâm'dır. O yüzden, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra Kapitalist Batı dünyası önünde İslâm'dan başka bir alternatif sistem kalmadığı gerçeği gün yüzüne çıkmış, o yüzden 11 Eylül'den sonra İslâmî coğrafyaya yönelik kapsamlı bir proje devreye sokulmuştur. İsmi, bazen Yeni Amerikan Yüzyılı, bazen Büyük Ortadoğu Projesi, bazen başka bir şey olsa da, aslında proje aynı projedir; İslâm'ı alternatif olmaktan çıkaracak derecede İslâm'a ve Müslümanlara savaş açmak, İslâm Ümmeti'nin kısa zamanda dünyanın birinci devlet mesâbesine gelmesini sağlayacak siyâsî bir güç haline gelmesini engellemek! Daha açık bir ifadeyle onların savaş açtığı şey, Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti Projesi, bu proje lehine çalışan ihlâslı mü'minler ve bu projenin gerçekleşmesini arzulayan İslâmî Ümmet'tir.

Bu projenin liderliğini yapan da yarım asrı aşkın bir süredir Hizb-ut Tahrir'dir. Kurulduğu 1953 yılından bu yana geçen zaman zarfında Müslümanların yaşadığı hemen hemen her yere ulaşmış, Hilâfet'in farziyetini ve gerçekleşebilirliğini genel kamuoyu olarak Ümmet'e kavratmış, Allah'ın vaadi, Rasûlü'nün müjdesi, İslâm Ümmeti'nin muazzam potansiyeli ve muhlis bir Hizb'in varlığı ile bu projeye güç katmıştır. Son dönemde Kırım'dan Endonezya'ya, Kenya'dan Filistin'e kadar dünyanın pek çok bölgesinde gerçekleştirdiğimiz konferanslar ve faaliyetler Ümmet'in bu projeye olan teveccühünü ve muazzam desteğini, tüm âleme göstermiştir.

Bunun için Kâfirler, küresel bazda bizâtihi yürüttükleri ve engellemek için gece-gündüz çalışıp plânlar ve raporlar hazırladıkları Hilâfet projesi aleyhinde harekete geçmeleri için, İslâmî topraklar üzerinde kurulu ajan yönetimlere sürekli telkinlerde bulunmakta, emirler yağdırmaktadır.

İşte genel olarak Hilâfet'e, özel olarak Hizb'e yönelik saldırılar ve karalama kampanyaları bu açıdan değerlendirilmelidir. Efendilerinin bu talepleri, telkinleri ve talimatları doğrultusunda, buradaki yönetimler ve payandaları, ellerine geçen her fırsatta Hilâfet'e ve Hizb'e acımasızca, insafsızca, yalanla, iftirayla, ucundan köşesinden bulabildikleri her varsa onunla saldırmaktan geri durmamaktadırlar. Dün "Yeşil Komünist" derlerdi, bugün Ergenekon derler, yarın başka bir şey derler. Ama terörist demekten hiç vazgeçmezler. Aynen Efendimiz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in başına geldiği gibi. Kureyş müşrikleri, her fırsatta O'nu kötülemekten geri kalmazlardı, bununla birlikte "O mecnundur", "O sihirbazdır", "O yalancıdır" demekten hiç vazgeçmezlerdi. Bugün bu sıfatların yerini, "terörist", "fundamentalist", "aşırı" vs. tabirler aldı. Biz ne kadar dil döksek de, ne kadar reddetsek de onlar bu bağnazlıklarına devam ederler, tâ ki Allah'ın emri, vaadi gelip de Küfrün kelimesi en alçak, Allah'ın kelimesi en yüce oluncaya kadar.

 

Soru: Başbakan Erdoğan ile Doğan medya grubu arasında son günlerde meydana gelen çekişmeden de görüldüğü üzere Türkiye'de medya iki gruba ayrılmış vaziyettedir. Bu bağlamda bu iftiraların çıkış menşei olan iktidar yanlısı medya grubunun bu haberleri servis etmekteki maksatları hakkında neler düşünüyorsunuz?

Cevap: Türkiye'de süregelen çatışmanın bir Amerikan-İngiliz nüfûz çatışması olduğunu öteden beri söylüyoruz. Amerika, AKP iktidarı ile müthiş bir fırsat yakaladı ve bunu sonuna kadar kullanmak için her tür riski göze aldı. O kadar ki AKP gibi halkın yarısına yakınının oylarını almış bir iktidar partisi kapatma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Bu çatışmanın yansımalarından biri de medya üzerinde oldu. Amerika, İngiliz güdümlü egemen medyayı önemli ölçüde sarsarak alternatif bir medya gücü oluşturmayı başardı. Öyle ki medya kefesi, Amerika lehine ağır basmaya başladı ve Hükümet'in yaptığı her cürüm, imza attığı her hıyânet, verdiği her peşkeş, yaptığı her zam, yani gerçekleştirdiği her tasarruf, bu güçlendirilmiş medya tarafından savunuldu, desteklendi, doğru gösterildi. Belirttiğimiz gibi Hizb'e ve Hilâfet'e yönelik saldırı kampanyasının küresel bir arka planı vardır ve bu saldırının önemli bir ayağını medya, bilhassa Amerika'nın yükselttiği bu yeni medya cephesi oluşturmaktadır. İngiliz güdümlü medya cephesini ağırlıklı olarak Laik kesim oluştururken, yazıktır ki Amerikan güdümlü bu medya cephesini liberal Laikler ile İslâmî duyarlılığı olan kesimler oluşturmaktadır. Onun için aleyhimizdeki bu son saldırıya kaynak teşkil eden Samanyolu Televizyonu'na gönderdiğimiz reddiyede, İslâmî duyarlılığa sahip olmaları hasebiyle hitapta bulunduk ve şöyle dedik:

* * *

...Yine bu haberi yaparken Allah korkusu ve insaf hudutları dâhilinde hareket ederek, hiç olmazsa Hizb-ut Tahrir'in nasıl bir kitleleşme olduğunu, ne tür bir temele, düşüncelere, metoda ve gayeye sahip olduğunu, internet sitelerinde nasıl yayınlar yapıldığını, bütün bunlar ile İngiliz türemesi Ergenekon şebekesi arasında paralellikler veya azıcık da olsa benzerlikler olup olmadığını incelemeniz gerekirdi.

Yine de bunları görmezden gelerek, Allah'tan korkmaz zâlimlerin ve fâsıkların haberlerine ve iftiralarına itibar ederek, onların Hizb-ut Tahrir'i bu azgın şebeke ile ilişkilendirmeye yönelik komplolarına alet olarak bu haberi yaptığınızı düşünmek istemiyoruz. Bilakis hakkınızda bir Müslümana yaraşır biçimde hüsn-ü zan besliyoruz ve Hizb-ut Tahrir'i ve muazzam Hilâfet projesini gayet iyi bildiğinizin farkında olduğumuz halde, size gayet açık, net ve her akıl ve insaf sahibinin anlayacağı dilden tekrarlıyoruz:

Hizb-ut Tahrir, İslâm ideolojisine dayalı bağımsız, ideolojik, küresel bir siyâsî partidir. Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak gâyesiyle Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın emrettiği ve Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in üzerinde seyrettiği metoda sımsıkı sarılarak yalnızca fikrî ve siyâsî çalışmalarla kendisini sınırlandırır ve bu şer'î metot gereği İslâm'a aykırı her tür şiddet eylemini, örgütünü ve aracını kınar ve reddeder.

Sadece Ergenekon gibi İngiliz güdümlü terör şebekelerini reddetmek ve Ümmet içerisinde kök salmasını engellemek üzere çalışmakla kalmaz, aynı zamanda AKP Hükümeti gibi Amerikan güdümlü fitne şebekelerini de reddeder ve Ümmet içerisinde kök salmasını engellemek üzere çalışır.

O halde bizim Amerikan uşaklarına karşı takındığımız bu keskin tutum ve sert reddiye, sakın sizleri İngiliz uşaklarına meylettiğimiz yahut onlarla ilişkimiz olduğu zehâbına kapılmanıza yol açmasın. Bilakis Allah'tan korkunuz ile her zaman dürüst olunuz, hele şu mübârek Ramazan ayına ihtirâmınız ve oruçlu ağzınız ile daha bir dürüst olunuz.

Sizinle aynı fikirleri paylaşmayan, sizin çizginizde sizinle buluşmayan Müslüman kitlelere takındığınız tavır Bush'un 11 Eylül saldırılarından sonraki tavrına ne de çok benziyor. O da ABD ile birlikte hareket etmek istemeyen her devleti asılsız ve küstah bir şekilde "teröre destek vermekle" itham etmişti. Siz de böyle mi diyorsunuz?

أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ  "İçinizde hiç dosdoğru bir adam yok mu?" [Hûd 78]

Erdem ve basın etiği ilkelerine uygun hareket edip bu reddiyemizi yayınlamanız dileğiyle.

* * *

Tahmin ettiğimiz gibi bizim söz hakkımızı hiçe saydılar ve gönderdiğimiz reddiyeyi yayınlamaktan imtina ettiler. Oysa bu televizyon kanalı Müslümanların paralarıyla Müslümanlara hizmet etmek için kurulmuştu. Böylece Müslümanların temiz rızklarını heba ettiklerini bir kez daha göstermiş oldular.

 

Soru: Ergenekon terör örgütünün taşeron örgütleri olarak PKK, TİKKO, DHKP-C, Hizbullah, el-Kaide, İBDA-C'nin isimleri geçiyordu. Şimdi görülüyor ki Hizb-ut Tahrir'i de bu listeye eklediler. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Cevap: Hizb-ut Tahrir, yapısal olarak, işleyiş olarak ve diğer tüm açılardan bu örgütlerle asla mukâyese edilemez, aralarında esas bakımından hiçbir benzerlik kurulamaz. Dikkat edilirse, bunların hepsi şiddet eylemlerini benimseyen silahlı örgütlerdir. Bizim bunlarla bir arada zikredilmemiz, bizi de şiddet yanlısı terörist bir örgüt gibi göstermek içindir. Ayrıca bunların hepsi hakkında Ümmet nezdinde olumsuz bir imaj oluşturulmuştur ve burada bize karşı da olumsuz bir imaj yansıtma çabası vardır. Oysa Hizb, silahsız, şiddet eylemlerini tasvip etmeyen, asla şiddete başvurmamış ve hiçbir kıstasta ve hukuk sisteminde terörist olarak tanımlanamayacak siyâsî bir parti olduğunu defalarca vurgulamıştır. Dediğimiz gibi, biz ne kadar reddetsek de onlar bize yönelik bu yalanlarını ısrar ve inatla tekrarlamaktan vazgeçmeyeceklerdir. Onların arzularının aksine, Hizb'in Ümmet nezdinde hiçbir olumsuz imajı söz konusu değildir, bilakis itibarı ve heybeti her geçen gün artmakta, Ümmet'in teveccühü göz kamaştırıcı boyutlara varmaktadır. Güneş balçıkla sıvanmaz. Onlar ne kadar çırpınsalar da kötü tuzak mutlaka sahibinin başına geçer.

 

Soru: Bu ve benzeri haberleri Müslümanlar nasıl değerlendirmeliler, böylesi haberlere nasıl yaklaşmalılar?

Cevap: Öncelikle Müslümanların takınması gereken tavır, böylesi bir haberleri duyduklarında temkinli davranıp doğruluğunu araştırıp şer'î hükümlere göre hareket etmeleridir. Nitekim Rabbimiz [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kavli yolumuzu aydınlatıcı bir ışık olmalıdır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ  "Ey îman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, (doğruluğunu) etraflıca araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz." [Hucurât 6]

Müslümanlar bu düstûra uygun davrandıkları sürece, kendileri ve kardeşleri hakkında kurulan tuzaklardan her zaman emin olmuşlardır. Hele ki günümüzde böylesine korkunç bir dezenformasyonun yaşandığı bir dönemde, Müslümanların bu düstûra azami önem göstermeleri ve bilhassa kardeşleri ve kurtuluş projeleri hakkında duydukları her haberi titizlikle incelemeleri gerekmektedir. Eğer bizler Müslümanlar olarak şer'î hükümlere gereken önemi verirsek, Allah Subhânehu mutlaka bize hakkı batıldan ayırt edecek bir furkan verecektir ve bu tür kasıtlı saptırmalardan bizi koruyacaktır.

/ Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

www.hizb-ut-tahrir.org | www.hizb-ut-tahrir.info | www.hizb-ut-tahrir.info/info/turkish.php

Ayrıca şuna dikkat çekmek isteriz: Bu tür sansasyonel haberler, ülkenin asıl gündeminin üzerini örtmektedir. Örneğin, son günlerde AKP hakkında pek çok yolsuzluk haberleri gündemde, AKP ile CHP arasında hakârete varan yakışıksız bir düello sürmekte, devamlı asker cenazeleri gelmekte, küresel ekonomik krizin ülke ekonomisine vereceği ağır tahribatın sinyalleri görülmekte, Ergenekon soruşturmasının yavaşladığı, ilerlemesi gereken mecradan saptığı, ayak takımları ile meşgul olmak zorunda kaldığı, asıl ele başlarına giden yolların kesildiği gerçeği gizlenmekte, Müslümanların mallarını mazlumlara yardım adı altında topladıkları iddiasıyla mahkum edilen Deniz Feneri yolsuzluğunun Müslüman kesimler üzerindeki tahribatı hafifletilmekte, önümüzdeki ay başörtüsü ve kapatma davası hakkında Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararı beklenmekte, Kıbrıs'ta aşağılayıcı bir müzâkere pazarlığı sürmekte, boğazlardan Amerikan savaş gemileri sessiz-sedasız geçmekte, Karadeniz'de fırtınalı günler beklenmekte, Kafkaslar'da gerilim sürmekte, Türkiye ile Ermenistan arasında yeni bir zelîl müzâkerenin zemini döşenmekte, Avrupa Birliği'ne üyelik müzâkerelerindeki tıkanıklığın aşılmasına yönelik şerre alâmet kıpırdanmalar görülmekte... böylesine yoğun bir gündem varken, Ergenekon iddialarıyla Hizb'in meşgul edilerek, kendi derdine düşmesini sağlayarak, içine fitne sokmaya çalışarak, Hizb ile Ümmet arasını açmaya uğraşarak Hizb-ut Tahrir'in tüm bu konularda Ümmet'e gerçeği göstermesi, komploları deşifre etmesi, hıyânetleri açığa vurması engellemek isteniyor. Biz elbette bütün bunların farkındayız ve bu tür saptırmalar, suni gündemler bizim kararlı çalışmalarımızı ve Ümmet'e hakkı beyân etme vazîfemizi durdurmayacaktır. Herkes görecek ki gizlenmek istenen her meselenin hakîkatini ve benimsenmesi gereken İslâmî tutumu, Allah'ın izniyle ve elimizden geldiğince biz beyân edeceğiz. Ne kâfirin küfrü, zâlimin zulmü, ne fâsığın fıskı, ne mücrim cürmü, ne hâinin hıyâneti, ne de sapkının saptırması Allah'ın yardımıyla bizi asla durduramayacaktır.

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir'den, Medyadaki Ergenekon Bağlantısı İddialarına Daha Somut Reddiye

 

İlk kez, 19 Eylül 2008 Cuma günü, Samanyolu Televizyonu'nun ana ve ara haber bültenlerinde dile getirilen, ertesi gün pek çok medya organında koro halinde terennüm edilen Hizb-ut Tahrir'in Ergenekon terör örgütü ile alâkası bulunduğuna dair iddialara vakit kaybetmeksizin yayınladığımız basın açıklamasını yayınlayan, bununla birlikte yeterli bulmayan bazı kerîm kardeşlerimizi mutmain kılmak için bu basın açıklamasını yayınlamaya karar verdik.

Öncelikle bu faziletli kardeşlerimizin, yıllardır tanıdıkları ve kendilerinde hayırdan ve takvadan başkasını bilmedikleri ve görmedikleri Müslüman kardeşleri hakkında Rabbimizin şu kavlini derin derin tedebbür etmelerini beklerdik:  لَوْلاَ إِذْ سَمِعْتُمُوهُ ظَنَّ الْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بِأَنفُسِهِمْ خَيْرًا وَقَالُوا هَذَا إِفْكٌ مُّبِينٌ "Bu iftirayı işittiğinizde, mü'min erkeklerin ve mü'mine kadınların kendi nefislerinde hüsn-ü zanda bulunup ‘Bu apaçık bir iftiradır!' demeleri gerekmez miydi?" [en-Nûr 12] Bu haberi taşıyan Müslüman medya mensuplarından da Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavlini derin derin tedebbür etmelerini beklerdik:  إِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِأَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُم مَّا لَيْسَ لَكُم بِهِ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًا وَهُوَ عِندَ اللَّهِ عَظِيمٌ، وَلَوْلاَ إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُم مَّا يَكُونُ لَنَا أَن نَّتَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ  "Siz bu iftirayı dilden dile dolaştırıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağzınızda geveleyip duruyorsunuz ve bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Oysa bu, Allah katında çok büyüktür. (15) Bu iftirayı işittiğinizde, ‘Bunu konuşup yaymamız bir yakışmaz. Hâşâ, bu çok büyük bir iftiradır' demeniz gerekmez miydi?" [en-Nûr 15-16] Çünkü bu suçlama, gerçekten medya organlarının hafife aldığı kadar basit, önemsiz değildir. Aksine bu suçlamayla, dünya çapında Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'i kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak için gecesini gündüzüne katan, hiçbir kınayıcının kınamasından Allah için korkmaksızın çalışan, bu uğurda nice zulümlere, işkencelere, katliamlara ve hakâretlere mâruz kalan milyonlarca mü'mini zan altında bırakmış oluyorsunuz.

Yine de Rabbimizin kavline icabeten kalplerin mutmain olması için daha açık, daha somut ve daha kesin ifadelerle diyoruz ki: Hizb-ut Tahrir'in Ergenekon gibi hiçbir yapılanmayla herhangi bir bağı yoktur, olmamıştır ve de asla olamaz! Hizb-ut Tahrir hiç kimseyle İslâmî Dâveti taşımak dışında bir maksatla hiçbir temas kurmamıştır, kurmayacaktır ki bu temaslar hiçbir zaman kurumsal düzeyde olmaz, bilakis sadece fertler düzeyinde kalır. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir'in Ergenekon yapılanması ile kesinlikle hiçbir teması olmamıştır ve olamaz da! Ergenekon mensubu olarak bildiğimiz hiç kimseyle de teması olmamıştır ve olamaz da! Fakat biri gelmiş veya biz birini görmüşüz, onunla temas kurmuşuz, dâvetimizi kendisine taşımışız, sonra da adam başka bir şey çıkmışsa, her halükârda bundan biz sorumlu olmayız ve böyle bir durum, bizim o adamın mensup olduğu yapılanma ile alâkamız olduğu anlamına gelmez. Öyle olsaydı, her tür Müslim ve gayri-Müslime İslâm dâvetini taşıyan bir parti olarak, dünyadaki her tür yapılanma ile bağlantılı olduğumuz söylenirdi ki bu açıkça hezeyandır. Bilakis biz dâvetimizi taşırız ve taşıdığımız herkesten İslâm'a tam bir teslimiyetle teslim olmalarını ve sahip oldukları önceki her tür İslâm karşıtı fikri, inancı, kültürü silip atmalarını talep ederiz. Bunun için bünyemize dâhil ettiğimiz herkesi, yaşına, kültürüne, akademik kariyerine, makam-mevki sahibi oluşuna bakmaksızın, benimsediğimiz arı-duru ideolojik kültür ile yeni baştan kültürlendirip fikrî-siyâsî açıdan ideolojik İslâmî şahsiyetler inşa ederiz. Beşerî nazarla kişinin İslâmî ideolojik şahsiyete sahip olduğuna karar verdiğimiz takdirde o kimseyi Hizb'e üye yaparız. Buna sahip olmadığına henüz kanaat getirmediğimiz kişileri, dâris olarak tanımlarız ve onları, arzulanan seviyeye gelinceye kadar kültürlendirmeye devam ederiz, kimseyi de vehimlere, kuşkulara ve benzeri faktörlere binaen dışlayamayız. Dolayısıyla böylesi kimseleri, "Hizb-ut Tahrir üyesi" olarak kabul etmeyiz. Üstelik üyelik kazandırdığımız kişilerin, aslî üyeliğini İslam akidesine ve Hizbî ideolojik İslâmî kültüre bağlılığı ile ilişkilendiririz. Buna göre, kişi görünürde üye sıfatına sahip olsa bile, -beşerin her an yanılabileceği ve dalâlete düşebileceği gerçeğinden hareketle- bu İslâmî kültürü benimsememeye yahut bununla bağdaşmayan tavırlarda bulunmaya başlaması halinde, onu Hizb'e bağlayan bağını kesmiş olur. Bizim üyelik anlayışımız işte budur.

Bu çerçevede, söz konusu operasyon dahilinde alınanlardan sadece birisine Hizb tarafından üyelik verilmiştir ve ismi Mahmut Oğuz'dur. Kendisi daha önce de tutuklanıp hapsedilmiştir. Bizler şu dakikaya kadar bu kardeşimiz hakkında hayırdan ve faziletten başkasını bilmiyoruz. Varsayalım ki -Allah muhâfaza- Şeytan bu kardeşimize musallat oldu, kendisini hak yoldan çıkardı ve onu mel'un Ergenekon şebekesi için çalışmaya sevk etti, bu durumda Hizb-ut Tahrir, Ergenekon bağlantılı mı sayılır? Kesinlikle hayır! Bilakis bu ferdî bir yanlış ve günah olarak kalır ve Hizb'e etki etmez. Öte yandan kardeşimiz Hizb içerisinde yönetici konumunda değildir, sadece bir üyemizdir. Dolayısıyla bu açıdan da ona bir şekilde nüfûz edilmesi kesinlikle Hizb'e etki etmez. Velev ki yönetici konumda olsaydı dahi, yine etki etmeyecekti. Çünkü Hizb-ut Tahrir; İslâmî Akîde esâsı üzerine kurulu, İslâmî fikirleri, hükümleri ve çözümleri tavizsizce benimseyen, hareket çizgisi olarak Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metodundan kıl kadar dahi sapmayı haram addeden, üyelerinden veya hatta yöneticilerinden her kimden kaynaklanırsa kaynaklansın, İslâmî ideolojik eksenin dışına çıkan her adımı mutlak surette reddeden, tek bir liderlik altında elliden fazla ülkede aynı şekilde ve koordinasyon halinde hareket eden küresel, bağımsız, bütünleşik ve etkin bir kitleleşmedir. Dolayısıyla bünyesindeki herhangi bir şahısta, cihazda veya hatta bölgede meydana gelecek bozulmaya, anında müdahale edip yarayı bütünüyle tedavi etme kapasitesine sahiptir. Bunun için kurulduğu 1953 yılından bu yana geçen 55 sene boyunca hiçbir bozulmaya, parçalanmaya ve kamplaşmaya maruz kalmamış yegâne siyâsî partidir. Zîra güçlü kültürü, engin tecrübesi ve keskin mekanizmasıyla, muhtemel her probleme anında müdâhale edebilme kâbiliyetine sahiptir. Şüphesiz böylesi bir kitleleşmenin varlığı, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bu Ümmet'e bir lütfudur, ikramıdır.

Yinelemek gerekirse; Hizb-ut Tahrir'in Ergenekon şebekesiyle veya üyeleriyle hiçbir bağı yoktur ve olamaz. Tutuklananlardan sadece bir tanesi Hizb'in üyesidir ve o kardeşimiz hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz. Allah korusun eğer İslâm'a aykırı herhangi bir suçu varsa, hesabı Allah'a aittir, Hizb de hakkında gerekli idârî prosedürünü işletecektir. Fakat suçsuzsa, şu mübârek Ramazan günü ona zulmedenlerden de Allah hesap soracaktır. Ne Ergenekon, ne de başka herhangi bir grup, Hizb-ut Tahrir'i kendi amaçları için asla kullanamaz, kullanmamıştır ve kullanamayacaktır. Bilakis Hizb, -2005 yılında Fâtih'te gerçekleştirdiği âmel de dâhil olmak üzere- bugüne kadar her ne yapmışsa, ancak ve sadece sahip olduğu İslâmî ideolojinin gereği olarak yapmıştır ve bundan sonra da böyle yapacaktır. Yaptığı ve yapacağı amellerin, hangi siyâsî kesimin hoşuna gidip gitmediğini, kimin çıkarına olup olmadığını ise asla umursamayacaktır. Doğru bildiğini her zamanda ve zeminde, hiçbir kınayıcının kınamasından Allah için korkmaksızın yapacak ve sonuçları konusunda Allah'a tevekkül edecektir.

Son olarak, siz değerli kardeşlerimizden, hakkımızda beslediğinize inandığımız iyi niyet ve hayır duygularına, bu şerir zâlimlerin iftiralarının ve fitnelerinin zarar vermemesine özen göstermenizi rica ediyoruz. Bu vesileyle medyada çıkan bütün haberlere, yorumlara, köşe yazılarına ve benzer yayınlara cevap vermiş bulunuyoruz. O iftiracılara da Rabbimiz [Azze ve Celle]'nın şu kavlini hatırlatıyoruz:  سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ  "Onlara mutlaka Rablerinden bir gazap ve bu dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız." [el-A'râf 152] Umarız her akıl, basiret, feraset ve insaf sahibi için yeterince açık, net, somut ve kalpleri mutmain kılan bir cevap olmuştur.

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Bangladeş'te Hizb-ut Tahrir'e Atılan Militanlık ve Terörizm İddiası; Katıksız Bir Yalan, Hükümet Komplosu ve Bâtıl Propagandadır

Hizb-ut Tahrir, Bangladeş'teki üyelerinin tutuklanmasına tepki olarak Hizb-ut Tahrir'in önemli mekânlarda bomba patlatma tehditlerinde bulunduğu suçlamalarını içeren asılsız medya haberlerini kesinlikle yalanlar. Siyâsî kurban arayışları ve bu tür sahtekârlıklar, bizleri elbette hâin yöneticileri muhâsebe etme ve Hilâfet'i yeniden kurma mücâdelemizden alıkoymayacaktır. Hizb-ut Tahrir gibi siyâsî bir partiyi militanlıkla suçlamak tek kelimeyle saçmalıktır. Oysa Orta Asya ve Arap ülkelerinde binlerce üyesi hapsedilmekteyken ve bazılarına ölüme varan işkenceler yapılmaktayken, Hizb'in 1953 yılında kurulmasından bu yana karıştığı tek bir şiddet eylemi yoktur. Dost-düşman herkes şâhittir ki Hizb-ut Tahrir'in mücâdelesi şiddetten ve militanlıktan uzaktır. Üstelik bütün Ümmet tarafından bilinen gerçek şu ki Hizb-ut Tahrir Hilâfet'i yeniden kurma metodunu, Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Mekke'de geçirdiği 13 yıllık sîretinden almıştır ki o zaman Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hiçbir şiddet eylemi yapması câiz değildi. O nedenle Hizb-ut Tahrir, Hilâfet'in yeniden kurulması için silaha sarılmaya Şeriat'ın ihlâli olarak itibar eder. Doğrusu Bangladeş'teki olağanüstü hâl hükümeti karşısında durma cüreti gösterebilen, olağanüstü hâl kânunlarının tüm hırçın koşulları altında siyâsî faaliyetlerini sürdürebilen ve Amerikan-Hindu hâkimiyetine teslimiyetlerini korkusuzca muhâsebe edebilen yalnızca Hizb-ut Tahrir'dir. İşte bunun için Bangladeş Hükümeti, Hizb-ut Tahrir üyelerini, düzenlemek istedikleri basın toplantısından hemen önce tutuklamıştır ki aralarında çeşitli üniversitelerin profesörleri ve öğrencileri bulunmaktadır.

Medya organlarından ricamız, Hükümet'in Hizb-ut Tahrir hakkındaki "resmî bilgi"lerini yayınlamadan önce, lutfedip bu tür mantıksız haber hikâyelerini Hizb-ut Tahrir'in medya bürosundan doğrulatmalarıdır. Umarız medya organları, bu asılsız haberler hakkındaki bu reddiyemizi basıp yayınlarlar, tıpkı o yanlış haberleri daha önce yayınlamaktan çekinmedikleri gibi!

 

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Hizb'in Rajşahı'ndaki Üyelerinin Tutuklanmasını ve Faaliyetlerinin Yasaklanmasını Protesto Etmeye Yönelik Faaliyet Programını Duyurur

 

Değerli Basın Mensubu Kardeşler,

es-Selâmu Aleykum,

 

Bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum. Hepinizin bildiği gibi Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in üyelerinden ve aktivistlerinden on kişi, 18.09.2008 günü Rajşahı'nda tutuklandı ve ardından çeşitli medya organları Hizb hakkında çeşitli yanlış ve saptırıcı haberler yayınladılar. Bu basın toplantısında, sizinle bu konuyu tartışmak ve gündeme gelen konular hakkındaki sorularınızı almak istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi, Hizb'in mübârek Ramazan ayı münâsebetiyle hazırladığı programların bir parçası olarak, Ramazan'ın ilk günü bir beyanname yayınlayıp dağıttık. 09.09.2008 günü bu beyânı Rajşahı'nda da dağıttık ve ardından çeşitli medya organları, Hizb aleyhinde bir propaganda kampanyası başlattılar. Hizb aleyhindeki bu bâtıl propagandaya karşılık vermek maksadıyla, 18.09.2008 günü Rajşahı Basın Kulübü'nde bir basın toplantısı düzenledik. Yine de yerel polis basın toplantısını durdurdu ve orada hazır bulunan üyelerimizden ve aktivistlerimizden on kişiyi haksızca tutukladı.

Medyaya yaptıkları ilk açıklamada polis, o basın toplantısının izinsiz düzenlendiğini ve olağanüstü hâli ihlâl ettiğini iddia etti. Hepimizce mâlum olduğu üzere 09.09.2007 günü Baş Müşavir [Bangladeş'te Devlet Başkanı olarak görevlendirilen Geçici Hükümet'in Başbakanı, Fahruddîn Ahmed] dâhili politikalar üzerindeki yasağın kaldırıldığını ve 50 kişiden az katılımlı toplantılar düzenlenmesi için izin almaya gerek kalmadığını duyurmuştu. Ardından 12.05.2008 günü Hükümet, bir genelge yayınlayarak bu sayıyı 200'e çıkarmıştı. Dolayısıyla 200 kişiden daha az sayıda katılımla düzenlenen böyle bir toplantının yapılması için hiçbir izne gerek yoktur ve dolayısıyla polisin suçlaması tamamen yanlıştır.

Değerli Basın Mensubu Kardeşler,

Beyannamemize gelince; onu okuyan herkes görecektir ki mevcut çöküntü, gerileme, zillet ve sefâlet içindeki halleri hakkında Müslümanlara yönelik bir mesaj içermektedir. Beyanname Müslümanlara, izzetli geçmişlerini hatırlatmakta ve Râşidî Hilâfet'i yeniden kurarak bütünleşmeleri gerektiğini ve Kur'ân ve Sünnet hükümlerini uygulamaları gerektiğini, böylelikle lider bir ümmet olarak layık oldukları konuma erişebileceklerini bildirmektedir. Kezâ beyanname Müslümanlara, İslâm Âlemi'nde, hepsi de Sömürgecilerin ajanı olan mevcut yöneticileri kaldırmaları farzını yerine getirmeye çağırmaktadır.

Sizlere duruşumuzu bir kez daha hatırlatmak isterim; bütün bu farzlar, yalnızca Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna gore yerine getirilmelidir. Bu metot, siyâsî bir ideoloji olarak İslâm hakkında genel bir kamuoyu ve uyanıklık oluşturmayı gerektirdiği gibi, bu bozuk yöneticilere karşı siyâsî mücâdele yürütülmesini ve onları bertaraf etmek üzere toplumu harekete geçirmeyi de gerektirir. Kuruluşundan beri Hizb-ut Tahrir'in benimsediği metot işte budur ve bizler, başarı için Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'ya tevekkül ederek bu metot üzerinde sebât etmekteyiz.

Bunun içindir ki Hizb-ut Tahrir şiddetten uzak küresel siyâsî bir partidir ve hiç kimse dünyanın hiç birinde, hiçbir zamanda Hizb'in hiçbir üyesinin herhangi bir şiddet eylemine karıştığına dair en ufak bir delil dahi gösterememiştir, gösteremez. Zîra Hizb-ut Tahrir, Hilâfet'i yeniden kurma çalışmasında şiddete asla başvurmaz ve bunu, Kur'an'a ve Sünnet'e aykırı eylemler olarak değerlendirir. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Her kim bir mü'mini kasten öldürürse, onun cezası içerisinde ebediyen kalacağı Cehennem'dir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [en-Nîsa 93]

O nedenle Hizb-ut Tahrir Cemâat-ul Mucâhidîn-i Bangladeş (JMB) [Bangladeş Mücâhitler Cemaati: Bangladeş'te silahlı bir İslâmî örgüt] ile herhangi bir bağlantısı olduğunu kesin bir dille reddeder ve Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'i JMB ile ilişkilendirmeye çalışanların kötü niyetli olduklarını teyit eder. Bunun için bizi JMB ile ilişkilendirmek için kullanılan mektubun kaynağına yönelik bir soruşturma yapılmasını talep etmekteyiz.

Ayrıca Hizb-ut Tahrir, amaçlarına ulaşmak için mevcut sistemle uzlaşma ve bünyesine katılma metodunu da benimsemez. Zîra Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Mekke'deki fâsit ve zâlim yöneticilerle asla uzlaşmamıştır ve dolayısıyla mevcut sisteme katılım, Hilâfet'i yeniden kurmanın metodu değildir ve böyle yapan hiç kimse, Sömürgeci Kâfirlerin kanlı ellerini sıkmaktan kaçınamayacaktır.

Değerli Basın Mensubu Kardeşler,

Son olarak, 19.09.2008 günü Mühendisler Enstitüsü'ndeki protesto toplantısında yapılan beyanlarımızı saptırarak veren bazı medya organlarının aleyhimizdeki bu şerir kampanyalarına cevap vermek istiyorum. Hizb'in üyelerinin ve aktivistlerinin serbest bırakılması talebimizin reddedilmesi halinde insanlara karşı şiddet eylemlerine girişmekle tehdit ettiğimiz şeklinde yalanlar yaymaktadırlar. Dikkat ederseniz görürsünüz ki aleyhimizdeki bu medya propagandasının elebaşı Prothom Alo - Daily Star Grubu'dur. Hepinizin bildiği gibi Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, sürekli olarak bu medya grubunun ve kezâ Sömürgeci efendilerinin İslâm'a ve ehline karşı entrikalarını ve plânlarını ifşa edip onlara karşı koymaya teşvik etmektedir. Sizi ve halkımızı temin ederiz ki Hizb'in üyelerinin ve aktivistlerinin haksızca tutuklanmasına karşı yapacağımız protesto faaliyeti, daima benimsediğimiz mezkur metot gereğince olacaktır ve asla halkın huzurunu ve güvenliğini tehdit eden hiçbir faaliyet programımız olmayacaktır.

Şimdi, üyelerimizin ve aktivistlerimizin serbest bırakılmasını sağlamaya yönelik haklı mücâdelemizde izleyeceğimiz adımlara dönmek istiyorum ki şunlardır:

1.   Mahkemedeki yasal prosedürü sürdürmek ve bu bağlamda mümkün olan her vesileyi değerlendirmek,

2.   Üyelerimizin ve aktivistlerimizin serbest bırakılması için kamuoyunu harekete geçirmek,

3.   Uygun zamanlarda ve mekânlarda protesto toplantıları düzenlemek, ki ileride sizleri bu konuda bilgilendireceğiz,

4.   26 Eylül 2008 Cuma günü Millî Mescit önünde Asr (ikindi) salâhından sonra bir protesto yürüyüşü düzenlemek.

Bugünkü toplantımıza katıldığınız için hepinize teşekkür ederek konuşmama son vermek ve dürüst gazetecilik adına yarın hepinizi bu basın açıklamasının içeriğini yayınlamaya davet etmek istiyorum.

 

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Samanyolu Televizyonu'nun Bir Haberine Reddiye

 

es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Sayın Samanyolu Televizyonu Genel Yayın Yönetmeni,

 

19 Eylül 2008 Cuma günkü ana ve ara haber bültenlerinizde, Ergenekon terör örgütü hakkında verdiğiniz bir haberin içeriğinde şu ifadeleri işittik: "Operasyonun Ankara ayağında gözaltına alınan sivil şahıslarla ilgili olarak da gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu şahısların Hizb-ut Tahrir üyesi oldukları ve eylem hazırlığında oldukları iddia ediliyor. Ergenekon terör örgütüyle irtibatı olan zanlıların, yeni bir 28 Şubat sürecine zemin hazırlamak için dînî hassasiyetleri olan gruplara sızmaya çalıştıkları belirtiliyor."

İlk olarak haberi siz verdiğinizden ve ajanslara düşmediğinden anlaşıldığı kadarıyla bu haberi, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'ndeki kaynaklarınıza dayandırarak vermektesiniz. Oysa bir Müslüman olarak bu zâlim ve fâsık şubeden aldığınız haberler hakkında Rabbimiz [Subhânehu ve Te'alâ]'nın şu kavlini göz önünde bulundurmanız gerekirdi:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ  "Ey îman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, (doğruluğunu) etraflıca araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz." [Hucurât 6]

Yine bu haberi yaparken Allah korkusu ve insaf hudutları dâhilinde hareket ederek, hiç olmazsa Hizb-ut Tahrir'in nasıl bir kitleleşme olduğunu, ne tür bir temele, düşüncelere, metoda ve gayeye sahip olduğunu, internet sitelerinde nasıl yayınlar yapıldığını, bütün bunlar ile İngiliz türemesi Ergenekon şebekesi arasında paralellikler veya azıcık da olsa benzerlikler olup olmadığını incelemeniz gerekirdi.

Yine de bunları görmezden gelerek, Allah'tan korkmaz zâlimlerin ve fâsıkların haberlerine ve iftiralarına itibar ederek, onların Hizb-ut Tahrir'i bu azgın şebeke ile ilişkilendirmeye yönelik komplolarına alet olarak bu haberi yaptığınızı düşünmek istemiyoruz. Bilakis hakkınızda bir Müslümana yaraşır biçimde hüsn-ü zan besliyoruz ve Hizb-ut Tahrir'i ve muazzam Hilâfet projesini gayet iyi bildiğinizin farkında olduğumuz halde, size gayet açık, net ve her akıl ve insaf sahibinin anlayacağı dilden tekrarlıyoruz:

Hizb-ut Tahrir, İslâm ideolojisine dayalı bağımsız, ideolojik, küresel bir siyâsî partidir. Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak gâyesiyle Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın emrettiği ve Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in üzerinde seyrettiği metoda sımsıkı sarılarak yalnızca fikrî ve siyâsî çalışmalarla kendisini sınırlandırır ve bu şer'î metot gereği İslâm'a aykırı her tür şiddet eylemini, örgütünü ve aracını kınar ve reddeder.

Sadece Ergenekon gibi İngiliz güdümlü terör şebekelerini reddetmek ve Ümmet içerisinde kök salmasını engellemek üzere çalışmakla kalmaz, aynı zamanda AKP Hükümeti gibi Amerikan güdümlü fitne şebekelerini de reddeder ve Ümmet içerisinde kök salmasını engellemek üzere çalışır.

O halde bizim Amerikan uşaklarına karşı takındığımız bu keskin tutum ve sert reddiye, sakın sizleri İngiliz uşaklarına meylettiğimiz yahut onlarla ilişkimiz olduğu zehâbına kapılmanıza yol açmasın. Bilakis Allah'tan korkunuz ile her zaman dürüst olunuz, hele şu mübârek Ramazan ayına ihtirâmınız ve oruçlu ağzınız ile daha bir dürüst olunuz.

Sizinle aynı fikirleri paylaşmayan, sizin çizginizde sizinle buluşmayan Müslüman kitlelere takındığınız tavır Bush'un 11 Eylül saldırılarından sonraki tavrına ne de çok benziyor. O da ABD ile birlikte hareket etmek istemeyen her devleti asılsız ve küstah bir şekilde "teröre destek vermekle" itham etmişti. Siz de böyle mi diyorsunuz?

 

أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ  "İçinizde hiç dosdoğru bir adam yok mu?" [Hûd 78]

 

Erdem ve basın etiği ilkelerine uygun hareket edip bu reddiyemizi yayınlamanız dileğiyle,

Ve's Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh.

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

Doğan-Erdoğan Çekişmesi, Çirkin Bir Demokrasi Tiyatrosudur

Son bir haftadır Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı Recep Erdoğan ile ülkenin en büyük medya grubunun patronu olan Aydın Doğan arasında karşılıklı atışmalar ve restleşmeler görülmektedir. Süregelen bu çatışma, hafta sonu Erdoğan'ın beklentileri boşa çıkararak hiçbir somut açıklama yapmaması ve bahsi kapatması ile yatışmaya başlamıştır.

Doğan grubu medyasının, ucu AKP Hükümeti'ne varan dört önemli yolsuzluk olayını gündeme getirmesine, Erdoğan'ın halka hitaplarında sert tepki göstermesiyle başlayan bu kavga sahte bir kavgadır. Zîra Doğan grubunun ortaya attığı iddialar, buzdağının bir kısmıdır sadece. Üstelik bu grup, 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP'yi açıkça gündeme taşıyıp reklamını yaparak iktidara ulaşmasında kritik bir rol oynamıştır. AKP iktidarı boyunca da Hükümet'in izlediği politikaların ve reform adımlarının çoğuna destek vermiştir. Bununla birlikte bu grup içerisinde Amerikan ve İngiliz ağızlarının bulunması Hükümet'i rahatsız etmekte, Aydın Doğan'ın bu İngiliz uzantılarını kovmasını istemektedir. Zîra bu uzantılar, Erdoğan'ı sert dille eleştirmekten, yolsuzluklarını ifşa etmekten ve Erdoğan muhâliflerine dolaylı destek vermekten çekinmemektedir. Ayrıca bu tartışma, AKP hakkındaki yolsuzluk iddialarının gündeme getirilmesinden sonra başlamış gibi görünse de, burada aslında kapatma davasından AKP'nin suçlanarak ve yıpranarak çıkmasının, son zamanlarda sıkça gelmeye başlayan asker cenazelerinin ve Başbuğ'un Genelkurmay Başkanlığı ile birlikte Ergenekon soruşturmasının sekteye uğramış olmasının üzerini örtmek vardır. Çünkü kamuoyunu böylesine meşgul eden bir tartışma çıkmamış olsaydı, gündemde AKP'nin burunların direklerini kıran yolsuzlukları, neredeyse her gün gelmeye başlayan asker cenazeleri ve hızını kaybeden Ergenekon soruşturması olacaktı. Ayrıca önümüzdeki günlerde Anayasa Mahkemesi başörtüsü ve kapatma davalarının gerekçelerini açıklayacaktır ki Erdoğan bu sahte kavgayla, o zaman başlayacak tartışmalara zemin ve mazeret hazırlamaktadır.

Kavganın içi de boştur. Çünkü Erdoğan'ın "açıkladın açıkladın, açıklamadan bir hafta sonra ben açıklayacağım" deyip de yan çizdiği şeyler, suçsa savcılara suç duyurusunda bulunup haklarında dava açılmasını talep edebilir, bir hafta bekleme süresi vererek suça ortaklık etmezdi, suç değilse o zaman bu kadar celâllenmesinin manası kalmazdı. Doğan grubunun ne olduğunu ve 28 Şubat dönemindeki aktivitelerini herkes iyi bilir. Erdoğan'ın hafta sonu yapacağı açıklamalardan geri adım atması, varsa suçların, kirli işlerin ve çirkin oyunların üzerini örtmüştür ki bu bir şahsiyetsizlik ve suça ortaklıktır. Yok, eğer açıklayacağı bir şey yoktu da blöf yapıyorduysa, o halde kamuoyunu ihtirasları ve popülaritesi uğrunda meşgul etmiş, insanları boş beklentiler içine sokmuş demektir ve bu da bir zulümdür. Biz zaten biliyoruz ki bu Kapitalist-Laik-Demokratik sistem, kokuşmuş bir küfür sistemidir. Bu sistem içerisindeki hükümet de, medya da, diğer güç odakları da aynı bataklık içinde yüzmektedir. Allah'ın bilip de bizim bilmediğimiz nice çirkeflikler mevcuttur. Bir gün mutlaka bunlar aydınlığa çıkacaktır. Fakat üzücü olan şu ki halkımız hala bu zâlim ve küstah demokratlardan medet ummakta, onları mazlum, mağdur ve masum görüp haklı bulmaktadır. Oysa Rabbimiz [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra muzaffer de olamazsınız." [Hûd 113]

 

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Büyük Bedir Gazvesi'nin Yıldönümünde, Sâdık el-Mehdî Laik Demokratik Nizâma Çağırıyor ve Hilâfet'i Mâzide Kalmışlıkla Nitelendiriyor

Rabb-ul İzze Subhânehu'nun, [يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ] "[Hak ile Bâtılın ayrıldığı] Furkân günü ve iki ordunun karşılaştığı gün" [el-Enfâl 41] olarak isimlendirdiği Bedr-il Kubrâ Gazvesi'nin yıldönümünde, el-Ensâr'ın imâmı Sâdık el-Mehdî, Hizb-ut Tahrir'in davet ettiği Hilâfet'i, mazide kalmış bir nizâm olarak nitelendirmekte ve onu, İran'daki Velâyet-ul Fakîh'e benzetmektedir. Oysa bilmektedir ki İran'daki nizâm ile Hilâfet nizâmı arasında hiçbir benzerlik yoktur. Zîra şöyle diyordu: "İslâmî Âlem'de gerçek seçenek, sloganlar ve dolduruşa getirme merhalesini aşma zarureti ve şu iki programdan birinin tercih edilmesidir: Ya mazide kalmış Hilâfet ve Velâyet-il Fakîh programı, ya da vatandaşlık haklarını ve dinlerin özgürlüğünü garantileyen İslâmî referansa sahip sivil demokratik devlet programı ki bizim tercihimiz bu ikincisidir."

Herhangi bir nizâmın sağlamlığı ve çözümlerinin doğruluğu, ne tarihten ne de günümüzden kaynaklanır. Bilakis vakıaya mutabıklık boyutundan ve çözümlere kaynak teşkil eden referans noktasının doğruluğundan kaynaklanır. Hiç kuşkusuz herhangi bir nizâm, "fikir ve metot olarak" bir ideolojiye dayanmalıdır. Fikrin esasını ise, aklı ikna eden ve kalbi mutmain kılan doğru bir akîde ile bu fikrin vakıa zemininde infâz edilmesi ve korunması için fikrin cinsinden bir metot oluşturmalıdır. Aklı ikna eden, kalbi mutmain kılan doğru akîdenin de sadece İslâmî Akîde olduğu ve ondan kaynaklanan hükümlerin de siyâsî, iktisadî ve içtimaî yönlerden olmak üzere hayatın tüm sorunlarını çözecek yegane sahîh çözümler olduğu noktasında yeryüzündeki iki Müslüman ihtilâfa düşmez. Çünkü o, insanın yaratıcısı olan Âlemlerin Rabbi Allah'ın katındandır. Nitekim İslâm, azîm İslâm ideolojisinin, vakıa zemininde, yani onu tatbik edecek, Dâvet ve Cihâd yoluyla dünyaya taşıyacak devletin gölgesinde tatbikine yönelik pratik metodu beyân etmiştir. İşte bu devlet, el-Habîb [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sütunlarını tesis ettiği ve temellerini pekiştirdiği Hilâfet Devleti'dir. Bu devlet, sivil demokratik devlet teorisinin sahibi olan Sömürgeci Kâfirin yıkmasına kadar 13 asır boyunca, dünyadaki tüm bakışların odağında bulunan gözde bir konumda olmuş, adalette ve hayırda dünyaya liderlik etmiştir. Kim ne derse desin artık Ümmet izzetinin yolunu seçmiştir ve bu, Sömürgeci Kâfirin fikirlerinden ve nizâmlarından kurtulmak yoluyla onun ilmiğinden kurtulmaya çalışmaktadır. Çünkü Ümmet, hem Allah'tan başka hiçbir sığınağının olmadığına inanmıştır, hem de Hilâfet'in kurulmasının farz olduğunu idrâk etmiştir ve böyle iki tercih arasında kalmadığının artık bilincindedir.  وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkeğin ve mü'mine bir kadının artık işlerinde hiçbir seçeneği yoktur." [el-Ahzâb 36] Hilâfetin farziyetini inkâr eden herkese cevap olarak İmâm el-Kurtubî'nin şu sözü yeter de artar bile: "Bunun (Hilâfet'in) farz olduğu hakkında ne Ümmet arasında, ne de (müctehid) imâmlar arasında hiçbir ihtilâf yoktur, Şeriat'a kadar sağır oldukları için sağırlaşanların rivâyetleri hariç!" Ayrıca Hilâfet, Kerîm Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesidir ki şöyle buyurmuştur:  ... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "Sonra da Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Doğrusu bizler, artık Hilâfet'in zamanının geldiği, vaktinin gelip çattığı, önce Allah'ın izniyle, sonra Ümmetin muhlis evlatlarının çalışmasıyla yaklaşmakta olduğu kanaatindeyiz.

 

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

Müslümanların Topraklarında Bir Yanda Savaşlar, Öte Yanda Tatbikatlar

Kâfirlerin Müslümanların topraklarını istilâ etmeleri, işgâl etmeleri, bombalamaları, servetlerini yağmalamaları, evlatlarını katletmeleri, nesillerini ifsât etmeleri yetmiyormuş gibi, Müslümanların hava ve kara sahaları üzerinde ve karasularında askerî tatbikatlar yapmaktan da geri kalmamaktadırlar ve son zamanlarda bu tatbikatlarda ciddi çekici bir artış gözlenmektedir. Ağustos ayı sonunda Amerikan, Türk ve Yahudi donanmaları arasında Akdeniz'de yapılan deniz tatbikatı, Gürcistan gerilimi öncesinde 40 gün içinde Amerika'nın katıldığı üç ayrı tatbikat ve sonrasında yine Karadeniz'de icrâ edilen NATO tatbikatı, Avrupa Birliği teşvikiyle Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Kıbrıs Rum Kesimi arasında icrâ edilen tatbikat, Eylül ayı sonunda Kırım'da yapılması plânlanan tatbikat ve şimdilerde Konya semâlarında sürdürülen ve Amerika, İngiltere, Yahudi varlığı ve Türk savaş uçaklarının katılımı ile düzenlenen Anadolu Kartalı isimli tatbikatlar...

Havalarımız, karalarımız ve denizlerimiz bize düşman Kâfirlerin kara, hava ve donanma kuvvetlerinin rahatlıkla tatbikat yapabildikleri, topraklarımızın jeolojik özelliklerini yakından görebildikleri, ordularımızın yeteneklerine ve imkânlarına âşina olabildikleri tatbikat alanları haline getirilmiştir. Üstelik bu tatbikatlar, Müslümanlara ilişkin özel maksatlı tatbikatlardır. Meselâ; Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin birlikte katıldığı mezkur tatbikatın senaryosu âdeta Kıbrıs Adası'nı işgâl, Türkiye'den giden göçmenleri kovma ve oradaki Türk askerî varlığını çıkarma planı gibidir. Yine Karadeniz'de yapılan tatbikatlar Rusya'yı hedef alıyor gibi görünse de, aslında hedef bir bütün olarak İslâmî coğrafyadır. Konya'da yapılan ve Yahudi varlığının da katıldığı tatbikat ise İran'ı hedef alıyor gibi görünen bir senaryoya sahiptir. Bilindiği gibi Konya semaları, uzun bir süredir, Yahudi varlığının askerî eğitim alanı haline gelmiştir. Çünkü Yahudi varlığının, Konya ovası gibi geniş ve açık semaları yoktur. 2001'den beri yapılan Anadolu Kartalı isimli eğitim amaçlı tatbikatlar ise genelde yılda dört kez yapılan ve her tür Kâfiri ağırlayan bir yapıdadır. Hiç kuşkusuz tatbikatlar, savaşa hazırlık içindir ve tatbikat yapan söz konusu devletlerin Müslümanlara karşı savaştan başka savaşları yoktur. İster Akdeniz'de, ister Karadeniz'de, ister Ege'de, ister Konya'da, isterse Hayfa'da yapılsın bunları hepsi Müslümanlara karşı savaşın hazırlıklarına dönüktür. Müslümanların toprakları üzerinde böylesi tatbikatlara izin vermek ise Mü'minler aleyhine Kâfirlere egemenlik vermektir ve Allah [Subhânehu ve Te'alâ] bunu kesin bir hükümle yasaklamıştır. وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra muzaffer de olamazsınız." [Hûd 113]

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER