Çarşamba, 29 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Ümmete ve Fikirlerine Komplo Kurmaya Yönelik Konferanslara ve Onun Mefhumlarını, Ölçülerini ve Kanaatlerini Değiştirmeye Yönelik Girişimlere El-Ezher’in Sarığını Takan, İlim ve Alimlerin Cübbesini Giyen Laikler Liderlik Ediyor

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Ümmete ve Fikirlerine Komplo Kurmaya Yönelik Konferanslara ve Onun Mefhumlarını, Ölçülerini ve Kanaatlerini Değiştirmeye Yönelik Girişimlere El-Ezher’in Sarığını Takan, İlim ve Alimlerin Cübbesini Giyen Laikler Liderlik Ediyor

Mısır Haber Kanalı (Nile), 4/8/2024 Pazar günü internet sitesinde, Mısır Evkaf Bakanı’nın, Mekke kentinde düzenlenen 9. Vakıflar ve İslam İşleri Bakanları Konferansı’nın açılış oturumunda yaptığı konuşma sırasında konferansın konusunun önemini şu şekilde vurguladığını aktardı; “İslam İşleri ve Vakıflar Bakanlıklarının mutedil ilkeleri teşvik etme ve ılımlılık değerlerini pekiştirmedeki rolü”, konferansın çalışma gündemi ve geniş kapsamlı ekseni ve Müslümanların kaygıları ele alınmış olup onların sorunları tartışıldı; zira konferansta sunulan konuların başında, “şiddet ve terörizmin ateşini söndürmemiz ve bu zamanımızda dinimize ve vatanlarımıza sadık olmamız amacıyla hepimizin şiddetin, tekfirin, aşırıcılığın, radikalizmin ve şiddetin her biçimine karşı harekete geçebilmemiz için tüm kapasitelerimizin, enerjilerimizin, bakanlıklarımızın, kurumlarımızın ve ülkelerimizin seferber olması amacıyla radikalizm ve aşırılıkla yüzleşme konusunun yanı sıra minberlerin güçlendirilmesi konusu” yer almıştır. Evkaf Bakanı şunları da vurguladı; “Konferansın, önerdiğimiz ve insanlara ulaştırmaya çalıştığımız en önemli ortak hedeflerinden ve gündemlerinden biri; vatan, ulusal aidiyet, vatancılık ve vatandaşlık konusudur. Zira terörist ve aşırılık yanlısı grupların vatanı cüceleştiren ve küçümseyen bir söylem sunma konusunda aktif olduğu geçmiş dönem ve on yıllar göz önüne alındığında bu konu çok önemli bir konudur. Her kim vatanın bir avuç toprak olduğunu, vatanın sömürgecinin türettiği sınırlardan ibaret olduğunu söylerse, mevcut vatanlarımızın ve ülkelerimizin şartlarına saldırmak istiyordur. Her kim de vatanın ümmet fikrinin karşıtı olduğunu söylerse, reddedilir…” Evkaf Bakanı saydığı, takip ettiği, yüzleştiği ve yanlış fikirler sisteminden söküp attığı diğer şeylerin yanı şu eklemede bulundu: “Vatan meselesi büyük bir meseledir; zira Hanif şeriat, insana vatan meselesine saygı göstermeyi öğretmek için gelmiştir.”

Kahire’deki el-Ezher ile Harameyn beldesi arasındaki komplocular bir araya gelerek Batı’nın emrini yerine getiriyorlar ve Batı’nın fikirlerini yayıp onun kültürünü pekiştirmek ve insanları İslam’ın fikirlerinden ve onun siyasi ve pratik akidesinden uzaklaştırmak için çalışıyorlar.

Batı’nın desteklediği ve onun yöneticilerden oluşan ajanlarının hırs gösterdiği konferanslar, otoritesini ve devletini kaybetmiş, kutsalları çiğnenmiş, mukaddesatları ihlal edilmiş ve kanları dökülmüş halkımıza hitap ederek onlardan, mutedillik ve ılımlılıkla bezenmelerini ve radikallikten, aşırılıktan ve terörizmden uzak durmalarını istiyorlar! Dolayısıyla güçleri yettiğince dini söylemi tekellerine alma yolunda çalışıyorlar, insanları dinleri konusunda aldatıyorlar, kendileri dışında İslam hakkında konuşan herkese şüpheyle bakıyorlar, onları şiddetle, radikallikle, terörizmle, Haricilerin dini üzere olmakla suçladıkları gibi insanları Batı'ya boyun eğme ve hain yöneticilerden oluşan ajanlarına itaat etme gerçekliğinden çıkaran doğru düşünceye davet edenleri veya ümmeti birleştirecek ve ülkelerimizi bölen sınırları ortadan kaldıracak İslam Devleti’ni kurmak için davet taşıyanları insanların nefret ettiği vasıflarla suçluyorlar. Bu nedenle konferansçılar-katılımcılar, komplolarını hayata geçirmek için kafa karışıklığına başvuruyorlar, seferberliklerinin şiddet ve terörün ateşini söndürmek ve dinin ve vatanların güvenliği için olduğunu iddia ediyorlar ve insanlara taşımaya ve onların zihinlerinde pekiştirmeye çalıştıkları konferanslarının en önemli hedeflerinin de vatan, ulusal aidiyet, vatancılık ve vatandaşlık meselesi olduğunu vurguluyorlar!

Yani İslam, onun taşınması ve tatbik konumuna getirilmesi, onların hedeflerinin ve söylemlerinin öncelikleri arasında yer almıyor; aksine konferans, İslam ve akidesi yerine vatancılığın bir bağ olması, vatana olan bağlılığın Allah ve Rasulü’ne olan bağlılıktan önce olması, vatan için olan fedakarlığın din ve akide için olan fedakarlıktan önce olması ve vatan kardeşliğinin İslam kardeşliğinden önce olması için bu fikirlerin kabulünü ve insanların zihinlerinde derinleştirilmesini kolaylaştırmak amacıyla İslami söylemin nasıl istismar edilebileceğini tartışıyor. Zira iddialarını destekleyen gerçek şerî bir delil zikretmeden, bağlılık ve savunma talebinin mahalli olan sözde vatanın hakikatine ve gerçekliğine dair bir açıklama yapmadan, hatta Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke hakkındaki, وَاللهِ إِنَّكِ لَخَيْرُ أَرْضِ اللهِ وَأَحَبُّ أَرْضِ اللهِ إِلَى اللهِ وَلَوْلَا أَنِّي أُخْرِجْتُ مِنْكِ مَا خَرَجْتُEy Mekke! Vallahi sen yeryüzünün en hayırlı ve Allah’a en sevimli olan ülkesisin senden çıkarılmış olmasaydım çıkmazdım” kavli dışında bu vatanın nasıl tanımlandığını bile belirtmeden Hanif şeriatın insanlara vatana saygı göstermeyi öğretmek için geldiğini ve vatanı sevmenin ve savunmanın imandan olduğunu iddia ediyorlar; oysa Allah’ın Rasulü’nün kavlinde hiçbir şekilde vatan veya vatancılığa işaret edilmemiş, bilakis Mekke’nin diğer beldelerinden daha üstün olduğunu haber vermiştir. Bu arada Şari’nin bir bütün olarak ümmete yönelik hitabı tek hitap olup Hicaz, Necd, Mısır, Suriye veya başka bir yerin halkı diye hitap etmemiştir. Bilakis tek bir ümmet olması vasfıyla ümmet olarak hitap etmiştir: وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةًDoğrusu bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir.” [Enbiya 92] Ayrıca ümmeti bölmeyi nehyetmiş, toprak, kabile ve ırk taassupçuluğunu zemmetmiş ve milliyetçilik hakkında şöyle buyurmuştur: دَعُوهَا فَإِنَّهَا مُنْتِنَةٌOnu (milliyetçiliği) terk edin çünkü o kokuşmuştur.” Yine ümmetin vahdetinin ve tüm İslam ülkelerinin, kendilerini İslam’a göre yöneten tek bir yönetici altında birleşmiş tek bir devlet olmasının vacip olduğuna vurgu yapılmıştır; zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ أَتَاكُمْ وَأَمْرُكُمْ جَمِيعٌ عَلَى رَجُلٍ وَاحِدٍ، يُرِيدُ أَنْ يَشُقَّ عَصَاكُمْ، أَوْ يُفَرِّقَ جَمَاعَتَكُمْ، فَاقْتُلُوهُİşiniz (yönetiminiz) tek bir adam üzerinde birleşmiş iken her kim gelir de asanızı parçalamak veya cemaatinizi (birliğinizi) bölmek isterse onu öldürün”… Şeriatın vatana saygı duyduğu yalanını nereden getirdiler acaba?! Peki bu vatan, Suudi Arabistan, Mısır, Lübnan ve Kuveyt devleti mi ya da hangisi?! Vatana kutsallık kazandıran şey nedir ki şeriat insanlara ona saygı göstermeyi öğretmek için gelmiş olsun?! Sykes ve Picot’un çizmiş olduğu sınırlar mı ona kutsallık kazandırıyor?! Peki İslam ile yönetmeyen karton devletçiklerin yöneticileri için, ümmetin boynunda bir bağlılık söz konusu olabilir mi?! Bu ülkeleri, Sykes-Picot’un hangarları olarak adlandırabilir miyiz? Ümmet-i Muhammed’in devletçiklerinin olması caiz midir? Ümmetin İslam’dan başka bir şeyle yönetilmesi caiz midir?

Şüphesiz bu konferanslar, el-Ezher’in sarığını takan, kendilerini fetva ve alimlerin adıyla mesh eden laikler tarafından İslam adına ümmete karşı kurulan komplonun ve ümmeti aldatma girişimlerinin bir halkasıdır. Bu arada onlar, Batı’daki efendilerinin kini gibi İslam’a kindar olup İslam’ın temellerini baltalamak ve insanları siyasi ve pratik akidesinden ayırmak için çalıştıkları gibi; rejimlerin desteğine yaslanarak insanları bilinçlendirmeye çalışan ağızları susturmak, insanlara taşıdığı hayrı gizlemek ve kendileri için İslam adına insanları aldatmak kolay olsun diye, iki yüzyılı aşkın bir süredir insanları dinleri hakkında cahil bırakmak için çalıştılar!

Ancak bu konferanslar sırasında ortaya atılanların hepsi, hiçbir gerçek değeri olmayan, geçici hayvani bir bağ olmasından dolayı insanları birbirine bağlayan, bir bağ olmaya elverişli olmayan, sadece vatana bir saldırı olması durumunda ortaya çıkan ve şeriatın zemmettiği cahili milliyetçilik davalarına çağrıda bulunan, bunun da ötesinde kendisinden insanların sorunlarına yönelik tedaviler ve meselelerine yönelik çözümler çıkmayan ve hayatta insanların ilişkilerini düzenleyen kanunlar için bir temel olmaya elverişli olmayan fikirlerdir. Dolayısıyla bunlar, Batı ve ajanlarının, ümmeti etkilemeyi ve ümmet ile ümmeti kalkındırmak ve onun otoritesini yeniden tesis etmek için çalışan ümmetin evlatlarından samimi İslam davetini taşıyanların arasını engellemeyi düşündükleri çöldeki serap olan fikirlerdir. Böylece ümmet için, Batı’nın kendisinden razı olacağı ve onun varlığını, hegemonyasını ve İslam beldelerinin Batı’ya olan bağımlılığını kabul edeceği yeni mefhumlar ve mefhumlarına ve sabitelerine yönelik yorumlar ortaya çıkaracaklardır. Dolayısıyla bu fikirlerin içinde İslam’ın uygulanmasına yönelik bir arayış ya da İslam Devleti’ni yeniden kurmaya yönelik bir çalışma yoktur ki Batı’nın uykusunu kaçıran ve beldemizdeki ajan yöneticilerine, Mısır’ın, el-Ezher’in ve alimlerin ülkesi olmasının yanı sıra tüm ümmetin ilim feneri ve değişim için bir sıçrama tahtası olarak baktığı Mısır rejiminin önderliğinde ümmeti dininden tamamen ayırmak için tüm araçlarını kullanmaları talimatını vermesine neden olan şey işte budur.

Ancak Batı ve onun ajanı olan yöneticiler hayal kırıklığına uğramıştır; çünkü onların taşıdıkları ve yaydıkları tüm bu fikirlerin hiçbir değeri olmadığı gibi çöldeki bir seraptan başka bir şey değildir; bilakis belki de İslam güneşinin ilk ışığının ve onun pratik akidesinin sıcaklığının ortaya çıkmasıyla kaybolan bir seraptan bile daha azdır. Zira İslam’ın fikirleri, temeli akli olarak sabit olan ve kaynağı da kesinlikle Allah Azze ve Celle’nin vahyi olan güçlü fikirlerdir. Bu yüzden Batı ve ajanlarının, doğru bir fikir taşıyanların karşısında durabilecek güç ve enerjisi yoktur. Belki de bu bize, (ABD merkezli düşünce kuruluşu) RAND Corporation’ın 2004 yılında Amerikan yönetimine sunduğu ve içerisinde Hizb-ut Tahrir’i fikirler savaşında ana savaşçı olarak nitelendirdiği raporunda bahsettiği şeyleri hatırlatmaktadır; nitekim burada partinin gücü, İslam’ın fikirlerine sımsıkı bağlılığında, bunları sahih bir fikir olarak taşımasında, bu fikirler hakkında herhangi bir taviz vermeyi reddetmesinde ve bu fikirleri, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in siretinden doğru bir şekilde istibat edilmiş bir metotla yönetime taşımak ve tatbik konumuna getirmek için titizlikle yaptığı çalışmasında yatmaktadır. Zira bizler, yeryüzünde Allah Azze ve Celle’nin vaadinin gerçekleşmesini engelleyecek hiçbir gücün bulunmadığını kesin olarak biliyoruz; bu nedenle bizler, Allah Azze ve Celle’nin yardımına ve kudretine, onların tuzaklarını boşa çıkaracağına tamamen güvenerek şerî metoda göre çalışmak için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.

İslam ümmeti, Arabıyla, Acemiyle, Şamlısıyla, Farslısıyla ve Kürdüyle diğer insanların dışında tek bir ümmet olup Allah onların kalplerini birleştirmiş, İslam kardeşliğini ve akidesini aralarındaki bağ yapmış ve Arap ile Acem, kırmızı, beyaz ve siyah, hatta erkek ve kadın arasında hiçbir fark olmaksızın Şâri Allah Azze ve Celle’nin ümmete yönelik hitabı tek bir hitap olmuş, tüm teklifler ümmet olması vasfıyla ümmete yönelik olmuş olup Mısır, Şam ve Yemen halkına yönelik bir hitap ise göremedik. Dolayısıyla bu, Allah’ın bize yönelik hitabı olduğuna ve O’nun Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bizi tefrika, mezhepçilik, ihtilaf ve milliyetçilik konusunda uyardığına göre o halde nasıl olur da bunları kendimiz için kabul edebiliriz?! Bizimle mübarek topraklardaki halkımızın arası vatan, sınırlar ve tellerle ayrılmışken, hatta bizler onların öldürüldüğünü görüyorken, onlara yardım etmek için elimizi uzatamıyorken ve onlar bizim kardeşlerimiz, Filistin toprakları bizim topraklarımız ve onu özgürleştirme görevi de bizim boynumuzun borcu olduğu halde ordularımız onları desteklemek için harekete geçmiyorken nasıl olur da vatan kardeşliği akide kardeşliğinden önce olabilir?! Dolayısıyla en büyük görev Kenane askerlerinin üzerinde olduğu halde vatan sınırları, şeriatın onlara Gazze halkına yardım etme vacibini yerine getirmelerini engellemektedir; el-Ezher ise şeriatın insanları bu sınırlara saygı göstermeyi öğretmek için geldiğini iddia ediyor!

İslam sınırları ve kavmiyetleri kabul etmediği gibi çok sayıda İslam Devleti’nin olmasına da izin vermemektedir; bilakis İslam Devleti’nin, Halife veya İmam olarak adlandırılan tek bir yönetici tarafından yönetilen tek bir devlet olmasını vacip kıldığı gibi ümmete de ona biat etmeyi, ona itaat etmeyi ve rıza ve tercihle verdikleri otoritesiyle çekişmek isteyen kişiye karşı çıkmayı da vacip kılmıştır. Zira Hilafet veya İmamet, din ve dünya işlerinde tüm Müslümanların genel başkanlığıdır. Nitekim Ebu Said el-Hudri’den Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الْآخِرَ مِنْهُمَاİki Halife’ye biat edilirse, onlardan ikincisini öldürün.” Yine Abdullah İbn-i Amr’dan, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: وَمَنْ بَايَعَ إِمَاماً فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الْآخَرِHer kim bir İmama (Halifeye) biat edip elinin ayasını ve kalbinin semeresini verirse, gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir diğeri onunla (yönetimi ele geçirmek üzere) çekişmek için gelirse, o diğerinin boynunu vurun!” [Müslim rivayet etti.] Dolayısıyla Darü'l-İslam genişlesin ya da genişlemesin, aynı dönemde iki Halifenin İmameti caiz değildir; zira bu, her ne kadar tarihte bunun aksi olmuş olsa da ilim ehlinin belirttiği ve üzerinde icmanın olduğu bir husustur. Dolayısıyla şeriat, ümmet için aynı anda iki devletin olmasını haram kılmıştır; o halde şeriat, sömürgecinin İslam Devleti’ni, İslam ile yönetilmeyen, yöneticileri sahih şerî bir biat ile yönetime      gelmeyen, aksine ümmetin otoritesini gasp eden Batı’nın ajanları olan ve bu konferansçıların da rejimlerinin bir parçası olduğu elliden fazla ülkeye veya varlığı bölmek için türettiği bu sınırlara nasıl saygı gösterebilir?! Burada bizler, onların sözlerine dair şerî bir delil zikretmediklerini vurguladık; biz ise şerî delillerimizi sunduğumuz gibi ümmetin büyük alimlerinden hiçbirinin bunun aksini söylediği, herhangi birinin ümmeti bölmenin caiz olduğunu söylediği ve hiç kimsenin İslam’dan başkasıyla yöneten birine ümmetin itaat etmesi gereken şerî bir yönetici olarak itibar ettiği görülmemiştir.

Bu konferanstakilerin yaptığı şeyi, onlardan önce Mekke müşrikleri ve Yahudiler de yapmıştı; zira bu hak ile batıl arasında devam eden bir çatışma olup batıl kaçınılmaz olarak yenilgiye uğrayacak, kafirler, inatçılar ve dezenformasyoncular istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır; zira ümmet birçok şeyin üstesinden gelmiş ve bilincini artırmış olup otoritesini yeniden tesis etmek ve İslam’ı tatbik edecek, değerlerini ve fikirlerini yüceltecek devletini yeniden kurmak için önünde fazla bir zaman kalmamıştır; işte o zaman onlar, ne gölgelenebilecekleri bir gökyüzü ne de kendilerini taşıyacak bir yer bulamayacaktır.

Devrimlerden sonra ümmet, artık Doların kölesi olan yöneticilerin yaptıklarına güvenmiyor, aksine Rabbinin kendisinden razı olduğu ve sorunlarını da kaçınılmaz olarak çözecek olmasından dolayı İslam’a güveniyor; dolayısıyla eksik olan tek şey, denklemin ve pusulanan yönünü değiştirme imkanı olan Kenane ordusu başta olmak üzere ordu içerisindeki sadık kişilerin İslam projesine samimi ve dürüst bir şekilde yardım etmesidir; bu yüzden onlar ellerini, İslam Devleti’ni kurmak ve İslam’ın hükümlerini Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin altında tatbik konumuna getirmek için çalışan samimi insanların elleri üzerine koysunlar ki Allah bu devleti hızlandırsın ve Mısır askerlerini de onun Ensarları kılsın.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ

Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Mısır Vilayeti Medya Bürosu Üyesi
Said Fazıl

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazdı

Devamını oku...

Yahudi Varlığının Eli Uzun Ama Bizim Ellerimiz Kelepçeli!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Yahudi Varlığının Eli Uzun Ama Bizim Ellerimiz Kelepçeli!

Haber:

“İsrail” Başbakanı Binyamin Netanyahu, “İsrail’in” İran’ın başını çektiği direniş ekseni olarak bilinen şeye karşı çok cepheli bir savaşa girdiğini ve “İsrail” için tehdit oluşturan herkesi her yerde hedef alma sözü verdiğini söylerken bir Yahudi TV kanalı da yaklaşan İran saldırısına “İsrail’in” vereceği cevapla ilgili güvenlik istişarelerinin başladığından bahsetti. (El Cezire)

Yorum:

On yıllardır gaspçı Yahudi varlığı, sanki dünyada eşi benzeri olmayan bir güçmüş gibi tüm Müslüman ülkelerin halklarına ve yöneticilerine, hatta uluslararası kurum ve kuruluşlara ve uluslararası hukuk denen şeye meydan okuyarak Filistin’in içine ve dışına öfkesini, zulmünü ve vahşetini kusmaktadır; hem de milyarlarca insanın ve ellerinde teçhizatların ve ölümcül silahların varlığına ve Allah’ın muhkem aziz Kitabı’nda Yahudileri korkak olarak nitelendirmesine rağmen; zira Subhanehu şöyle buyurmuştur: لاَ يُقَاتِلُونَكُمْ جَمِيعاً إِلاَّ فِي قُرًى مُحَصَّنَةٍ أَوْ مِنْ وَرَاءِ جُدُرٍ بَاْسُهُمْ بَيْنَهُمْ شَدِيدٌ تَحْسَبُهُمْ جَمِيعاً وَقُلُوبُهُمْ شَتَّى ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَ يَعْقِلُونَ   “Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” [Haşr 14] Yine Allah Yahudilere zillet-alçaklık damgası vurulduğunu haber vermesine rağmen; zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُوا إِلا بِحَبْلٍ مِنَ اللهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِAllah’tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmadıkça, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, onlara zillet-alçaklık damgası vurulmuştur.” [Al-i İmran 112] Tüm bunlara rağmen Yahudilerin, sanki başkaları yokmuş ve her şey onların tekelinde ve onlarla sınırlıymış gibi dönüp dolaştıklarını ve ellerinin uzun olduğunu görmekteyiz! Bu nedenle düşünülmesi gereken nedenlerden biri de kafası kesilen birinin tüm organlarının felç olacağı ve işini düşmanına teslim eden birinin de ellerinin bağlı olacağıdır; bugün İslam ümmetinin başına gelen şey işte budur. Zira ümmetin Hilafetinin ve Halifesinin kaybolmasıyla başı vücudundan ayrılmış ve işlerinin dizginlerini dinlerine ve ümmetlerine ihanet eden ajan yöneticilerin ele geçirmesiyle ümmetin iradesi düşmanı tarafından gasp edilmiştir; dolayısıyla ümmetin hali, haliyle bugün olduğu gibi olacaktır.

Uzak yakın herkes çok iyi bilsin ki İsmail Haniye ve arkadaşının İran’ın başkenti Tahran’ın kalbinde suikasta uğraması gaspçı varlığın işlediği suçların sonuncusu olmayacaktır; zira bundan saatler önce de Lübnan'ın başkenti Beyrut'un güney banliyölerinde Fuad Şükrü de suikasta kurban gittiği gibi bundan önce de Suriye’nin başkenti Şam’ın kalbinde İran Büyükelçiliği bombalanmış ve çok sayıda İranlı askeri komutanın ölümüyle sonuçlanmış olup Yahudi varlığı hâlâ her yerde daha fazla cinayet ve suikast tehdidinde bulunup korkutmaya devam ediyor ve kendilerini egemen, korunan ve güvende gören bu ülkelerin başkentlerine ulaşma becerisiyle övünüyor! Zira Yahudi varlığının bakanları ve ordu komutanları açık bir meydan okumayla, varlıklarına karşı harekete geçmekten bahseden herkese ulaşacaklarını ve hiçbir korku ve endişe duymadan Müslüman ülkelerin başkentlerinin derinliklerine saldırabilecek kapasitede olduklarını açıkladılar. Ancak bu başkentlerin yöneticilerinden herhangi bir tepki ve meydan okuma ya da bu vahşi düşmanı caydıracak herhangi bir eylem görmedik! Yani Yahudi varlığı Müslüman ülkelerde başıboş dolaşıyor ve orada burada öldürüyor; peki bu aşağılanmalar daha ne zamana kadar devam edecek ey Müslüman ordular?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah el-Kadi – Yemen

Devamını oku...

İran’ın Yahudi Varlığına Tepki Olarak Utanç Verici Açıklamaları!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

İran’ın Yahudi Varlığına Tepki Olarak Utanç Verici Açıklamaları!

Haber:

İran Devrim Muhafızları ülkenin batısında füze birliklerinin katılımıyla askeri tatbikat yaparkenDevrim Muhafızları sözcüsü, Hamas’ın siyasi büro şefi İsmail Haniye’nin suikastını aptallık olarak nitelendiren Yahudi varlığına yönelik cevabın “belirlenen zamanda” verileceğini vurguladı. (El Cezire)

Yorum:

Filistin meselesi tüm Müslümanların meselesidir; bu yüzden Allah’tan başka ilahın olmadığına ve Muhammed'in Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik eden bir Müslümanın, bu meseleyi şerî bir vacip olarak benimsemesi ve Celle ve Âla’nın şu kavline uyarak bunun için çalışması farzdır: وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir." [Enfal 72] Ayrıca onun Subhanehu’nun şu tehdidinden de korkması gerekir: وَإِن تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْماً غَيْرَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُونُوا أَمْثَالَكُم Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” [Muhammed 38] Zira Müslümanlar, tek bir vücut gibi olan bir ümmettir: إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّىVücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِŞüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; Ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise Benden sakının.” [Müminun 52]

İran’ın son zamanlarda Yahudi varlığına bir tepki olarak yaptığı tüm bu içi boş açıklamalar, sadece Aksa Tufanının başlangıcından bu yana zaten derisi yüzülmüş yüz suyunu korumak içindir! Nitekim İran, öncelikle sorunu sadece Yahudi varlığına darbe indirmekle sınırlandırmakta, mübarek toprak Filistin’in sokaklarında şelaleler gibi akan pak kanları unutmakta, dahası Filistin meselesini benimsemeden “Filistin davasına destek” sloganını yükselterek bu meseleyi milliyetçi ve ulusal bir mesele haline getirmektedir. Zira İran, yetimlerin iniltilerine ve yaslıların feryatlarına kulaklarını tıkamakta, ağzından bu meselenin sadece Filistinlilerin meselesi olduğu ve bunun ötesine geçmediği pisliklerini kusmakta ve İsra ve Mirac topraklarını, kâinatın ve insanların yaratıcısı tarafından lanetlenmiş peygamberlerin ve elçilerin katillerine altın tepside sunmaktadır…

Bu korkaklık ve zillet ile Müslümanların Halifesi Abdülhamid’in sergilediği ihtişam ve mertlik arasında ne kadar da büyük bir fark vardır; zira Abdulhamid Theodor Herzl’in kendisine, Yahudilerin Filistin’e göç etmelerine izin vermesini ve Yahudilere özerk bir yönetim kurabilecekleri bir toprak parçası vermesi karşılığında yirmi milyon sterlin teklif ettiğinde, bu cömert teklife kesin bir ret cevabıyla karşılık verdi ve şöyle dedi: “Doktor Herzl’e bu konuda yeni adımlar atmamasını öğütleyin. Çünkü ben Filistin topraklarından bir karış dahi veremem. Orası benim kendi mülküm değil, İslam ümmetinin mülküdür. Halkım bu topraklar için savaşmış ve orayı kanları ile sulamıştır. Yahudiler milyonlarını kendilerine saklasınlar. Bir gün gelir de Hilafet Devleti parçalanırsa işte o zaman (Yahudiler), Filistin’i para ödemeden alabilirler… Ancak biz hayatta kaldığımız sürece bedenimizin üzerinde otopsi yapılmasına asla müsaade etmeyiz.” Osmanlı Hilafet Devleti yıkıldıktan sonra maalesef başımıza gelen bu olmuştur!

Kalbinde hâlâ kardeşlerinin kanına karşı zerre kadar kıskançlık ve koruma duygusu olan bir Müslümanın bu devleti yeniden tesis etmek için çalışması gerekir; çünkü bu devlet, komutanının ve Halife’sinin arkasında sadık Müslümanlarla birlikte harekete geçmesi için ordularını seferber edecek ve ikiyüzlü kafir kavmi susturmak için ahiretlerini satın alan bu yiğitlerin boğazlarından gür tekbirler yükselecek, böylece Beytu’l Makdis’i özgürleştirecek, İslam’ın ve Müslümanların izzetini ve heybetini yeniden kazandıracak ve onların elleriyle yaratılmışların ve peygamberlerin en hayırlısı Muhammed Salavatu Rabbine ve Selemuhu Aleyhi’nin şu kavlinde geçen müjdesi gerçekleşecektir:  ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِSonra (Yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Amine Arus

Devamını oku...

15 Ağustos: Meyveleri Ziyan Edilen Muhteşem Bir Gündür

15 Ağustos, cumhuriyet rejiminin yıkılışının ve mücahitlerin Kabil’e girişinin üçüncü yıldönümü. Bugün, sadece işgalin yenilgiye uğratılması değil, cumhuriyet rejiminin yıkılışı nedeniyle de tarihi ve kutlu bir gün olarak kabul ediliyor. Bugün, Afganistan’ın Orta Asya ve Pakistan ile birleşerek güçlü bir Hilafete dönüşmesi için tarihi bir fırsat sundu. Ancak ne yazık ki son üç yıldır Batılı güçler, hain bölge yöneticileri ve kötü niyetli unsurlar, yönetim sistemini bu hedeften saptırmaya çalıştılar.

O dönemde bazıları bu olayı “Nusret” olarak adlandırdılar. Tıpkı ‘Nusret’ sözcüğünün kelime anlamı itibariyle toprağı sulayan ve canlandıran ‘yağmur suyu’ olarak tanımlanması gibi dünya çapındaki tüm Müslümanlar da Afganistan merkezli İslam Hilafetinin kurulması yoluyla bir ‘rahmet yağmuruna’ tanık olmayı ümit ettiler. Şer’i bir terim olarak nusret ise, İslami yönetimi kurmak ve korumak için güçlü kişilerin yardım ve destek bildiriminde bulunması anlamına gelir.

Ancak bugün ne yazık ki ‘Nusret’ ya da ‘rahmet yağmuru’nun emarelerini göremiyoruz, sadece ‘zoraki tahakküm’ olarak tanımlanabilecek bir iktidar görüyoruz. Nusret’in hikmet ve güzelliklerinden biri de Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın dininin sağlam bir şekilde yerleşmesine vesile olmasıdır. Öyle ki Müslümanlar, İslam dinini tebliğ etmek, Allah’ın kelimesini yüceltmek, zaferler kazanmak, sınırları kaldırmak, Müslümanların kanlarını ve kutsal mekânlarını savunmak ve insanları bölük bölük İslam’a veya Dar’ul İslam’a girmesine öncülük etmek için cihat etmekle meşgul olan bir devletle birlikte yeryüzünün liderliğini miras alacaklardır.

Ancak son üç yılda Afganistan’daki mevcut rejim, İslam’ı yönetim, ekonomi, eğitim, toplum ve dış politika alanlarında tam ve kapsamlı bir şekilde uygulamak yerine kendi sınırları içine hapsoldu, cihadı askıya aldı, Doğu Türkistan, Orta Asya, Filistin ve diğer topraklardaki mazlumları savunmadı, pratikte kendisini temelde seküler olan küresel düzene entegre etmeye çalıştı. Bu üç yıl içerisinde bırakın insanların bölük bölük İslam’a girmesini milyonlarca insan ülkemizden Batı’ya kaçtı. Ahzab orduları gibi NATO’yu yenenler mücahitler değil miydi? Ama bugün düşmanın kalbindeki mücahit korkusunun her geçen gün azaldığını görüyoruz. Bu, İslami olmayan politikaların uygulanmasının bir sonucudur. Müslümanlar, Ahzab’ta yenilgiye uğradığında, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem uzlaşma için Kureyş’e gitmedi, onlardan yardım istemedi ya da tanınma ve meşruiyet için onlara başvurmadı. Günümüzdeki tüm Müslüman yöneticilerin aksine Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ne kâfirlere karşı hoşgörülü ve yumuşaktı ne de Müslümanlara ve davetçilere karşı sert ve katıydı. Günümüz yöneticileri, kafirlere karşı dostça davranırken, Müslümanları haksız yere zindanlara atmaktadırlar. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

الآننغزوهمولايغزونا؛نحننسيرإليهم  Bundan sonra Kureyş bize asla saldıramayacak bilakis biz onlara saldıracağız.” [Buhari]

Mücahitler arasında İslam’ı gerçekten önemseyen samimi liderler olduğunu biliyoruz ve onların dürüst niyetlerinden zerre kadar şüphe etmiyoruz. Ancak İslam uygulanmadığı ve taşınmadığı zaman en samimi kalpler bile uzun vadede kirlenmekte, iyilik ve zafer fırsatı kaybolmaktadır. Her ne kadar “İslam’ın uygulanması ve taşınması için hazırlıkların ve düzenlemelerin devam ettiği ve acele edilmemesi gerektiği” gibi gerekçeler ileri sürülse de, temel görevlerin yerine getirilmesi ve İslam’ın tam olarak uygulanması ve taşınması için üç yılın uzun bir süre olduğunu beyan ediyoruz.

Müslümanların devlet yönetiminde örnek alması gereken Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem halktan, nüfuzlu liderlerden ve iktidar sahiplerinden aldığı biat ile devletin ilk temelini attı. Bir sonraki adımda ise İslam Devletini diğer devletlerden ayırt eden İslami yönetimin temel ilkelerini ve kırmızı çizgilerini belirledi.

Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem ilk üç yılda ümmet kavramını yüceltti, devlet yönetiminin temellerini attı, dış politikada devletin amacının dini tebliğ etmek olduğunu ve bunun yolunun da savaş ve cihattan geçtiğini açıkça belirtti. Bu nedenle üç yıl içinde Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem İslam Devletinin ordusunu çeşitli gazveler ve savaşlar için sınırlarının ötesine gönderdi. Hicret’in ikinci yılında Bedir Savaşı’nda, sınırlı askeri kaynaklara rağmen Kureyş müşriklerini yendiler.

Ne yazık ki son üç yılda mevcut iktidar, yönetimin temel ilkelerini netleştirmek şöyle dursun, pratikte İslam’ın i’sini bile uygulamadı, halka rehberlik etmedi, aksine halkı bastırdı, davet taşıyıcılarını susturdu, kendi aralarında iktidar yarışı içerisine girdiler.

Mücahit kardeşlerimize dinimizin samimi tavsiyelerden ibaret olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz. Hakimiyeti Nusret’e dönüştürme fırsatı henüz kaçmadı. Yeter ki yönetimde Allah Subhânehu ve Teâlâ ile olan ahdimizi temel alalım ve gerçek müminlerin niteliklerine sahip olalım. Mücahitlerde hala büyük bir hayır olduğuna, aralarında samimiyet ve takvanın yaygın olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle, Allah’ın bir emaneti olan güçlerini İslam’ı uygulamak ve taşımak için kullanmalıdırlar. İslam uygulanmadığında, mücahitler ve sıradan insanlar yozlaşacak ve paramparça olacaklardır. Peki Kıyamet günü Allah’ın huzurunda, bir gün bile Halifesiz ve İslam’ı uygulamadan yaşayanların sorumluluğunu kim üstlenecek?

Devamını oku...

Hindistan Bangladeş Halkını Tehdit Etmeyi Hemen Bırakmalı

Hindistan hükümeti, 9 Ağustos 2024 Cuma günü çıkan haberlere göre, Hindistan-Bangladeş sınırındaki mevcut koşulları izlemek üzere bir komite oluşturdu. Komite, Bangladeş’teki Hint vatandaşlarının ve Hinduların güvenliğini sağlamayı amaçlıyor. Hindistan Sınır Güvenlik Gücü Doğu Komutanlığı ek genel müdürü komiteye başkanlık edecek.

Bangladeş hükümeti ve halkı, Hindistan’a açık bir mesaj göndererek bir yandan bu örtülü tehditlere derhal son vermesini, diğer yandan da firari tiran Hasina’nın topraklarında ağırlanmasını kınamalıdır.

Ülkedeki ABD-İngiliz-Hint etkisini ve müdahalesini sona erdirmek için gerekli tüm adımları atmalıyız. Ayrıca Pilkhana katliamının Hintli ajan komplocularını adalete teslim etmeli ve ülkenin egemenliğini ve güvenliğini koruyabilecek güçlü bir ordu kurmalıyız.

تَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا  “İnananlara en şiddetli düşman olarak, insanlardan Yahudileri ve Allah’a eş koşanları bulursun.” [Maide 82]

Devamını oku...

Rusya’nın Husilere Nitelikli Silah Sağlamaktan Vazgeçmesinin Sırrı!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

El-Raye Gazetesi

Rusya’nın Husilere Nitelikli Silah Sağlamaktan Vazgeçmesinin Sırrı!

Üstad Esad Mansur’un Kaleminden

Amerikan Wall Street Gazetesi 19/7/2024 tarihinde ABD istihbarat kaynaklarına dayandırdığı haberinde, Rusya’nın Yemen’deki İran destekli Husilere gelişmiş gemi-savar füzeleri sağlamaya hazırlandığını ve bunun Rusya’nın Batı’ya karşı bir tırmanışı anlamına geldiğini belirtti.Gazete, ABD’nin Moskova’yı bundan vazgeçirmek için gizli bir kampanya başlattığını ve adı açıklanmayan üçüncü bir ülke aracılığıyla Putin’i bundan vazgeçmeye ikna etmek için diplomatik çaba sarf ettiğini bildirdi.Husilerin gemilere saldırmak için insansız hava araçları, insansız botlar, İran tarafından tedarik edilen balistik ve kanatlı füzeler de dâhil olmak üzere çeşitli silah cephaneliğine sahip olduğunu söyledi. Ancak gelişmiş Rus füzeleri elde etmeleri yeni bir tehdit oluşturuyor.

İngiliz Middle East Eye internet sitesi 27/6/2024 tarihinde Rusya’nın Husilere seyir füzeleri sağlamayı düşündüğünü ancak Suudilerin Rusya’yı bunu yapmamaya ikna ettiğini bildirdi. Bu ise Amerika’nın Ukraynalılara gelişmiş silahlar sağlamasına bir cevaptı.

Amerikan CNN ağının 3/8/2024 tarihinde iki kaynağa dayandırdığı haberine göre ABD, Rusların Husilere füze tedarik etmesini engellemek için çeşitli diplomatik çabalara katılmış ve ayrıca Suudilerden Moskova'yı ikna etmesine yardımcı olmalarını istemiştir. Hem ABD hem de Suudi Arabistan’ın perde arkasından yürüttüğü diplomatik çabalarının ardından Rusya’nın geçen Temmuz ayı sonunda Husilere füze tedarik etmekten son anda vazgeçtiğini söyledi.Rusya, Husilere danışmanlık yapmak üzere sadece bazı askerleri konuşlandırdı.

Buradan hareketle Rusya’nın Batı’nın Ukraynalılara verdiği desteğe bir cevap olarak onları bundan vazgeçirmek amacıyla Husilere gelişmiş silahlar tedarik etmek istediği açıktır; zira Rusya Devlet Başkanı Putin 5/6/2024 tarihinde şöyle diyerek tehdit etmişti: “Rusya, dünyanın dört bir yanındaki Batılı ülkelerin düşmanlarına, Batı’nın Ukrayna’ya sağladığına benzer gelişmiş uzun menzilli silahlar sağlamayı düşünüyor.” (Reuters) Ancak yukarıda da belirtildiği üzere, ABD ve Suudi Arabistan’ın diplomatik çabaları sayesinde bundan vazgeçmiştir.

Bu da Rusların ve Başkanları Putin’in iradesinin, zengin petrol yatakları nedeniyle başkalarını tehdit etme ya da onları ayartma konusunda bir Amerikan aracı olarak kabul edilen Suudi Arabistan’daki çıkarlarını vurmakla tehdit eden Amerika’ya meydan okumak için çok zayıf olduğunu kanıtlıyor; zira Amerika, Suudi Arabistan'ı Ruslarla ilişkilerini geliştirmeye sevk ederek Suudi Arabistan’ın aracılığıyla Rusları, bilmedikleri bir yerden Demokles’in kılıcı haline gelen OPEC Plus’a (OPEC+) girmesini sağlayarak aldattı. Zira Suudi Arabistan’ın petrol fiyatlarını düşürmesi halinde, bu Rusların kârlarını olumsuz etkileyecek olup sert Batı yaptırımlarının gölgesinde onların petrol ve doğalgaz ithalatlarına büyük ölçüde bağımlı hale geleceklerdir; çünkü Ruslar, Çin’in ya da Batı’nın uzun süredir yaptığı gibi sivil sanayilerini küresel olarak cazip bir hale getiremediler.

Aynı zamanda Rusya, ihracat ve ithalat yapmadığı takdirde etkilenmemek için kendi kendine yeterlilik politikasını benimsememiş, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Batı dünyasının bir parçası haline geleceğini ve Batı’nın dostu olacağını zannetmiş, dolayısıyla genişleyen bir devlet olarak varlığının, kendi bölgesindeki, özellikle Doğu Avrupa, Orta Asya ve Kafkasya’daki nüfuzunun veya büyük bir devlet olarak uluslararası konumdaki yerinin ortadan kaldırılmasını planlamamıştı. Dolayısıyla Rusya, ciddi siyasi aptallığı nedeniyle bu samimiyetsiz dostluğa bel bağlamıştır. Oysa Amerikan liderliğindeki Batı’nın kendisini birçok kez aldattığı bilinmektedir; zira Batı, Berlin duvarının yıkılması ve Doğu Avrupa’dan çekilmeyi kabul etmesi ve Ukrayna’daki nüfuz paylaşımını kabul etmesi hususunda onu aldatmıştır; nitekim Ukrayna’daki Sovyet nükleer füzeleri söküldüğünde Amerika’nın Ukrayna’nın güvenliğinin garantörü olarak yanında olacağını kabul ederek Ukrayna’daki amansız siyasi faaliyeti sayesinde Ukrayna sokağını Rusya’ya karşı harekete geçirmeyi ve 2014 yılında ajanı Yanukoviç'i devirmeyi başaran, Zelenski gibi ajanlarını iktidara getirene kadar ajanlar kazanan, ardından onu güçlerini tüketen ve kaderini ve uluslararası konumunu tehdit eden bir savaşa dahil eden Amerika’ya kapısını açmıştır. Ayrıca Rusya, Varşova Paktı’nın dağıtılması ve çok daha fazlası karşılığında NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemeyeceği sözünü verdiğinde de Amerika’nın samimi olduğuna inanmıştır.

Yine Rusya, dünyanın ikinci ülkesi olacağını zannederek Amerika’nın birçok ülkede kendisini kullanmasına izin verdi; zira Amerika’nın ajanı tiran Beşar Esad ve onun suçlu rejimini korumak için 2015 yılından bu yana Amerika’nın izniyle Suriye’ye müdahale etti, aynı şekilde Amerika’nın ajanı Hafter’i desteklemek için Libya’ya müdahale etti ve yine Mali ve başka yerlerdeki Amerikan ajanlarını desteklemek için Wagner güçlerini gönderdi; böylece Rusya, kırılgan sütunlarına dayanarak bu bölgelerdeki çıkarlarını gerçekleştireceğini ve nüfuz sahibi olacağını zannetti.

Şimdi de sadece Ukrayna’nın doğusunda değil, Rusya’nın içinde de bazı yerleri vuran Ukraynalıları destekleyen Amerika ve Batı’ya misilleme yapmak amacıyla Husilere gelişmiş silahlar sağlamak isteyip Amerika ile rekabet eden büyük ve etkili bir ülke olduğunu kanıtlamak istediğinde,özellikle OPEC+ bölgesinde ve ekonomisinden faydalanmak ve Suudi Arabistan ile 1971’de Doları tamamen altından ayırdığında Dolarını Suudi Arabistan’ın petrolüyle güçlendiren Amerika arasındaki Petro-Dolar (ABD’nin Suudilere askeri yardımda bulunması ve bunun karşılığında da petrol ihracatından elde edilen dolarların Amerikan tahvillerine yatırılması konusunda varılan bir mutabakat) anlaşmalarının düşmesi için Dolarla rekabet eden bir BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) para birimi çıkarma planını uygulamada desteğini almak için BRICS’e girmesini istediği Suudi Arabistan ile çıkarlarının risk altında olduğunu görünce geri çekildi.

Artık Rusya’nın, Amerika’nın Hadi liderliğindeki İngiliz ajanlarını BM temsilcisi Cemal Benomar aracılığıyla kandırarak Husilerin 2014 yılında Amerika tarafından iktidara getirildiklerinin, 2015 yılında Suudi ajanına Yemen’e müdahale etme talimatı verdiğinde Husileri koruduğunun, Husileri destekleyen İran’ın Amerika’nın yörüngesinde döndüğünün, onların kendisiyle birlikte olmalarının garantisi olmadığının ve onların, gerek Amerika ve Batı’nın çıkarlarını tehdit etme gerekse kendi merkezlerine acı verici darbeler indiren ve onlar tarafından ciddi bir tepki görmeyen Yahudi varlığını tehdit etme konusunda ciddi ve samimi olmadıklarının farkında olması gerekir. Bu şekilde Rusya mayınlarla dolu siyasi bir sahada ilerlemektedir.

Biz ona nasıl hareket etmesi gerektiğini öğretmek istemiyoruz; zira ne o, ne Amerika, ne de Batı bir cevap vermedi! Dolayısıyla Rusya ve onlar, bizim can düşmanlarımızdır; Allah’tan, onların hepsini kaybedenler olarak önümüze atmasını, bizlere onlara karşı yardım etmesini ve bizleri galip gelenlerden kılmasını niyaz ediyoruz.

Ancak bizi üzen şey, ben Müslümanım diyen birinin, kendi bazı çıkarlarını elde etmek karşılığında Amerika’nın çıkarlarını gerçekleştirmek ve onun bölgedeki nüfuzunu pekiştirmek için Amerika ile birlikte hareket ettiğini görmektir; oysa ben Müslümanım diyen kişi, şayet İslam’ı düşüncesinin temel taşı, anayasasının kaynağı ve fikirlerini üzerine inşa ettiği fikri bir kaide olarak almış olsa; diğer Müslümanlarla birlik için çalışsa ve ülkesini, Batılı ve Doğulu yabancıların ve Yahudi varlığının varlığına son verecek olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için irtikaz noktası yapmış olsa, Amerika olmadan da şeriatın kendisine mubah kıldığı tüm maslahatlarını gerçekleştirmeye muktedirdir. Hilafet, Subhanehu’nun onun için samimi bir şekilde çalışanlara lütfu sayesinde Allah’ın izniyle yakında kurulacaktır.

Kaynak: El-Raye Gazetesi-508. Sayı - 14/08/2024

Devamını oku...

Amerika Ve Gaspçı Varlık Aynı Madalyonun İki Yüzü Gibidir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Amerika Ve Gaspçı Varlık Aynı Madalyonun İki Yüzü Gibidir!

Haber:

Beyaz Saray: “İsrail’i” savunmaya hazırız ve askeri hazırlıklar yapıyoruz. (El Cezire, 15 Ağustos 2024)

Yorum:

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوّاً مُّبِيناً Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.” [Nisa 101] Ve Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونŞayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler.” [Mümtehine 2] Ve Subhanehu ve Âla şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِّنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاءَ وَاتَّقُوا اللهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينEy iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz.” [Maide 57] Ve Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَEy iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” [Maide 51] Ve Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: مَّا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ الْمُشْرِكِينَ أَن يُنَزَّلَ عَلَيْكُم مِّنْ خَيْرٍ مِّن رَّبِّكُمْ(Ey iman edenler!) Ehl-i Kitaptan kâfirler ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler.” [Bakara 105] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur:  الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعاًMüminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.” [Nisa:139] Ve Celle Celâluhu şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَتُرِيدُونَ أَنْ تَجْعَلُوا لِلَّهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَاناً مُبِيناًEy iman edenler; müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?” [Nisa 144]

Ey ülkemin onurlu halkı; bunlar Allah’ın kavlidir ve Amerika yukarıda muhkem ayetlerde geçenleri tamamen gerçekleştirmektedir... Peki Allah’tan başka ilah var mı?!

Dünya fani olduğu gibi vatanlar da fanidir; bizim akıbetimiz ya cennet ya da cehennem olacaktır; Allah bizleri ve sizleri cehennemden korusun.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Usame Es-Suveynî – Kuveyt

Devamını oku...

Zenginliklerine Rağmen Sudan Halkı Nasıl Aç Kalıyor?!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Zenginliklerine Rağmen Sudan Halkı Nasıl Aç Kalıyor?!

Haber:

İnsani durumlar, Güney Kordofan Eyaleti vatandaşlarını ot yemeye zorlarken fiyatların yüksek olması ve pazarlarda bazı malların bulunmaması nedeniyle bazı mahallelerde protestolar patlak verdi.Aktivistler Güney Kordofan Eyaleti’ndeki yaşam durumunu bir felaket olarak nitelendirdiler…Radyo Dabanga’ya göre Kadugli’deki bir çalışan, soğan, sarımsak, hayat kurtaran bazı ilaçlar ve serumlar gibi çoğu emtianın pazarlarda bulunmadığını ortaya çıkardı ve emtia fiyatlarının yüksek olmasını, eyaletin sahne olduğu kötüleşen güvenliğinin yanı sıra şehre giden yolların kapatılmasına bağladı ve şehirdeki yaşam durumunu bir felaket olarak nitelendirdi…Bazı ihtiyaç sahibi ailelerin günlük yiyeceklerini karşılayamadıklarını, bazılarının ise Kol bitkisi ve “Hadice Kuru” gibi kuru otları yemeye başvurduklarını söyledi. Çalışan, temel emtia fiyatlarının vatandaşın enerjisini aşan bir aşamaya geldiğini,bir çuval mısırın fiyatının 220.000 liraya ulaştığını ve bir ölçek mısır ununun fiyatının 600 liradan 1.000 liraya ulaştığını açıkladı.Son üç gündür şehirde ciddi bir yakıt krizi yaşandığına, zira bir litre benzin fiyatının 6 bin Cüneyhden 15 bin Cüneyhe, bir bidon benzinin fiyatının ise 200 bin Cüneyhe yükseldiğine, bunun da iç ulaşım bilet fiyatlarının artmasına yol açtığına, çünkü Rakşa (üç tekerlekli motor taksi) bilet fiyatının 600’den 1000 Cüneyhe çıktığına dikkat çekti. (Nabd Sudan, 14/08/2024)

Yorum:

Ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında devam eden savaş, zaten yerinden edilme ve gıda krizinin acısını çeken ülkeye ağır bir darbe indirdi; nitekim Dünya Gıda Programı, halihazırda uluslararası düzeyde en büyük yerinden edilme krizine tanık olan bir ülkede devam eden bu savaşın “dünyada en büyük açlık krizini yaratabileceği” konusunda uyarıda bulundu.

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) örgütü, daha önce Zemzem mülteci kampında her 2 saatte en az bir çocuğun öldüğünü teyit etmişti ve Dünya Gıda Programı’na göre de şu anda “Sudanlıların en az %5’i kendileri için tam bir öğün yemek temin edebiliyorlar.”

Bu savaş hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarmıştır ki Sudan’ın temel krizi, başlangıçta savaşı alevlendirme kararına sahip olamadıkları gibi, Sudan halkını kurtarmak için savaşı durdurma kararına da sahip olamayan, yani sadece ülkenin zenginliklerini yağmalayan ve halkını öldürüp aç bırakan sömürgeci Batılı kapitalizmin araçları olan çatışan iki taraf arasındaki yönetim anlaşmazlığıdır.

Ülkeleri bir servet hazinesiyken Sudan halkı nasıl açlıktan ölebilir?! Zira tarıma elverişli yaklaşık 150 milyon dönüm düz arazi bulunmakta olup bunun şu anda sadece 64 milyon dönümü ekiliyor! Ayrıca 115 milyon dönüm de doğal mera bulunmaktadır.Büyük Nil Nehri ve kolları Mavi Nil, Beyaz Nil ve Atbarah Nehri Sudan’ın içinden geçmekte olup 86 milyar metreküp su taşıdığı gibi Sudan yılda 400 milyar metreküp yağış alıyor ve bu yıl bu miktarın iki katından fazla yağış almıştır; ayrıca Sudan, yıllık toplam 42 bin ton balık üretiminin yanı sıra 110 milyon baş hayvan hacmiyle de dünyanın altıncı büyük hayvan servetine sahiptir. Altın rezervlerine gelince; siz altının ne kadar olduğunu biliyor musunuz; bunun 1.550 ton olduğu tahmin edilmektedir; yani Sudan 93 tonluk üretimiyle Afrika’nın en büyük üçüncü değerli maden üreticisi konumundadır. Yine gümüş rezervlerinin de 1.500 ton olduğu tahmin ediliyor; ayrıca 5 milyon ton bakır, 1,4 milyon ton uranyum bulunduğu gibi gıda ve ilaç sektörleri de dahil 180 endüstride kullanılan dünya Arap Zamkı üretiminin %80’ini oluşturuyor. Dahası Sudan dünyadaki beyaz susamın %39’unu ve kırmızı susamın da %23’ünü üretmektedir.

Bu, zenginlikler açısından buz dağının görünen kısmıdır; bir de buna, sakinlerinin çoğunluğu gençlerden oluşan genç bir toplum eklenmelidir…

İşte tüm bu zenginlikler geleneksel sömürgecilikten sahte bağımsızlığını kazanmasından bu yana Sudan halkını açlıktan ve yardımlar dilenmekten kurtaramadı; böylece Sudan, bu anlamsız savaşların arkasındaki Batılı kapitalist ülkelere zenginliklerini teslim etmek için ülke halkını yok eden açlık ve savaşların alevlenmesi yoluyla yeni sömürgeciliğin kurbanı olmaya devam ediyor.

Sömürgecilikten nihai olarak kurtulmanın dışında bir kurtuluş yoktur; bu da ancak sömürgeci kafirin direktiflerine boyun eğmeyecek, aksine bizlere zenginlikleri bahşeden Rahman ve Rahim olan Allah Subhanehu ve Teala’nın emirlerine tabi olacak olan ancak sömürgeciliği, onun tüm kalıntılarını ve etkilerini kökünden söküp atacak ve tebaasına izzeti, şanı ve şerefi yeniden kazandıracak Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin olduğu İslam Devleti’ni tatbik edecek Allah’ın Hanif şeriatı olmadığından kaybolmuş olan bir devletin inşa edilmesiyle olacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Gâde Abdulcabbar (Ümmü Evâb) - Sudan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER