Cuma, 01 Rebiu’s Sânî 1446 | 2024/10/04
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki Konuşması Kabadayılığı ve Kibri Açığa Çıkaran Bir Korku ve Yardım Talebidir

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki Konuşması Kabadayılığı ve Kibri Açığa Çıkaran Bir Korku ve Yardım Talebidir

Haber:
Netanyahu, 24 Temmuz’da, sıcak bir şekilde karşılandığı ABD Kongresi’nde bir konuşma yaptı ve kongre üyeleri onu, Amerikan başkanlarını en önemli konuşmalarında alkışladıkları gibi ayakta alkışladılar. Konuşması, Gazze’de devam eden savaşın Amerika ve Yahudi varlığının savaşı olduğu ve tüm Batı ve medeniyetinin terörizm ve vahşet olarak adlandırdığı İslam’a karşı bir savaşı olduğuna odaklandığı birçok noktayı içermiştir. Ayrıca o, Yahudi varlığının ABD’nin vazgeçilmez bir müttefiki olmaya devam edeceğini ve ABD’nin de Hamas ve terörizme karşı nihai ve mutlak zafer elde etmek için ihtiyaç duyduğu her şeyle kendisini desteklemeye devam etmesi gerektiğini söyledi.

Yorum:

Bu konuşma, ABD’de büyük bir ilgi gördü. Konuşmada Amerika Birleşik Devletleri ile Yahudi varlığı arasındaki bağlantı, onların bölgeye ve İslam’a yönelik düşmanlıkları ve buna her iki konseyin üyelerinin tekrarlanan alkışlarının eşlik etmesinin, önemli ve tarihi anlamları vardır. Netanyahu, İkinci Dünya Savaşı sırasında bu Kongre’de üç kez konuşma yapan İngiltere Başbakanı Churchill ile karşılaştırılırken, diğer Batılı ve Arap ülkelerinin yanı sıra Amerika ile Yahudi varlığının yaklaşık 10 aydır Gazze'ye yönelik yürüttüğü savaş sırasında Natenyahu’nun yaptığı konuşması, dördüncü konuşma oldu. Bu da bu savaşın sonuçlarının, küresel sistem için son derece tehlikeli olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla bu konuşma, ABD Başkanı’nın Senato ve Temsilciler Meclisi’nin Capitol binasındaki ortak oturumunun önünde yaptığı Amerika Birleşik Devletleri’nin durumuyla ilgili her yıl yapılan “Birliğin Durumu” hakkındaki konuşmalarına benzer bir şekilde gerçekleşmiştir.

Bu konuşmanın ve gerekçesinin önemli anlamlarından biri de, bu savaşın Yahudi varlığına, ardından Amerika’nın bölgedeki nüfuzuna yönelik tehlikesidir. Zira aradan neredeyse bir yıl geçmesine rağmen bunun dünyadaki manşeti, Amerika’nın her türlü siyasi ve askeri desteğine rağmen Yahudi varlığının Hamas’ı ortadan kaldırıp tam ve mutlak bir zafer elde edememesi olmuştur ki bu da Amerika için bir başarısızlık olarak değerlendirilmektedir; dolayısıyla bu da bölgede birtakım emelleri olanların veya etki kazanma ya da gerçekliği değiştirme arzuları olanların bunun için planlar yapma iştahını kabartmıştır. Bu tehlikeler ve düzeyleri böyle bir konuşmayı haklı çıkardığı gibi bu konuşma da bu tehlikelere ve düzeylerine işaret etmektedir.

Bazı Kongre üyelerinin ve Amerika’nın önde gelen siyasi isimlerinin bu konuşmaya karşı çıkmasıyla ilgili söylenenlere gelince;bu muhalefetin, konuşmayı destekleyenlere kıyasla nispeten küçük olduğunu belirtmek gerekir ki bu da ABD’de iç rekabetlerin yaşandığı dönemlerde, özellikle de böylesine ciddi bir konuda normal bir durumdur.Netanyahu hükümetine karşı böyle bir eğilimin olduğu açık olup -her ne kadar ona destek veren eğilimden daha az olsa da-, bu varlıktan vazgeçme eğiliminin olması veya bunun ortaya çıkması doğaldır; çünkü onun bu savaştaki başarısızlığı, Amerikan çıkarlarını olması gerektiği gibi koruma yeteneklerinin tükendiğine işaret ediyor. Sanki Natenyahu’nun kabul edilmesi ve sıcak bir şekilde karşılanması bu eğilime bir karşı çıkış olup dünyaya, bunun Amerika için düşünülemez bir konu olduğuna, Yahudi varlığına desteğinin devam edeceğine dair güvence verdiğine ve bunun dışında bir alternatifin olmadığına dair bir mesajdır. Aynı şekilde yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen varlığın Gazze’de başarısız olmasının, ondan vazgeçmek değil, ona olan desteğin artırılmasını gerektiren sebepleri vardır; zira varlık, Amerika’nın vazgeçilmez bir müttefikidir. Aslında varlık, bu savaşın Batı’yı ve medeniyetini ve bölge üzerindeki Batı ve Amerikan hegemonyasını tehdit edecek şekilde bölgede derinden kök saldığını teyit eden yükselen İslami siyasi eğilimle savaşmak için en büyük uçak gemisi ve en büyük askeri cephaneliğidir.

Bu nedenle Netanyahu’nun ifadelerinin merkezinde bu anlamları gördüğümüz gibi ABD’li temsilci ve senatörlerin ayağa kalkarak bunları coşkuyla alkışladığını gördük. Dolayısıyla gerekçeleriyle birlikte bu konuşma, Gazze ve mücahitlerinin kararlılığı nedeniyle Amerika ve Yahudi varlığının ortak çıkmazının bir kanıtı olup bu da Amerika’nın, Gazze’ye diz çöktürmek ve “ertesi gün” olarak adlandırdığı noktaya ulaşmak için Yahudi varlığını hâlâ desteklediğine delalet etmektedir. Yukarıda geçenleri belgelemek adına Netanyahu’nun övündüğü ve kongrenin alkışladığı, ortak çıkmazı, ortak hedefi ve güçlü bağların devamını vurgulayan bazı ifadeleri aşağıda alıntılıyorum.

Gazze’de devam eden savaşın, sonucunun mevcut dünya düzeninin pekiştirilmesini ya da yok olmasını belirleyecek hayati öneme sahip bir medeniyet çatışması olduğunu söyledi. Zira şöyle dedi: “Bizler tarihi bir kavşaktayız, Ortadoğu kaynıyor ve çatışma, medeniyetler arasında değil, barbarlıkla medeniyet arasındadır.” “Amerika ve “İsrail” birlikte durursa biz kazanırız, onlar kaybeder.”İran’ı ve ajanlarını bölgede, Batı’da ve Amerika’da terör ve tehlike kaynağı olarak nitelendirdi; bu da onun yok edilmesi ve ajanlarının ortadan kaldırılması gerektiği anlamına gelmektedir. Zira şöyle dedi: “İran, ABD’ye karşı koymak için önce Ortadoğu’yu kontrol etmesi gerektiğinin farkındadır.” “İsrail’in” eli kolu bağlanırsa bir sonraki hedef ABD olacaktır.” İran'a karşı bir Arap-Amerikan (İsrail) ittifakı oluşturulması gerektiğini vurgulayarak şöyle dedi: “İsrail” ve ABD, İran’ın tehditlerine karşı koymak için Ortadoğu’da ittifak oluşturabilir.” “Ortadoğu’daki dostlarıma İran'ın tüm terör ve kaosun kaynağı olduğunu ve radikal İslam'ı empoze etmeye çalıştığını söylüyorum.” “Orta Doğu'da İbrahim Anlaşmalarının bir uzantısı olacak yeni bir ittifakı arzuluyorum.” “İsrail”, İran’ın nükleer silah geliştirmesini engellemek için harekete geçtiğinde hem kendisini hem de Amerika’yı koruyacaktır.” Ve “İsrail’le” barış yapacak tüm ülkeler ittifakımıza davet edilmelidir.” Savaştaki başarısızlığına, çok sayıda savaş alanının olmasını ve büyük desteğe olan ihtiyacı gerekçe gösterdi. Zira şöyle dedi: “Hamas, Hizbullah ve Husilerle savaştığımızda, İran’la savaşmış oluyoruz”, “Zafer ufukta görülmekte olup Hamas’ın yenilgisi İran terör eksenine güçlü bir darbe olacaktır.” Bu hedef için geniş çaplı uluslararası eylemlere girişme ve kongrenin her iki kanadından da dahili destek alma konusunda ısrar etti.

Yukarıda geçenlere ek olarak konuşmanın bir açıklama olmaksızın ima ve işaret yoluyla işaret ettiği en önemli olan şey, varlığın mevcudiyeti ve Amerika’nın bölgedeki çıkarlarını koruma görevini yerine getirme kapasitesi konusudur. Çünkü Amerika savaşın başında Netanyahu hükümetini Hamas’ı ortadan kaldırmaya zorlamıştı; zira Dışişleri Bakanı Blinken, Hamas’ı ortadan kaldırmanın, bu varlığın yerine getirmesi gereken bir yükümlülük olduğunu söylemişti. Bundan aciz kalınması, Yahudi varlığının liderlerini, tam zafer elde edilene kadar, yani ABD’nin emri yerine getirilene ve taahhütleri karşılanana kadar, asker ve kayıp açısından maliyeti ne olursa olsun ve hangi iç veya dış baskıya maruz kalırlarsa kalsınlar savaşı sürdüreceklerini yinelemeye sevk etti. Nitekim Netanyahu bu konuşmasında kararlılığını yeniden teyit etti ve hem varlığa hem de Amerika’ya yönelik desteğin artırılması talebinin karşılanamaması tehlikesini göstermek için ona yalvardı. Zira şöyle dedi: “İsrail” geri adım atmayacak ve zafere ulaşana kadar savaşacağız ve bu bizim taahhüdümüzdür”, “Kapsamlı ve tam bir zafer elde edinceye kadar savaşmaya devam edeceğiz”, “Hedeflerine ulaşılıncaya kadar Gazze savaşının bitmesine izin vermeyeceğim”, “Buraya size galip geleceğimizi teyit etmek için geldim.Bizim savaşımız sizin savaşınızdır, düşmanlarımız sizin düşmanlarınızdır ve bizim zaferimiz ABD'nin zaferidir”, “İsrail”, Amerika’nın onsuz yapamayacağı müttefiki olarak kalmaya devam edecektir”, “Amerika Birleşik Devletleri’ne, işi daha hızlı bitirmemizi sağlayacak araçları bize vermesi için çağrıda bulunuyorum.”

Bu konuşmaya yorum yaparken gözden kaçırılmaması gereken şey, içerdiği kabadayılığın miktarı ve bariz yalanların boyutudur. Dünya, dünyadaki en yalancı, en küstah ve en kibirli kişinin Amerikan Başkanı olduğuna ve bu konuda bir sonraki başkanın onu geçtiğine alışmışsa da, Netanyahu bu konuda tüm Amerikan başkanlarını geride bırakmıştır.

Bu konuşmada ne kadar güçle övünme ve zafer kibri olursa olsun, konuşmanın övünme ve kibirden kat be kat daha fazla korku ve panik içermesinin yanı sıra kat be kat daha fazla imdat çığlıkları ve yardım haykırışları içerdiği, metinleri ve durumları inceleyen biri için bir sır değildir ve zafere sadece bir saatlik bir sabır vardır.

وَلاَ تَهِنُواْ فِي ابْتِغَاء الْقَوْمِ إِن تَكُونُواْ تَأْلَمُونَ فَإِنَّهُمْ يَأْلَمُونَ كَمَا تَأْلَمونَ وَتَرْجُونَ مِنَ اللّهِ مَا لاَ يَرْجُونَ وَكَانَ اللهُ عَلِيماً حَكِيماًO (düşman) topluluğu takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah ilim ve hikmet sahibidir.” [Nisa 104]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mahmud Abdulhâdî

Devamını oku...

Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi: 22 Yıllık Başarısızlık ve Gafletin Karışımıdır!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi: 22 Yıllık Başarısızlık ve Gafletin Karışımıdır!

Bazı insanların, bu kadar renkten renge girmesi, yılan derisine bürünmesi, Müslümanları ve Türk halkını kandırmak için yalan söylemesi ve yalan söylemeye çalışması, ileri derecede saptırması ve hilebazlık yapması insanı hayrete düşürüyor. Belki de Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan'ın 22 yıllık iktidarının en dikkat çekici özellikleri, ekonomik ve siyasi başarısızlık, gaflet ve ihanettir.

Bunun birçok Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan taraftarları ve sevenlerinin öfkelenmesine neden olacağını bildiğim gibi bu insanların birçoğunun samimi olduğunu da biliyorum; ancak maalesef onlar, meselelere yüzeysel bir şekilde bakıyorlar, gerçekleri biraz daha derinlemesine incelemiyorlar, bunların acılarının bir kısmını yutuyorlar ve bunları olduğu gibi kabul edip inkâr etmiyorlar. Evet, hayranların ve sevenlerin, sevdiğinin hatalarını görmesi zor bir şeydir; zira şöyle denilir: “İtminan gözü, her kusura karşı kördür”, veya şöyle denilir: “aşkın gözü kördür!” Dolayısıyla gerçekleri inkâr etmek, özellikle halkların ve milletlerin gelecekleri ve kaderleriyle ilgili bir mesele olduğunda, adalet, hüküm ve karar dengesinin ihlal edilmesine ve bozulmasına neden olur; çünkü gerçekler ve onları idrak etmek, vakıaları anlamanın temeli olduğu gibi ona çözüm bulmak için doğru şerî hükümleri vakıanın üzerine indirmenin de temelidir; bu nedenle gerçeklerin göz ardı edilmesi, halkların ve milletlerin gerilemesinin ve onların aşağıların aşağısına inmesinin birincil nedenidir.

Konuşma, sırf laf atmak ve temelsiz bir iftira olmasın diye bu makalede, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan liderliğindeki Türkiye rejiminin 22 yıldır liderlik ettiği ekonomik ve siyasi başarısızlığın hakikatini ortaya koymak için öne çıkan iki hususu ele alacağız:

Birincisi: Ekonomik açıdan: Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 yıllık iktidarı boyunca Türkiye’nin zaman içinde büyüyen ekonomik ilerlemesini, yanıltıcı medya istatistikleri, karşılaştırmalar ve dinleyiciyi Türkiye’deki durumun en iyi durumda olduğu ve hızla iyiye gittiği konusunda yanıltan göstergeler yoluyla göstermeye çalışmıştır; bir de buna, büyük havaalanı, büyük camiler veya Türk elektrikli otomobilinin üretimi gibi bazı projelerin açılışını, halka ve sıradan insanlara hükümetin ekonomiyi iyileştirmek ve kişi başına düşen milli geliri artırmak için sürekli ve gayretli bir çalışma içinde olduğu yanılsamasını veren diğer şeyleri eklesek de gerçekler ve doğru rakamlar bunun tam tersini gösteriyor ki işte size bunlardan bazıları:

1- Bizzat hükümetin ifade ettiği ilk gerçek: Türkiye’nin borçları: Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bu yıl 31 Mart’ta yaptığı açıklamaya göre, 13 Aralık 2024 itibariyle Türkiye’nin dış borcu 499,9 milyar Dolara, ana borç ise yaklaşık 260 milyar Dolara ulaşmıştır. Bu da borcun yarısının bileşik faiz (bir yatırımın veya kredinin üzerinden elde edilen faizin, zamanla ana para miktarına eklenerek yeni dönemlerdeki faiz hesaplamalarına da dahil edilmesi ilkesine dayanır) ve borç sigortaları olduğu anlamına gelmektedir.

2- İkinci gerçek: Türkiye’nin ekonomik sorunlarına daha fazla çözümler bulmak amacıyla Mehmet Şimşek, 10 Nisan 2024'te Dünya Bankası ile üç yıl içinde geri ödemek üzere 18 milyar Dolarlık yeni bir borç konusunda anlaşmaya vardı. Türkiye’nin bir yıl içinde geri ödemesi gereken acil borcunun yaklaşık 225 milyar Dolar olduğunu açıkladı. Tek başına bu bile, alacaklıların ödemeyi zamanında talep etmesi durumunda hükümetin düşmesi için yeterlidir.

3- Üçüncü gerçek: Türk Lirasının değerinin, hızla düşmeye devam etmesi: Türk Lirası, 2022 yılında Dolar karşısında ilk kez 18,75 seviyesini görmüş ve 2021 yılına kıyasla yüzde 30 oranında değer kaybetmiştir. Nitekim CNN Economics’e göre, 27 Aralık 2023’te Türk parasının fiyatı Dolar başına 29,39 civarına ulaşmıştır. Mayıs 2024’te fiyat, Dolar başına 32 civarına ulaşmış ve (Türk Lirası) hızla düşmeye devam etmiştir.

4- Günlük somut hale gelen dördüncü gerçek; bu, maaşlara ve bireysel gelirlere kıyasla mal ve hizmet fiyatlarının yükselmesi nedeniyle yoksulluğun, yokluğun ve açlığın Türk çalışanlarının büyük bir kesiminde benzeri görülmemiş bir şekilde yayılmasından dolayı Türk halkının ve Türkiye’de yaşayan diğer milletlerden herkesin çektiği acılardır. Zira resmi rakamlara göre, Türkiye’de 16.687.000 çalışanın yüzde 38’i, yani yaklaşık 6,3 milyonu asgari ücretle çalışıyor; bu da İşçi Sendikaları Federasyonu’nun bugünkü verilerine göre, artık onların açlık sınırının altında oldukları anlamına gelmektedir. (El-Arabi El-Cedid web sitesi, 7 Kasım 2023).

Tek başına bu dört gerçek, açık bir şekilde Türkiye ekonomisine ve yirmi yılı aşkın süredir ülkeyi yöneten hükümete ilişkin iki gerçeği yansıtıyor:

Birinci gerçek: Erdoğan ve hükümeti, hem kendilerini hem de ülkeyi Amerika’nın eline ipotek ettiler ve onlar, Amerika’nın kararlarına ve kendilerine dikte ettiği şeylere uymak zorundadırlar; dolayısıyla Amerika, Türkiye’nin omuzuna yük olacak borçlar veriyor ve böylece hükümet, onun elindeki bir araç olarak kalmaya devam ediyor.

İkinci gerçek: Erdoğan ve partisinin, Türk ekonomisinin toparlanma durumu ve ülke genelinde yükseliş ve refah hakkında yayınlamayı ve propagandasını yapmayı amaçladığı astronomik rakamlara rağmen Türkiye’de yoksulluk, yokluk ve açlık artıyor.

1- Sky News’ten alıntı; 1 Mart 2024: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin gayri safi yurt içi hasılasının ilk kez bir trilyon 119 milyar Dolar olarak kaydedildiğini söyledi.

2- Anadolu Ajansı’na göre 29 Şubat 2024: Türkiye ekonomisi 2023 yılında yüzde 4,5 büyüdü.

Tüm bunlar bir yandan ekonomik çöküş, borçlar, yoksulluk ve yoksunluk gibi büyük gerçeklerin net bir resmini verirken diğer yandan da hükümet tarafından yayınlanan astronomik rakamlarla ve genellikle seçim kampanyalarından önce ya da Erdoğan’ın yirmi yıldan fazla bir süredir aldattığı ve kendisini ve ülkesini bir yandan yoksulluk ve yoksunluğa, diğer yandan da Amerika’ya siyasi bağımlılığa sürüklediği güzel Türk halkını yanıltmak için yayınlanan istatistiksel göstergelerle eşleşiyor.

Türkiye’nin, Gazze Şeridi halkına yönelik katliamı boyunca Yahudi varlığına, Gazze’deki Müslümanların, çocukların, kadınların ve yaşlıların öldürüldüğü silahların üretimiyle ilgili çelik ve demir de dahil olmak üzere yaklaşık 60 kalem mal ve hizmet tedarik ederek Amerika’nın diktalarına itaat etmesinin arkasında da yine bu ekonomik gerçekler vardır. Nitekim sızdırılan bilgiler, Yahudi varlığının Türkiye’den kendisine ihraç edilen bu malzemelerin değeri için en düşük fiyatları ödediğini ve Türkiye’nin bu malzemeleri Avrupa ya da Amerika’ya satması halinde beş ya da altı kat daha fazla fiyata satabileceğini ortaya çıkarmıştır.

Yukarıda belirtilen bu gerçekler, açıkça Türkiye’nin dış politikasında çok aşağılayıcı bir şekilde Amerika’ya bağımlı olduğunu ortaya koymaktadır; öyle ki Yahudi varlığı, Ürdün ve Mısır rejimlerine izin verdiği gibi Türkiye’nin de Gazze'ye havadan bazı yardımlar atmasına izin vermeyi reddetmiştir; bununla birlikte Erdoğan ve partisi bunu istemesine ve Türk seçmenleri Gazze’yi desteklemeye çalıştıkları konusunda tatmin etmek için bu talepte ısrar etmesine rağmen Yahudi varlığı kesin olarak reddetti ve savaş boyunca ve savaştan önceki yıllarda Yahudi varlığına tedarik ettiği yaklaşık 54 malı durdurarak karşılık vermek zorunda bırakarak Türkiye hükümetini utandırdı. Buna ise Yahudi varlığı, Erdoğan hükümetine Türkiye’yi ABD'ye şikayet edeceği ve Türkiye ile Yahudi varlığı arasındaki ticaret anlaşmalarına uyması için Erdoğan hükümetine baskı yaptıracağı şeklinde cevap verdi. Zira Yahudi varlığı, Türkiye’nin bunu kendi kararıyla değil, kibirli ve asi Netanyahu hükümeti üzerindeki baskıyı arttırmak için Amerika’nın onayıyla yaptığını biliyor. Böyle bir durumda bile Erdoğan hükümeti, üçüncü bir ülke üzerinden de olsa Yahudi varlığına malzeme ve mal göndermeye devam edecektir, çünkü Erdoğan ve partisi sadece Amerika’nın kararlarına uyabilirler.

İkincisi: Siyasi açıdan: Amerika’nın, Türkiye'nin coğrafi derinliği ve hayati bölgesi olan Irak ve Şam’ı işgal edip yok etmesi, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan için kayıp ve pişmanlık olarak yeterlidir. Dahası Suriye devrimine diz çöktürme ve onu, Amerika’nın onlarca yıl önce Suriye’de kurduğu Alevi rejiminin kucağına geri döndürme çabalarında aslan payı Türkiye’ye aitti. Nitekim Erdoğan, uluslararası durumdan yararlanarak Amerika’nın 2003’te Irak'ı işgal etmesini engellemek ve Suriye devriminin başlamasından da yararlanarak Şam’daki Amerika’ya tabi olan Alevilerin varlığından kurtulmak yerine, Amerika’nın bekasını ve onun Türkiye sınırındaki büyük Arap başkentlerini işgal etmesini kolaylaştırdı; dolayısıyla Erdoğan rejimi ve partisi, bağına ve tarlasına ayı getirip bizzat kendi diken kişi gibidir! Şimdi sorulması gereken soru şudur: Erdoğan ve partisinin, Irak’a ve Şam’a yerleşen Amerika’dan beklentisi nedir? Amerika bundan sonra Türkiye’ye merhamet mi edecek?! Bu nasıl bir siyasi başarısızlık ve gaflettir Allah aşkına? Dahası bu nasıl bir ihanettir? Ne yazık ki bu yıkıcı karışımın, gören ve basiret sahibi olan herkes için büyük bölgesel sonuçları olduğunu görmekteyiz.

Erdoğan ve partisinin siyasi ve ekonomik olarak Türkiye'ye getirdiği şey işte budur; Erdoğan ve partisinin bölgeye ve Müslümanlara getirdiği şey de budur; Erdoğan ve partisinin Yahudi varlığını ve katliamını destekleyerek Filistin ve Gazze’nin başına getirdiği şey de budur. Dolayısıyla Müslümanlar, Erdoğan’dan ve partisinden, Türkiye gibi köklü bir İslam tarihi olan, Türk halkı gibi güzel ve İslam'ı seven bir halkı olan, büyük Osmanlı ordusunun torunlarından oluşan askerleri olan ve Türkiye’nin siyasi ve ekonomik olarak sömürgecilerden gerçek bağımsızlığı için, Türkiye’nin genişleyebilmesi ve şanlı bir devlete geri dönebilmesi için yararlanıp kullanabileceği yeteneklere ve zenginliklere sahip olan bir devlette yöneticinin ve siyasetçinin gerçek işlevini ve rolünü anlamayan basit ve saf kişilerin önünde yaptığı konuşmalardan, siyasi ve ekonomik kötülüklerini İslami ve milliyetçi sloganlarla ve içi boş kabuklarla örtbas etmelerinden başka bir şey elde edemediler.

Türkiye’deki görev, İslam’ı seven ve bugün, bağımsızlığı, izzeti, Müslümanlara yardım etmeyi, hakkın sancağını yeniden taşımayı dört gözle bekleyen asil Türkiye halkının omuzlarındadır; nitekim Türk halkı, önce Allah’ın fazlı, sonra muhlis insanların çabaları sayesinde hükümetinin ve Erdoğan’ın sahteliği hakkındaki gerçeği anlamaya başladı; zira son seçimlerde, Gazze’ye ihaneti ve Yahudi varlığını destekleyen utanç verici tutumu nedeniyle Adalet Partisi’ni terk etti. Ayrıca Türk halkı, hükümetin ve Erdoğan’ın bu bağlamdaki politikalarına karşı ayaklanmış ve Türkiye’nin evlatlarından olan Hizb-ut Tahrir gençlerinden bilinçli bir grup, insanlara, hükümetlerinin sahteliğini, Türkiye’nin Amerika’dan ve diğerlerinden tamamen bağımsız bir ülke olması ve yeniden eski haline geri dönmesi, bir kez daha güçlü ve yenilmez bir ülke ve sömürgecilerin boğazında bir diken olması için kendi yolunu çizmesi gerektiğini açıklamak amacıyla harekete geçmiştir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Memduh Ferec

Devamını oku...

Ayaklanmalar, Haklar İçindir!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Ayaklanmalar, Haklar İçindir!

Haber:

Bangladeş, yaklaşık 200 kişinin hayatını kaybettiği bir haftadan uzun süren şiddetli çatışmaların ardından normal hayatına geri döndü. Ülkenin büyük bir kısmı internet hizmetinden yoksun kalırken yetkililerin yedi saatlik sokağa çıkma yasağını hafifletmesinin ardından binlerce araç başkent Dakka sokaklarındaydı.

Yorum:

Bangladeş'teki son çatışmalar sona ermiş gibi görünse de ancak derinlere kök salmış hastalık hâlâ mevcut olup bu da er ya da geç mutlaka hastalığın nüksetmesine neden olacaktır. Kontenjan sistemi, İngilizler tarafından getirilmiş olup yoksulları ve muhtaçları şikâyet ettikleri şeyleri yapmaya cezbetmek, hatta toplumu belli bir yöne çekmek için bir araç olmuştur; örneğin kadınlara yönelik iş kontenjanları, kadınların evlerinden çıkıp kazançlarıyla ülkeye yardım etmeye çekme konusunda çok işe yaramıştır. Hindistan, Pakistan ve Bangladeş daha sonra hükümetin iradesine göre kendi kontenjan sistemlerini tasarlayıp uygulamaya koymuşlardır.

Bangladeş, kontenjandaki koltukların %56’lık oranının %30’nu özgürlük savaşçılarının çocukları ve torunları için tahsis etmiştir. Bu özgürlük savaşçıları ise Batı Pakistan güçlerine karşı savaşan kişilerdir. Dolayısıyla bunun Bangladeş’in mevcut durumuna olan sadakatin bir ödülü olduğu söylenebilir. İronilerden biri de bu özgürlük için savaşanların, o zaman doğu ve batı Pakistan’ın birleşik olduğu devlete karşı savaşan kişiler olmasıdır.

Başbakan Hasina Wajid, özgürlük için savaşanlara ayrılan kontenjanın iptal edilmesini talep eden öğrencilere kötü bir şekilde muamele etmiştir; zira onların taleplerinden bahsederken alaycı bir şekilde şöyle bir yorumda bulundu: “Bizim kontenjanı kimin için korumamız gerekiyor?” Nitekim onlar, 1971’de Doğu Pakistan halkına karşı gönüllü olarak savaşan kişilerdi ve bu da başlı başına utanç duyduğumuz bir trajediydi.

Meymun İbn-i Siyah Enes İbn-i Malik’e şöyle sordu: Ey Ebu Hamza! Müslümanın canını ve malını haram kılan şey nedir? O da şöyle cevap verdi: “Kim Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet eder, kıblemize yönelir, bizim gibi namaz kılar ve bizim gibi hayvan boğazlarsa, o Müslümandır. Müslümanların kazandığı hakları elde eder ve onlarla aynı sorumlulukları paylaşır.” [Sünen-i Nesai.]

Yukarıdaki hadis, bir Müslümana haram olan şeyi ve hiç kimsenin bir Müslümanı diğerine tercih edemeyeceğini açıkça belirtmektedir. Peki Allah ve Rasulü bize bir şeyi haram kıldığında, hükümetlerimiz nasıl olur da bunu birbirimize karşı kullanabilir. Dolayısıyla Müslümanların başındaki hiçbir yöneticinin, gençlerine öldürmeyi emretmeye, onları eğitmeye ve bunun karşılığında onlara para ödemeye hakkı yoktur. Bu yüzden gençlerin, mücadelelerinin, sömürgecilerin geride bıraktığı ve şu an iktidardaki ajanlarının takip ettiği iğrenç rejime karşı olması gerektiğini anlamaları gerekir. Zira Pakistan’ın kuruluşunun üzerinden 75 yıl geçti ve Hindistan yarımadasındaki Müslümanlar içlerindeki görünmez bir düşmanla savaşıyorlar.

Hindistan yarımadasındaki halkların aralarındaki uyumu ortadan kaldırmak yoluyla halkların birliğini yıkan ve onun yerine açgözlülük ve kişisel çıkarı yerleştiren Doğu Hindistan Şirketi’nin ortaya çıkışı olmuştur. Böylece önemli bir üretim merkezi olan Bengal, Doğu Hindistan Şirketi’nin tuzağına düşmüştür. Zira Siraj ud-Daulah gibi yöneticiler İngilizlere karşı korkusuzca savaşıp şehadete nail olmuşlar, daha sonra Mir Cafer gibi hainlerin yardımıyla onların yerine Hasina Wajid gibi yöneticiler geçmiştir.

Bangladeş halkı yeterince acı çekmiştir. Zira Bengal kıtlığı, Rohingya krizi, Batı Pakistan’dan kanlı ayrılık ve şu anda devam eden baskı altındadır. Nitekim ümmet, kendisini yöneten hainlerden kurtulup İslam ümmetinin işlerini gözetecek ve doğudaki verimli topraklardan ve aynı şekilde dünyanın geri kalanından Hasina gibi yabani otları ortadan kaldıracak Hilafet kurulduğunda, bu bozulma tamamen tersine dönecektir. Kontenjan sistemi onların suçlarının küçük bir kısmı olup bu da Bengal halkının yollara inmesine yol açmıştır.

Bir zamanlar şanlı olan bu ülke, İslam’ın nuruyla yeniden şanına kavuşacak ve gençler de sokaklarda savaşmak yerine cihat yoluyla dünyanın kapılarını İslam’a açacaktır. Bu şeref mertebesine ulaşabilmek için Müslüman gençlerin, zulmün karşısında birlik olmaları ve her iki cihanda da kurtarıcıları olacak Hilafeti kurmak için çalışmaları gerekmektedir.

يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ

Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.” [Al-i İmran 171]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahlak Cihan

Devamını oku...

Pakistan Vilayeti: IMF, Bretton Woods Anlaşması'ndan Doğan Sömürgeci bir Kurumdur!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Pakistan Vilayeti:
IMF, Bretton Woods Anlaşması'ndan Doğan Sömürgeci bir Kurumdur!

IMF, Bretton Woods Anlaşması'ndan doğan sömürgeci bir kurumdur. Amerikan dolarının uluslararası ticaret üzerindeki tekeli için çalışır.

#خلافت_نیا_عالمی_آرڈر

#Khilafah_New_World_Order

Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti Medya Bürosu

26 Zilhicce 1445 Hicri 4 Temmuz 2024 Miladi

Basın açıklamasını okumak için Tıklayınız

pakistan vilayeti

İlgili Bağlantılar:

E- mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.          WhatsApp: +967 713 645 449

pakistan vilayeti

Devamını oku...

Gazze Kasabı ABD Kongresi’nde Bir Konuşma Yaptı, Bu Tuhaf Değil

7 Ekim 2023 olaylarının hemen ardından Amerika, Gazze’de işlenen ve işlenmeye devam eden yürek burkan katliamlara İslam ümmetinin müdahalesini önlemek ve ümmetin ordularını prangalara vuran bölgedeki ajan yöneticilerini desteklemek üzere deniz filolarını seferber etti. Gazze’deki katliam on aydır devam ediyor. Aşağılık ve alçak yöneticiler, Yahudi varlığı, Amerika’nın yardımıyla Gazze’nin savunmasız kadınlarını, çocuklarını ve erkeklerini yok etsin diye güç ve kuvvet ehlinin onlara yardım etmesini engelledi.

Bu kirli görevi tamamladıktan sonra -ya da neredeyse tamamlamak üzereyken- Amerika, bu alçakça eylemini ödüllendirmek üzere Gazze ve çocuk kasabını ABD’ye çağırttı ve onu kahramanlar gibi karşıladı. Gazze kasabı, Daru’n Nedve’de kekelemeden İngilizce bir konuşma yaptı. Bu, tek bir millet olduklarının açık işareti. New York Times, onun hakkında “Birliğin Durumu konuşmasını yapan bir Amerikan başkanını andırıyordu.” tanımlaması yaptı. Gazete ayrıca Netanyahu’nun “Açıklamalarında ABD ile “İsrail” arasında var olan güçlü ilişkiyi de değindiğini” belirtti. Gazete konuşması sırasında Netanyahu’nun “savaşı iyi ile kötü, medeniyet ile barbarlık arasında yapılan bir savaş olarak tanımladığını” kaydetti.

Evet, savaş iyi ile kötü arasındadır. İyilik, Alemlerin Rabbinin tanıklık ettiği gibi, İslam’ın ve Müslümanların doğasında vardır. Kasapların ve onların arkasındakilerin yanılsamalarında, yalanlarında, hilelerinde değil. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلَوْ ءَامَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” [Âli İmran 110] Eğer ümmet, Amerika’nın başını çektiği Batının ajan yöneticilerinin boyunduruğu altına girmemiş olsaydı, insanlık, ilahi öğretilere dayanan ve hatta bir zamanlar Avrupalı Haçlıların zulmünden kaçarak Hilafete sığınan bu kasaplara karşı bile insanlıkla dolu bu iyiliği mutlaka görürdü. Gazze kasabının Batı dünyasının kalbinde yaptığı bu küstah konuşma ve ümmette Faruk gibilerin yokluğu nedeniyle Müslümanlara karşı elde ettiği zaferle gururlanması, Amerika’daki karar alıcıların, verdikleri askeri, ekonomik, siyasi ve medya desteğiyle Gazze’deki katliamların tamamlayıcısı haline geldiklerinin, Müslüman topraklarında kurulu yasadışı Yahudi varlığının, Müslümanları bastırmak için Amerikan derin devletindeki efendilerinin elinde bir araç olduğunun ve Müslüman ülkesinin kalbinde ileri askeri üssü olduğunun, Amerika’nın kölelik ve sömürgecilik evinden dışarı çıkan herkese saldırı düzenlemek için bu üsten hareket ettiğinin kanıtıdır. Yahudi varlığı “aslan gibi kükreyen kedi” görünümündedir.

Amerikalılar, yöneticilerinin Gazze kasabını sorgusuz sualsiz desteklemelerinin, masum insanların katliamına aktif bir katılım anlamına geldiğini ve bunun sıradan insanların nefretle kınadığı aşağılık bir eylem olduğunu anlamalıdır. Amerikalı yöneticiler, tüm katliam araçlarını kiralık katillerinin emrine sunuyorlar. Katilleri görevinde başarısız olup hem kendilerinin hem de kiralık katillerinin durumu ifşa olması halinde ise katillerine verip veriştiriyorlar.

Sıradan insanlar, yöneticilerinin “terörizm” olarak tanımladığı yüce İslam’ın Allah’ın dini ve Allah’ın yarattıkları için seçip beğendiği eksiksiz bir yaşam biçimi olduğunun farkına varmalıdır. Bu nedenle Batı’da bizler, adaylık ve seçimlerle bu zalim sisteme angaje olmak yerine yüce İslam’ı gerçekte olduğu gibi zalim insan uygarlığına alternatif bir uygarlık olarak sunmalıyız! Böylece Allah’ın bize verdiği emaneti eda etmiş, Risalet’i de Allah’ın hoşuna gittiği ve razı olduğu şekilde tebliği etmiş oluruz ve Amerikan toplumu içinde olumlu unsur haline geliriz. Biz, Amerikan toplumunun iyiliğini istiyoruz. Biz, Allah’ın bizim için ve onlar için murat ettiği gibi bir hayat sistemi ve yaşam biçimi olarak Yüce İslam’ı istiyoruz. Amerikan yöneticilerinin Amerikan toplumu adına suç işlemesini veya suçlulara destek vermesini istemiyoruz. 

ادْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” [Nahl 125]

Devamını oku...

Mali-Nijer-Burkina Faso Konfederasyonu

Soru Cevap

Mali-Nijer-Burkina Faso Konfederasyonu

Soru:

Burkina Faso, Nijer ve Mali’yi yöneten cunta liderleri, 6 Temmuz 2024 Cumartesi günü Nijer’in başkenti Niamey’de düzenledikleri zirvede bir konfederasyon anlaşması imzaladıklarını duyurdular. Bu duyurunun arkasında uluslararası bir güç var mı? Eğer varsa, sadakat gösterdikleri ülke kim? Yoksa bu konfederasyon öznel bir davranış mı? Teşekkür ederim.

Cevap:

Cevabı netleştirmek için aşağıdaki hususlara bir göz atacağız:

1- 2020-2023 yılları arasında gerçekleşen darbelerden sonra bu üç ülke, Amerikan yanlısı oldu ve emirlerini yerine getirdi! 1 Eylül 2020 tarihinde Assimi Goita liderliğindeki Mali, 7 Şubat 2023 tarihinde İbrahim Traoré liderliğindeki Burkina Faso ve 15 Ağustos 2023 tarihinde Abdulrahman Tchian liderliğindeki Nijer darbeleri hakkında yayınladığımız soru cevaplarda bunu açıkladık... Bu üç ülke, bir Müslüman ülkesidir:

A- Mali: Mali bir Müslüman ülkesidir. Mali 11. Yüzyılda Müslüman oldu ve Mali’de egemen din hala İslam’dır. Malililerin yaklaşık yüzde 90’ı Müslüman, yaklaşık yüzde 5’i Hristiyan ve yaklaşık yüzde 5’i diğer dinlere mensuptur... Başkenti Bamako’dur.

B- Burkina Faso: Burkina Faso, Batı Afrika’da yer alan bir Müslüman ülkesidir. 2006 nüfus sayımına göre, nüfusunun yüzde 60,5’inden fazlası Müslüman, yaklaşık yüzde 23’ü Hristiyan ve geride kalanı da yerel dinlere mensuptur... Yüzölçümü 274.200 km² ve nüfusu 21.510.181’dir. Ekonomisi tarıma dayalıdır ve Vagadugu ülkenin en önemli şehri ve başkentidir...

C- Nijer: Batı Afrika’da yer alan Nijer, adını topraklarından geçen Nijer Nehri’nden almaktadır. Güneyde Nijerya ve Benin, batıda Burkina Faso ve Mali, kuzeyde Cezayir ve Libya, doğuda ise Çad ile komşu konumundadır. Nijer’in toplam alanı yaklaşık 1.270.000 kilometrekaredir. Nijer, bir Müslüman ülkesidir. Nüfusunun büyük çoğunluğu İslam dinine mensuptur. Müslüman olanların oranı, yüzde 99,3’ün üzerindedir. İslam, 15. yüzyılda hem batıdaki Songhay Sultanlığı’nın genişlemesi hem de Mağrip ve Mısır’dan gelen Sahra ötesi ticaretin etkisiyle şimdiki Nijer’e yayılmıştır... Başkenti Niamey’dir.

2020-2023 yılları arasında Mali, Nijer ve Burkina Faso’da gerçekleşen darbeler, Amerikan yanlısı ve ABD desteklidir.

2- 16 Eylül 2023’te bu üç ülke, Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu’nun (ECOWAS) Nijer’e olası askeri müdahale tehdidine karşı ortak bir savunma gücü oluşturmak amacıyla “Sahel Devletleri İttifakı”nı kurdu. “Mali Devlet Başkanı Albay Assimi Goita, Nijerya Devlet Başkanı General Abdulrahman Tchian ve Burkina Faso Devlet Başkanı Yüzbaşı İbrahim Traoré Eylül 2023’te bir sözleşme imzaladı. Mali Dışişleri Bakanı Abdoulaye Diop o dönem gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bu ittifak, üç ülke arasındaki askeri ve ekonomik çabaların bir birleşimi olacak” ifadelerini kullandı.

Mali, Burkina Faso ve Nijer liderleri tarafından 16 Eylül 2023’te imzalanan ortak sözleşme “Sahel Devletleri İttifakı” kurulmasını öngörüyor. İttifakın kurucu sözleşmesi 17 maddeden oluşuyor. Birinci maddesi, ittifakın “Liptako-Gourma Sözleşmesi” olarak anılmasını öngörüyor. Anlaşmaya taraf ülkeler, kendi ülkelerini içeren ve kısaca “AES” olarak anılan Sahel Devletleri İttifakı kurulması konusunda mutabakata vardılar. İkinci maddesi, amacının “Anlaşmaya taraf ülkelerin bir kolektif savunma ve karşılıklı yardım mimarisi kurmak” olduğunu belirtiyor. Kurucu sözleşmenin 6. Maddesi, “Anlaşmaya taraf ülkelerden birinin veya daha fazlasının egemenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik herhangi bir saldırı, diğer taraflara yönelik bir saldırı olarak kabul edilecek ve güvenliği yeniden tesis etmek ve sağlamak için silahlı güç kullanımı da dahil olmak üzere yardım yükümlülüğü doğuracaktır” diyor. Sözleşmenin 11. Maddesi ise “İttifakın, üç ülkeyle aynı coğrafi, siyasi, sosyal, toplumsal ve kültürel gerçekleri paylaşan ve İttifakın amaçlarını kabul eden her ülkeye açık olduğunu” belirtiyor. (25.06.2024 El Cezire Araştırmalar Merkezi)

Bu üç ülkenin oluşturduğu bu ittifakın 6. ve 11. Maddelerinden kuruluş amacının, Fransa’nın özellikle de ECOWAS (Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu) aracılığıyla olası askeri müdahalesiyle yüzleşmek ve Fransa’nın askeri saldırısı durumunda bu ülkelerden birinin yanında yer almak olduğu anlaşılıyor. Bir diğer amaç ise 11. maddeden de anlaşılacağı üzere ECOWAS içinde bir bölünme yaratmak ve ECOWAS üyesi devletleri bu ittifaka katılmaya teşvik etmektir.

3- 6 Temmuz 2024 tarihinde Mali, Nijer ve Burkina Faso, bir konfederasyon kurduklarını ilan ettiler. Bu üç ülke arasında 6 Temmuz 2024 tarihinde Nijer’in başkenti Niamey’de imzalanan konfederasyon anlaşması, ilk zirvede imzalanan Sahel Devletleri İttifakı anlaşmasının tamamlayıcısı niteliğinde. “Afrika’nın Sahel bölgesinde yer alan Burkina Faso, Mali ve Nijer, cumartesi günü bir “konfederasyon” kapsamında birleştiklerini duyurdular. Cumartesi günü Nijerya’nın başkenti Niamey’de yapılan ilk zirvenin sonuç bildirisinde, bu üç ülkenin liderleri “Üye devletler arasında daha fazla entegrasyon yönünde bir adım daha atmaya karar verdiler. Bu amaçla Burkina Faso, Mali ve Nijer arasında Sahel Devletleri Konfederasyonu adı altında bir konfederasyon kurulmasını öngören anlaşmayı kabul ettiler.” ifadelerine yer verildi. (06.07.2024 El-İttihad)

4- Amerika, kurulan konfederasyon ile ilgili doğrudan bir açıklama yapmamasına rağmen tüm göstergeler, bu ülkeler tarafından kurulan “Sahel Devletleri Konfederasyonu”nun arkasında Amerika’nın olduğunu gösteriyor. Amerika, bir yandan bu konfederasyonun bir kale olup bu ülkelerdeki ajanlarını ECOWAS grubunun yaptırımlarından korumasını istiyor. Zira bu üç ülke, karayla çevrilidir ve denize erişimleri bulunmuyor. Bu da ticaretlerine engel teşkil ediyor. Diğer yandan Amerika, bu konfederasyonun Fransa ve İngiltere’nin güdümündeki ECOWAS karşısında bir ittifak olmasını istiyor. Nitekim Konfederasyonun kurulması ECOWAS grubu içinde eleştiri yağmuruna yol açtı. Senegal cumhurbaşkanının açıklamalarında da açıkça görüldüğü gibi reform talebi başladı. Başka bir deyişle, ülkelerin ECOWAS’tan “Konfederasyona” doğru akışı olası hale geldi.

5- Dolayısıyla bu konfederasyon spontane değildir. Amerika, yanlısı bu üç ülke arasında sömürgelerini korumak, Avrupa’nın, özellikle de Fransa’nın müdahalesini ve sömürgelerine geri dönüşünü engellemek amacıyla böyle bir konfederasyon kurmuştur... Bu ülkelerin konfederasyon öncesi attığı adımlar bunu teyit ediyor:

A- Burkina Faso ve Nijer, Kasım 2023’te G5 Sahel Görev Gücü’nden çekildiklerini duyurdu. Mali de Mayıs 2022’de G5 Sahel Görev Gücü’nden çekilmişti. “Burkina Faso ve Nijer, cumartesi günü Mali’nin Batı Afrika bloğundan çekilmesinden bir buçuk yıl sonra G5 Sahel’den çekildiklerini duyurdu. Burkina Faso ve Nijer hükümetlerinin yaptığı ve Burkina Faso Haber Ajansı’nın yayınladığı ortak açıklamaya göre, “Karar egemen bir karardır. Grubu ve çalışmalarını derinlemesine değerlendirdikten sonra alınmıştır.” Açıklamada ayrıca şu ifadelere yer verildi: G5 Sahel, “halklarımızın zararı pahasına yabancı çıkarlara hizmet edemez. Hatta onlara çocuk muamelesi yapan, halklarımızın egemenliğini reddeden bir ortaklık adına herhangi bir gücün emirlerine de hizmet edemez. Dolayısıyla Burkina Faso ve Nijer, bu örgütten çekilmenin tarihi sorumluluğunu tüm çıplaklığıyla üstlenmektedir...” (03.12.2023 Anadolu Ajansı) “Mali’deki cunta yönetimi pazar günü yaptığı açıklamada, “Batı Afrika’nın Sahel bölgesinde 2014 yılında cihatçılarla mücadele için oluşturulan çok uluslu askeri güçten çekildiğini duyurdu. Cunta yönetimi, çekilme kararı için Mali’nin “G5 Sahel” dönem başkanlığını üstlenmemesini gerekçe olarak gösterdi. Şubat 2022’de Bamako’nun Moritanya, Çad, Burkina Faso ve Nijer’den liderlerin katılacağı bir konferansa ev sahipliği yapması bekleniyordu.Askeri cuntanın iktidarı ele geçirdiği bir askeri darbeye sahne olan Mali’deki iç istikrarsızlığa atıfta bulundu...” (16.05.2022 France 24)

B- Mali, Nijer ve Burkina Faso, Fransa’nın etkisinden kurtulmak ve terörle mücadele bahanesiyle askeri müdahalede bulunmasına olanak tanımamak amacıyla Ocak 2024’te ECOWAS’tan çekildiklerini duyurdular. “Mali, Burkina Faso ve Nijer pazar günü Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu’ndan (ECOWAS) çekilme kararı aldı. Bu karar, askeri cuntalar ve geçici geçiş hükümetleri tarafından yönetilen üç Sahel ülkesinin yayınladığı ortak açıklamada yer aldı. Açıklamada, “Üç ülkenin 15 üyeli ECOWAS’tan “mümkün olan en kısa sürede” çekileceği belirtildi. Üç ülkenin yayımladığı ortak bildiride, “yabancı güçlerin etkisinde kalmak” ve “ilkelerine ihanet etmekle” suçlanan ECOWAS’ın, kendileri için “tehdit” oluşturduğu kaydedildi.” (28.01.2024 Anadolu Ajansı)

6- Tüm bunlar, bu üç ülkenin, Fransız etkisinden kurtulmak için Fransa’nın etkisine ve yönlendirmesine tabi tüm örgütlerden çekildiklerini gösteriyor. Bu ülkelerin, Amerika’nın desteği olmadan daha doğrusu ABD’nin, ECOWAS’ı parçalamak ya da zayıflatmak ve böylece toplam nüfusu 70 milyonu aşan, Fransız şirketleri tarafından sömürülen önemli enerji ve maden kaynaklarına sahip bu üç önemli ülkedeki Fransız etkisini sarsmak ya da değiştirmek istediği bir konfederasyonun inşasına bir girizgâh olarak, emri olmadan bu ülkelerin kendiliklerinden ECOWACS’tan çekilmeleri pek olası değil. Üstelik bu “konfederasyon” ve liderlerinin tonu, daha fazla ülkeyi Fransa’nın Sahel’deki etki alanından çıkarma tehdidi yaratıyor. Bu hükümetler, Fransız sömürgeciliğinin talanı, geride bıraktığı aşırı yoksulluk ve yöneticiler arasındaki yaygın yolsuzluk nedeniyle son derece kırılgandır. Bu yeni koşullar, ABD’nin “terörle mücadele”, eğitim ve askeri destek çağrıları yoluyla temasa geçtiği ordunun aklını başından alıyor. Lafın kısası, bu üç ülke liderlerinin, Fransa’ya karşı sertleşmesi, onlarca yıldır güvenli ve istikrarlı olan Fransız etkisine yönelik tartışmasız en büyük tehdit olduğu söylenebilir.

7- Böylece İslam beldelerindeki yöneticilerin ülkenin bağımlılığını bir sömürgeciden diğerine transfer ettiği açık ve nettir. Müslümanların zenginliklerini yağmalayan Fransa’ya sırt dönerken, o zenginlikleri yağmalaması için Amerika’ya yöneliyorlar. Müslümanların ise sefalet ve yoksullukları devam ediyor. Sanki Müslümanlar kendi ülkelerini yönetmekten acizler de. Bu durum, tüm Müslüman ülkeler için geçerli olsa da Afrika ülkelerinde daha bariz ve daha derindir. Müslümanların dinlerine karşı uyanıklığı fazlalaştıkça ve bu dünyada ve ahirette kurtuluşlarının yegâne yolunun dinlerine sımsıkı sarılmak olduğu kanaati artıkça, Yüce Allah’ı hoşnut eden şeylere daha yakın olacaklardır. Böylece hem kendilerini yoksulluk ve yoksunlukla mücadele etmek zorunda bırakan ve ülkelerinin zenginliklerini sömüren sömürgeci kafire karşı nefretleri artacak hem de dini ikame etmek, İslam Devletini kurmak ve İslami hayatı yeniden başlatmak için gayret ve çabaları da artacaktır. Müslümanların yaşadığı bu ceberut saltanattan sonra kurulacak olan Nübüvvet metodu üzere ikinci Hilafet Devleti Müslümanları birleştirecektir. Biz Allah’ın izniyle müsterihiz, zira Müslümanların artık yeter dediklerine, İslam devletini kurmaya, İslam beldelerini birleştirmeye, tüm kafir sömürgeci ülkeleri beldelerinden kovmaya, hatta o ülkelere hidayeti taşımaya bir adım uzak olduklarına tanık oluyoruz. Kuşkusuz bu, Allah’a zor değildir. Ahmed’in Huzeyfe RadıyAllahu Anh’dan rivayet ettiği hadiste Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:

ثُمَّتَكُونُمُلْكاًجَبْرِيَّةًفَتَكُونُمَاشَاءَاللهُأَنْتَكُونَثُمَّيَرْفَعُهَاإِذَاشَاءَأَنْيَرْفَعَهَاثُمَّتَكُونُخِلَافَةًعَلَىمِنْهَاجِالنُّبُوَّةِثُمَّسَكَتَ“Daha sonra ceberut bir saltanat olacaktır. O da Allah’ın dilediği kadar devam edecektir. Ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldıracaktır. Sonra, nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra da sustu”

H.18 Muharrem 1446
M.24 Temmuz 2024

Devamını oku...

Amerika’nın Sudan’da Devam Eden Çatışmanın Baş Aktörü Olduğu, Siyasi Uyanıklığa Sahip Her Gözlemci İçin Açık Hale Gelmiştir!

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken salı günü yaptığı açıklamada, Washington’un “Sudan Silahlı Kuvvetleri ve paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri’ni 14 Ağustos’ta İsviçre’de başlayacak olan ABD arabuluculuğundaki ateşkes görüşmelerine katılmaya davet ettiğini” söyledi. Blinken, ayrıca müzakerelere Suudi Arabistan’ın ortak ev sahipliği yapacağını ve görüşmelere Afrika Birliği, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Birleşmiş Milletler’in gözlemci olarak katılacağını belirtti.

ABD’nin Sudan’da devam eden çatışmanın baş aktörü olduğu, ABD’nin Sudan politikasını takip eden her uyanık gözlemci için açık hale gelmiştir. Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, Çerçeve Anlaşmasını ortadan kaldırmak için Sudan’daki savaşı körükleyenin Amerika olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde defalarca vurguladık. Eğer ordu, söz konusu anlaşmayı imzalamış olsaydı, Amerika ve Sudan’daki adamları dizginleri kaybedecekler ve İngilizler siviller aracılığıyla ipleri ellerine alacaklardı. Bu saçma ve lanet savaş bu yüzden meydana geldi. Ardından Amerika, Cidde Platformu’nu savaşı durdurmaya yönelik müzakereler için tek platform olarak dayatarak sahneyi kontrol etmeye devam etti. Böylece bölgedeki İngiliz ajanlarının olayların gidişatını etkilemesine olanak tanımadı. Amerika bölgedeki ajanlarını, işler olgunlaşıncaya kadar savaşı uzatacak bazı eylemlerde bulunmak üzere seferber etti. Şimdi Amerika önümüzdeki Kasım ayında yeni başkanlık seçimlerine gidiyor. Bu yüzden mevcut ABD yönetimi, Sudan’daki savaşı durdurmayı ve bir anlaşma imzalamayı dış politika başarılarından biri haline getirme arzusunda. Bu nedenle Amerika’nın sponsorluğunda ve gözetiminde gerçekleşecek müzakerelerin başlama tarihi olarak 14 Ağustos belirlendi. Müzakerelere katılacak diğer ülkeleri ve örgütleri ise, Sudan Ordusu ve Hızlı Destek Kuvvetleri’ndeki adamlarına dayatacağı şeylerin yalancı tanıkları ve gözlemcileri haline getirdi.

Ne yazık ki ülkemiz, bir çoban ve kalkanın yokluğunda, uluslararası nüfuz mücadelesinin bir arenası olmaya devam ediyor. Bu lanetli savaşın bedelini çaresiz halkımız ödüyor. Başkalarının dünyası için dinini satan, ülkemizi ve kaynaklarımızı talan eden, zenginliğimize göz diken sömürgeci kafir Batı’nın aparatı olmayı kabul eden bir grup evladımızın katliamına, tecavüzüne, yerinden etmesine, mal ve mülkün talanına maruz kalıyor. Bu saçmalığı ve bozguncuları sadece Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet durdurabilir. Öyleyse hepimiz onu bir an önce geri getirmek için çalışmalıyız.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Özbekistan: Özbekistanlı Bir Kız Kardeşin "Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek!" Kampanyasına Destek Mesajı

  • Kategori Özbekistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Özbekistan:

Özbekistanlı Bir Kız Kardeşin "Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek!" Kampanyasına Destek Mesajı

"Özbekistan'daki Siyasi Mahkumlara Destek!" Kampanyası

Hicri 19 Muharrem 1446, Miladi 25 Temmuz 2024

ozbekistan

#ÖzbekistandanÇağrı
#PleaFromUzbekistan
#ЎЗБЕКИСТОНДАН_ФАРЁД
#صرخة_من_أوزبيكستان

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER