- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
İnsanlar Arasında Haccı İlan Et
Musab b. Sa’d babası (r.a.)’den şöyle dediğini rivayet eder: Dedim ki “Ey Allah’ın Rasulü, hangi insanların imtihanı daha şiddetli olur?” Buyurdu ki: الأَنبياءُ ثمَّ الأَمثلُ فالأَمثلُ؛ يُبتلَى الرَّجلُ علَى حسَبِ دينِهِ، فإن كانَ في دينِهِ صلبًا اشتدَّ بلاؤُهُ، وإن كانَ في دينِهِ رقَّةٌ ابتليَ علَى قدرِ دينِهِ“Peygamberler, sonra (dereceleriyle) onları takip edenler, sonra onları takip edenler. Kişi dini(ne bağlılığı) nispetinde imtihana uğrar. Dininde (bağlılığında) sapasağlam olursa imtihanı şiddetlenir, dininde gevşek olursa dinine göre imtihana uğrar.”İnsanlık tarihinde İbrahim (a.s.)’ın uğradığı imtihandan daha büyük bir imtihan ve sınav olmasa gerek. İbrahim (a.s.) Allah’ın kendisini bir çocukla rızıklandırması için yüz yıl sabretmişti. Allah ona İsmail (a.s.)’ı verdiği zaman, ondan ayrılmasını ve onu çorak bir vadiye bırakmasını emretmişti. Ne bir su, ne bir beşer, ne de sığınacakları bir gölge vardı. İsmail’in annesi Hâcer, bunun Allah’ın bir emri olduğunu bildiğinden, Rabbine kusursuz bir teslimiyet gösterip Allah’ın kendilerini sahipsiz bırakmayacağına iman etmişti. Haydi, kendi başına gelene sabretti diyelim, kucağındaki küçücük yavrusunun acısına nasıl katlanacaktı? İsmail büyüyüp koşar hale gelince, Allah Teâla bu kez onu kurban etmesini emretti. Hiç tereddüt etmeden icabet etti. İsmail’in kendisi de, annesi Hâcer de Allah’ın emrine tereddütsüz teslimiyet gösterdi. İsmail adeta gözünü kırpmaksızın itaat etti. İbrahim, oğlu İsmail’in Allah’ın emrine gösterdiği bu teslimiyete hayranlıkla baktı. Babası bıçağı çıkarıp boynuna getirmek üzereyken Allah onu mübarek bir kurbanla ödüllendirdi. İşte o günü, Kurban Bayramı olarak İslam’da daimi kıldı.
İbrahim (a.s.)’ın evi mübarek bir evdir. Bu muazzam bereket ise şüphesiz Allah’a teslimiyetin mükâfatıdır. Hanımı Hâcer’e gelince, Allah onun koşuşturmasını, bugün Hac ibadetinde Safa ile Merve arasındaki sa’y ile daimi kıldı. Minik yavrusunun ayakları arasında fışkıran Zemzem suyunun bereketiyle ödüllendirdi. İbn Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir: “Hz. İbrahim beraberinde Hz. İsmail aleyhimesselam ve onu henüz emzirmekte olan annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında bir de su tulumu vardı. Hz. İbrahim, kadını Beyt’in yanında Devha denen büyük bir ağacın dibine bıraktı. Burası Mescid’in yukarı tarafında ve zemzemin tam üstünde bir nokta idi. O gün Mekke’de kimse yaşamıyordu, orada hiç su da yoktu. İşte Hz. İbrahim anne ve çocuğunu buraya koydu, yanlarına, içerisinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile su bulunan bir tuluk bıraktı. Hz. İbrahim aleyhisselam bundan sonra (emr-i İlahi ile) arkasını dönüp (Şam’a gitmek üzere) oradan uzaklaştı. İsmail’in annesi, İbrahim’in peşine düştü (ve ona Keda’da yetişti). "Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?" diye seslendi. Bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim, (emir gereği) ona dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar (üçüncü kere) seslendi. "Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?" dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine "Evet!" buyurdu. Kadın: "Öyleyse (Rabbimiz hafızımızdır), bizi burada perişan etmez!" dedi, sonra geri döndü. Hz. İbrahim de yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye (tepesine) gelince Beyt’e yöneldi, ellerini kaldırdı ve şu duaları yaptı: "Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmını, senin hürmetli Beyt’inin yanında, ekinsiz bir vadide yerleştirdim -namazlarını Beyt’inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlarda mümin olanların gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler" (İbrahim 37). İsmail’in annesi, çocuğu emziriyor, yanlarındaki sudan içiyordu. Kaptaki su bitince susadı, (sütü de kesildi), çocuğu da susadı (İsmail bu esnada iki yaşında idi). Kadıncağız (susuzluktan) kıvranıp ızdırap çeken çocuğa bakıyordu. Onu bu halde seyretmenin acısına dayanamayarak oradan kalkıp, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti. Üzerine çıktı, birilerini görebilir miyim diye (o gün derin olan) vadiye yönelip etrafa baktı, ama kimseyi göremedi. Safa’dan indi, vadiye ulaştı, entarisinin eteğini topladı. Ciddi bir işi olan bir insanın koşusuyla koşmaya başladı. Vadiyi geçti. Merve tepesine geldi, üzerine çıktı, oradan etrafa baktı, bir kimse görmeye çalıştı. Ama kimseyi göremedi. Bu gidip-gelişi yedi kere yaptı. İşte (hacc esnasında) iki tepe arasında hacıların koşması buradan gelir.”
Keza Allah Teâla, İbrahim (a.s.)’ın çağrısını, her derin vadiden gelen insanlar için ebedi bir çağrı kıldı. Yine ona Beyt’i tavaf etmeyi, kıyam, rükû ve secde ederek orada namaz kılmayı öğretti.
وَإِذْ بَوَّأْنَا لإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لاَّ تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ * وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالاً وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ“Bir zamanlar İbrahim'e Beytullah'ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): Bana hiçbir şeyi şirk koşma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.” [Hacc 26]
Yine İbn Huzeyme Sahih’inde, el-Hâkim de Müstedrek’inde, İbn Abbas (r. anhuma)’nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: لما أتى إبراهيم خليل الله صلوات الله وسلامه المناسك عرض له الشيطان عند جمرة العقبة، فرماه بسبع حصيات حتى ساخ في الأرض، ثم عرض له عند الجمرة الثانية، فرماه بسبع حصيات حتى ساخ في الأرض، ثم عرض له عند الجمرة الثالثة فرماه بسبع حصيات حتى ساخ في الأرض“İbrahim Halilullah hac menâsikini eda etmek üzere geldiğinde, Şeytan Akabe cemresinde ona gözüktü. Ona yedi çakıl taşı atıp yere düşürdü. Sonra ikinci cemrede de ona gözüktü. Tekrar yedi çakıl taşı atıp yere düşürdü. Sonra üçüncü cemrede de ona gözüktü. Yine yedi çakıl taşı atıp yere düşürdü.”Hac menâsiki Allah’tan tevkîfîdir. Yani Kıyamet Günü’ne kadar Allah’ın emrettiği bu hususları hiç kimse değiştiremez. Bunlar, ibadetin Allah’a sadık ve halis oluşunun, Allah’ın emrine ve şeriatına tam teslimiyetin birer ifadesidir. Burada tartışmaya ve polemiğe yer yoktur. O halde insanlara ne oluyor ki Allah’ın emrine uyun, şeriatını tatbik edin denildiğinde, yerlerine çakılıp kalıyorlar! Allah’ın ahkâmını ikame edin denildiğinde, tıpkı Allah’ın inek kesmelerini emrettiği zaman İsrailoğullarının davrandığı gibi davranıyorlar! O İsrailoğulları bile onca gevelemeden sonra Allah’ın emrini yerine getirmişlerdi. Oysa bunlar hala isyan içinde direnmeye devam ediyorlar! Allah’ın emrine ve şeriatına uymamalarının da ötesine geçip Doğu’dan ve Batı’dan teşri hükümleri ve nizamlar almaya cüret ediyorlar. Oysa Efendimiz İbrahim (a.s.) biricik oğlunun kurban edilmesi emrine dahi tereddütsüz teslimiyet göstermişti. Nihayetinde Allah’ın övgüsüne ve mükâfatına mazhar olmuştu. Dolayısıyla Rabbimizin emir ve yasaklarına teslimiyette hayırlı bir akıbet ve büyük bir mükâfat vardır. O halde itaat etmemiz, sabretmemiz ve en güzel şekilde bağlılık göstermemiz gerekmez mi?
İşte Hac, Allah Teâla’nın bize bir şeriat ve ahkâm indirdiğini ve sabırla ve kararlılıkla uyguladığımız takdirde bu dünyada ve ahirette hayrımıza olacağını öğretiyor. Bunu bilen biliyor, gaflet içinde kalan kalıyor. Dolayısıyla hacda bir zikir ve ibadet dengesi, dünyevi ve uhrevi maslahatlar dengesi vardır: ...لِيَشْهَدُوا مَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ فِي أَيَّامٍ مَّعْلُومَاتٍ... “Ta ki kendilerine ait birtakım yararları yakinen görsünler ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini ansınlar.” [Hacc 28]
İşte Allah’ın dini de böyledir. İnsanın fıtratını ihmal etmez, isteklerini köreltmez. Bilakis bunları en güzel bir şekilde düzenler ve doyurur. Faizi haram kılar, ticarete izin verir. Aynı zamanda faizde musibet, ticarette bereket vardır. Ancak İslam’ın iyilik ve maslahatı, kimilerinin iddia ettiği gibi hayır ile şer, ifrat ile tefrit arasında bir orta noktada olduğu anlamına da gelmez. Bilakis adaletinde ve halkın işlerini güzellik ve iyilikle yürütmesinde hikmetli olduğu ve tüm insanlığın hayrına olan hükümlere sahip olduğu anlamına gelir.
Şüphesiz hac, Müslümanlara, diğer tüm ümmetlerden farklı olarak tek bir ümmet olduklarına dair evrensel bir hatırlatmadır. Arabın Arap olmayana, beyazın zenciye takvadan başka üstünlüğü yoktur. Müslümanların hac için bir araya gelmeleri, dertlerinin bir, çabalarının bir, akıbetlerinin bir olduğuna dair bir hatırlatmadır. Bugün haccın gereklerinden biri olan ve Emiru’l-Mu’minin tarafından tayin edilmesi gereken hac emiri, Allah’ın emirlerini uygulasın diye halifeye işitmek ve itaat etmek üzere bey’at vermenin ehemmiyetine en net vurgudur. Hac, Müslümanların güçlerini toplamaları, saflarını birleştirmeleri, birbirlerini yakından tanımaları için bir kaynaşma ortamıdır. Nitekim pek çok hadiste, Müslümanların tek bir bütün olduğu, tıpkı bir vücudun organları gibi birbirlerinden ayrılmaz olduğu, birbirlerine karşı şefkat ve merhametli olduğu açıkça beyan edilmiş, tüm Müslümanların iman kardeşi olduğu, diğer millet ve ümmetlerden ayrı olarak tek bir ümmet olduğu kesin bir şekilde ortaya konulmuştur.
قُلْ إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ"De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir." [En’am 162]
Hac menâsikinin insanı sabırlı, hoşgörülü, merhametli, şefkatli, fedakâr ve empatik kılan bu nişaneleri, ihlaslı hacıların amellerini kuşatır ve onları kötü ahlak tezahürlerinden ve davranışlarından arındırır. Tıpkı Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi: الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ“Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramını giyerse), hac esnasında kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur.” [Bakara 197]
Hac, Müslümanların, “filizini yarıp çıkarmış, gittikçe kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine” [Fetih 29] benzedikleri, meyvelerin en güzelini elde ettikleri ve Allah yolunun yolcusu olan bir Mü’mine yakışmayan her sıfattan arındıkları muhteşem bir atmosferdir.Tüm zorluk ve meşakkatine rağmen Allah için hacca gidenlerin Allah katındaki mükâfatı, günahlarından mağfiret ve dualarına icabettir: الحجاج والعمار وفد الله، إن دعوه أجابهم، وإن استغفروه غفر لهم“Hacılar ve umreciler Allah’ın kafilesidir, dua ederlerse onlara icabet eder, istiğfar ederlerse onlara mağfiret eder.”el-Elbânî, “Sahihu’t-Terğîb ve’t-Terhîb”de sahih olduğunu ifade etmiştir.
Hac’da insanlar, ibadetten ibadete geçerek aşama aşama Allah’a yakınlaşır. Nefsini arındırmak için, ibadetlere sabredebilmek ve musibetlere katlanabilmek için büyük bir çaba harcayarak kendini alıştırır, eğitir. Allah katında bir yakınlık derecesi elde edip günahları bağışladığı, nefsini günah sebeplerinden uzaklaşmaya alıştırdığı ve Allah’a ibadet ve itaatte meşakkate sabır aşamasından lezzet ve tat alma aşamasına intikal ettiği zaman, Allah’a hakiki manada, istek ve şevkle yakınlaştığını hisseder.
Dolayısıyla hac, kulun kalkınması, zirveye doğru yükselmesidir. Sadakat ve ihlasının artması, kötü eylem ve söylemlerden daha da uzaklaşmasıdır. İbadetin lezzetini alarak Allah’a yakınlaşmasıdır. Din kardeşleriyle bütünleşmesidir. Tövbe ve istiğfarını içtenlikle hissetmesi, günahlarından ve suçlarından arınmayı tüm kalbiyle dilemesidir. Allah’ın evine güven ve huzur içinde varmasıdır: وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً“Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık.” [Bakara 125]
İbrahim (a.s.)’ın ibadetine uyması, Muhammed (s.a.v.)’in yoluna bağlanmasıdır. Kendi aklından ve hevasından uydurmamasıdır. Giydiği basit, beyaz ihram kıyafeti ve toza bulanmış saçları, dünyadan uzaklaşıp Allah katında makbul olma arzusunun en somut ifadesidir.
Hac, İslam’ın temel rükün ve esaslarından biridir. Ömrün meyvesi, İslam’ın neticesi ve dinin kemalidir. Allah Teâla şöyle buyurmuştur: الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا“İşte bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim.” [Mâide 3]
Allah’ım, haccımızı mebrur, mükâfatını cennet kıl. Tıpkı hadis-i şerifte beyan edildiği gibi: الحج المبرور ليس له ثواب دون الجنة“Mebrur haccın sevabı cennetten başkası değildir.” Denildi ki “Mebrur nedir?”Buyurdu ki: العج والثج“Telbiye ve kurbandır.” Telbiye, sesi Lebbeyk diyerek yükseltmektir. Kurban ise deve ve benzeri bir hayvanı kanını akıtarak kesmektir. Buna göre hacc-ı mebrur, farzlarını ve sünnetlerini eda ederek yapılan hac demektir. Cabir hadisinde denildi ki: “Ey Allah’ın Rasulü, hac nasıl mebrur olur?” Buyurdu ki: إطعام الطعام وإفشاء السلام“Yemek yedirmek ve selamı yaymaktır.” Buradan kasıt, hacda iyilik (birr) yapılmasıdır ki mebrur için makbul oldu denir.
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi için Yazan:
Sâir Selâme