Pazartesi, 27 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - İslâm'ı Dünyaya Yaymak, Bir Devletin Varlığını, İslâm'ın Anlaşılması İçin Müslümanların Dâvetini ve Bir Kitle Tarafından Taşınmasını Gerektirir

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti heyetleri, İslâmî Dâvet Üst Meclisi'nin dâveti üzerine, "Sudân'da İslâmî Dâvet'in Meseleleri" konulu uluslararası bilimsel sempozyumun faaliyetlerini gözlemlediler, hazır bulundular, katıldılar, izlediler ve verilen aralarda bazı konuklar ile görüştüler. Bu vâkıa bağlamında şu hususları açıklıyoruz: 1) İslâm'a Dâvet; Hizb-ut Tahrir'in uğrunda doğduğu gâyedir. Zîra idârî kânununda Hizb'in gâyesi şöyle ifade edilmiştir: "a) İslâmî hayatı yeniden başlatmak, b) İslâmî Dâvet'i âleme taşımak, c) Toplumun fikrinin ve hissinin bekçiliğini yapmak." Bunları gerçekleştirmek üzere Hizb'in metodu ise Râşidî Hilâfet Devleti'nde yönetimdir. 2) İslâm'a dâvet; iki şekilde olur: Birincisi: Müslümanları, İslâm ile mukayyet olmaya ve ona göre yaşamaya, yani Hilâfet'i kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmaya dâvet; İkincisi: Gayri Müslimleri, İslâm'a girmeye dâvet.

Hilâfet'i kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmaya dâvete gelince; bunun metodu, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sîretinden alınır ve bünyelerinde İslâm'ın cisimleştiği, dolayısıyla İslâm'a ve nizâmlarına dayalı genel uyanıklıktan kaynaklanan bir kamuoyu oluşturmak üzere toplum ile kaynaşmaya elverişli yetkin şahsiyetler [devlet adamları] haline geldikleri ve bunun sonucunda İslâm'ın yönetim konumuna gelmesi, dolayısıyla Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ثُمَّ تَكُونُ خِلافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّة "Sonra da Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." kavliyle müjdelediği Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'in kurulması için güç ve iktidar sahiplerinin kendilerine icâbet edeceği bir cemaat oluşturulması şeklinde özetlenir.

İslâm'ın yayılmasına ve âleme taşınmasına gelince; bu, İslâmî Devlet'in, Dâvet ve insanlar ile akılları arasında serbest bırakılıncaya değin maddî engelleri kaldırmak üzere Cihâd yoluyla yürüteceği aslî iştir. İşte o zaman insanlık fevç fevç Allah'ın dînine girerler ve İslâm, amelî olarak devlet ve toplum içerisinde tatbîk edilir, insanlar İslâm'ın adâletini, doğruluğunu ve çözümlerini somut olarak hissederler. Kezâ Ehl-il Kitâb ile en güzel bir şekilde tartışmakla olur. Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurmaktadır:  ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ "Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğüt ile dâvet et ve onlarla en güzel bir şekilde tartış!" [en-Nahl 125]

Bugün, üzerinde yoğun uğraşlar verilmesi gereken Müslümanların hayatî meselesi; hiç kuşkusuz, Hilâfet Devleti'nin kurulmasıyla İslâm'ın devlet ve toplum bazında dönüşü için çalışmaktır ki İslâm âleme Dâvet ve Cihâd ile taşınsın ve Allah bizlere muhkem nusretini nasip etsin.  بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاء وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ "İşte o gün, mü'minler de Allah'ın nusretiyle, zaferiyle ferahlayacaklardır. Allah dilediğine nusret, zafer verir. O, ‘Azîz'dir, Rahîm'dir." [er-Rûm 4-5]

Devamını oku...

Vakit Gazetesi'nde Yayınlanan Bir Makâleye Reddiye

Kerim Kardeş, Vakit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Gazetenizin 05.02.2008 tarihli nüshasında, yazarınız Sayın Serdar Arseven'in "Baykal'a Değil, Erdoğan'a Kızgınlar" başlıklı makâlesini mütâlaa ettik. Yazar kardeş makâlesinde, Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcü Yardımcısı tarafından CHP lideri Deniz Baykal'a gönderilen mektubu değerlendirmektedir. Fakat yazıktır ki bu değerlendirme, mektubun maksadından ve ekseninden uzak, yalnızca Erdoğan-Baykal çekişmesi ile sınırlı tutulmuştur. Buna göre Serdar Kardeş, mektubu bir bütün olarak ve Müslümanca bir bakış ile değerlendirmemekte, aksine Baykal'ın "Hizb-ut Tahrir AKP tarafından destekleniyor" mânâsındaki iddiasının yanlışlığına delîl gösterip AKP'yi haklı çıkarma gayretine girmektedir. Dahası Hizb ile CHP arasında tuhaf paralellikler kurarak okuyucuların zihinlerini karıştırmaya çalışmaktadır. Yazar kardeşimiz makâlesinde öyle bir izlenim uyandırıyor ki AKP'nin Hizb-ut Tahrir'e yönelik zâlimâne operasyonlarını âdeta haklı bulmakta, Hizb'in güya AKP öncesi dönemlerden memnun olduğunu göstermeye uğraşmakta, sanki Hizb, Erdoğan aleyhine Baykal'a akıl veriyormuşçasına bir îmâda bulunmaktadır. Oysa yazar kardeşimiz, mektubu bir bütün olarak değerlendirse, Müslümanca bir bakışla baksa, değerlendirmesinde insaf hudutlarında kalsaydı, bütün bu mânâları çıkarmanın mümkün olmadığını görür, zulme rıza göstermez, hakkı bâtıldan ayırt ederdi. Mektup, Baykal'a hitap etmekle birlikte, mektubun sonunda geçtiği gibi, Erdoğan-Baykal arasındaki kirli çekişmenin bir parçası olma maksadı taşımamaktadır. Aksine AKP ile CHP arasında İslâm'a ve Müslümanlara saldırı bakımından bir fark olmadığı, AKP'nin Amerika ve CHP'nin İngiltere güdümünde olduğu, çatışmanın kuklalar arasında süren devletlerarası bir çatışmanın yansıması olduğu, muhatap alınan Baykal'ın bu çatışmanın bir parçası olarak önemli rol oynayabileceği, Hizb'in ise bu laik (dinsiz) cumhuriyet rejimini eninde-sonunda yıkmak ve yerine yeniden Hilâfet'i kurmak üzere çalıştığı... beyân edilerek hakkın ve hakîkatin anlaşılması temennisi ile tamamlanmıştır. Yazar kardeşimiz makalesini yazarken adil davransaydı, mektupta gerçeği açıklanan AKP Hükümeti'nin avukatlığına soyunup İslâm'a ve Müslümanlara karşı küstahlaşan, İslâm'ın ve Müslümanların Amerika, "İsrail", Avrupa Birliği gibi düşmanlarını dost edinen böylesi bir oluşumun ardında yer almaktansa, Allah için hakkı ayakta tutan âdil şâhitlerden olur, doğruluk ve insaf ile değerlendirmede bulunur, zâlime karşı mazlumun yanında dururdu. Hizb-ut Tahrir, bağımsız ve küresel İslâmî siyâsî bir partidir. Hiçbir küfür fikrine, hiçbir küfür nizâmına, hiçbir haram fiile, hiçbir zulme, hiçbir zâlime rızâ göstermez. Allah buna şâhittir, târih bunu yazmıştır, iki gözü olan bunu görmektedir. Üstelik Hizb, Rabbi ile güçlü, Rasulü ile şerefli ve dînî ile izzetlidir. Kerîm Kardeş Serdar Arseven, makâlesinde Baykal ile görüştüğü zaman kendisine AKP Hükümeti'nin Hizb-ut Tahrir'i himâye ettiğine dair belgeleri isteyeceğine söz vermektedir. Kendisinden yalnızca Baykal ile yetinmemesini, bunu ayrıca Genelkurmay Başkanı Büyükanıt ile Başbakan Erdoğan'a da sormasını talep ediyoruz. Bakalım, onlar ne diyecek?

Muhterem Kardeş, Vakit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, sizden de bu reddiyemizi yayınlayarak cevap hakkımızı yerine getirmenizi talep ediyor, yayın ilkeleriniz doğrultusunda korkusuzca yayınlamanız halinde şimdiden teşekkürlerimizi sunuyoruz. Ve's Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh.

Devamını oku...

Yahudi Varlığı Yine Mazarrat Peşinde

Yahudi varlığının sözde Savunma Bakanı Ehud Barak, 12 Şubat'ta Türkiye'ye geldi. Ziyaretinde Başbakan'dan Genelkurmay Başkanı'na, Savunma Bakanı'ndan Dışişleri Bakanı'na kadar üst düzeyde görüşmeler yaptı.

Görüşmenin ana konularının; Ortadoğu Barış Süreci ve Filistin sorununun çözümü, Gazze'deki son durum ve Türkiye'nin Yahudi varlığından almayı plânladığı 300 milyon dolarlık casus uydu ve 183 milyon dolarlık insansız casus uçak satışı olacağı belirtildi. Barak'ın Ortadoğu Barış Süreci ve Filistin sorununun çözümü için geldiği doğru değildir. Bilakis şu anda çözüm yönünde hiçbir somut adım atılmamıştır, atılmayacaktır da. Çünkü Yahudi varlığı terörist ve işgalci bir varlık olarak İslâmî Filistin toprakları üzerinde ve Kur'ân-il Kerîm'deki şerir vasıfları üzerinde kalmaya devam ettiği sürece barış beklentisi, yaz sıcağında çölde susuz kalanın gördüğü seraptan öte geçmeyecektir. Gazze'deki içler acısı durum, Türkiye yöneticilerinin gözleri önünde meydana geldiği ve onlar da birkaç eleştiri cümlesinden başka bir şey yapmadığı sürece, Yahudi varlığını durduracak herhangi bir görüşme yapılması söz konusu olmayacaktır, olmamıştır da. Olsaydı, Başbakan Erdoğan çıkar, Gazze'deki durumun nasıl halledileceği konusunda kamuoyuna açıklama getirirdi. Zaten öyle bir niyetleri olsaydı, Gazze'deki Müslümanların eli kanlı katilini Türkiye'ye davet etmez, içtenlikle karşılamaz, askerî ve ekonomik işbirliği yaparak elini güçlendirmezlerdi. Casus uydu meselesine gelince; Yahudi varlığı bunun satışını Türkiye'ye önceden söz verdiği halde âdeti olduğu üzere sözünü bozmuş, başımızdaki yöneticileri aşağılamıştı. Sözde Yahudi bakanını dâvet eden Savunma Bakanı Vecdi Gönül bu aşağılanmayı görmezden gelmekle kalmadı, onunla düzenlediği basın toplantısında sınır ötesi harekât sırasında Yahudinin verdiği sözde destekten övgüyle bahsedip teşekkür etti.

Yahudi varlığının sözde bakanının bu ziyâreti, şüphesiz daha şerir bir maksat taşımaktadır. Çünkü gerçekleştirdiği mezkur görüşmelerin tamamı, kapalı kapılar ardında gerçekleştirilmiştir. Ayrıca aynı bakanın, geçen ay Paris'te Pakistan diktatörü Müşerref ile bir otelde gizlice görüştüğü ve görüşmede Afganistan-Pakistan sınırındaki Müslümanların bastırılmasında Müşerref'e verilecek desteğin ele alındığı nazarı itibara alınırsa, sözde Yahudi bakanının İslâm'a ve Müslümanlara karşı medyada sayılanlardan çok daha şerli bir maksatla buraya geldiği anlaşılacaktır.

Tüm duyarlı kesimleri, özellikle medyayı ve siyasetçileri, kapalı kapılar ardında saklanan bu şerir maksadı açıklayarak kamuoyunu aydınlatmaya, Yahudi varlığının şerlerine ortak olmamaya ve onlara verilecek tüm ihaleleri ve peşkeşleri engellemek için çaba harcamaya çağırıyoruz.

Devamını oku...

- Açık Dâvetiye - إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler de ellerini ve dillerini size

  • Kategori Danimarka
  •   |  

Bazı Danimarka gazeteleri, dün 12.02.2008 günü Rasul-il Kerîm [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakâret içerikli karikatürleri yeniden yayınlama kararı aldıklarını açıkladılar. Bu açıklama, Danimarka İstihbarat Kurumu'nun, karikatüristlerden birinin suikasta uğramasının engellendiği ve üç zanlının tutuklandığı şeklindeki açıklamasından birkaç saat sonra yapılmıştır. Nitekim bugün en az on yedi Danimarka gazetesi Kerîm Nebî [Aleyhi's Salâtu ve's Selâm]'ı -hâşâ- "terörist" gibi gösteren karikatür başta olmak üzere bu kindar karikatürleri yayınladı ve gazetelerin genel yayın yönetmenleri bu menfur eylemlerini "ifâde özgürlüğünü savunmak", karikatüristler "ve Jyllands-Posten Gazetesi ile tam bir dayanışma halinde olmak" olarak değerlendirdiler. Kimileri karikatürlerin yayınlanmasını "zorunlu bir çıkış" olarak değerlendirdiği gibi, hükümet ve muhalefet içerisinden birçok ünlü lider, "ifâde özgürlüğünü" ve "demokrasiyi" savunmak amacıyla İslâm'a karşı düşmancıl açıklamalarda bulundular ve bazıları da "siyasal İslâm'a" karşı savaşın tırmandırılmasına ve "terörizmle mücadele" kanunlarının ağırlaştırılmasını çağrıda bulundular.

Dikkat çekicidir ki gerek liderler gerekse medyacılar olsun, her kesim sözde "suikast girişiminin" henüz kesinleşmediği ve soruşturmanın tamamlanmadığı gerçeğini görmezden gelmiştir. Dahası Danimarka İstihbarat Bürosu, tutuklamanın peşi sıra zanlılardan ikisinin "terörizmle mücadele" kanunlarına göre "devletin güvenliğine karşı tehlike" teşkil etmelerinden dolayı derhâl sınır dışı edilmesini kararlaştırdığını ve üçüncü zanlının da hakkındaki soruşturmanın ardından kuvvetle muhtemelen serbest bırakılacağını açıklamıştır. Nitekim öyle de olmuştur. Zîra üçüncü zanlı dün akşam serbest bırakılmıştır! Böylece ne yargılamaya, ne deliller sunmaya, ne adlî yargıya, ne savunma makamına, ne de herhangi bir hukukî prosedüre gerek duyulmamıştır. Aksine egemen olan orman kanunudur ve maksat Müslümanların beldelerindeki fâsit "polisiye" nizâmları ve şerrîn elebaşı Amerika'yı örnek alarak Rasul-il Kerîm [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e dil uzatmada haddi aşmak, Müslümanlara zulmetmek, İslâmlarına ve mukaddeslerine saldırmaktır.

Ey Müslümanlar!

Danimarkalı liderlerin tepkileri, gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin onur kırıcı karikatürlerin yeniden yayınlaması üzerindeki sürpriz ittifakları ve Danimarka İstihbarat Bürosu'na dikkat çekici bir şekilde resmî destek verilmesi ve övülmesi bütünüyle, bu iğrenç karikatürlerin ilk kez yayınlandığı iki sene öncesinde gerçekleştirilemeyip şimdi devreye sokulan önceden tezgahlanmış bir hususa delâlet etmektedir. Bu da korkutmak, zulmetmek ve saldırmak suretiyle Müslümanları, başta Laiklik, demokrasi ve "ifâde özgürlüğü" gibi mefhumlar olmak üzere kokuşmuş Batı Hadâratı'nı kabule zorlamak, İslâm'dan, Kur'ân-il Kerîm'den, Azîz Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i tâzim etmekten ve Şeriatı'na bağlılıktan saptırmak maksadıyla Müslümanları terörize etmektir. Zaten bunlar da Danimarka Hükümeti'nin resmî olarak entegrasyon politikasının gerçekleşmesi önünde başlıca engel olarak gördüğü şeylerdir. Bir yönden böyledir. Diğer yönden ise şöyledir; bu, Müslümanlara karşı uygulamalarının yasallığı hakkında kuşkuların artmasıyla ve kaynaklarının Amerikan ve "İsrailli" istihbarat birimleri olduğu kanıtlanan "terörizm meseleleri" iddialarında sık sık başarısızlığa uğramasıyla, kamuoyu karşısında büyük ölçüde güveni sarsılan Danimarka İstihbarat Bürosu'nun iade-i itibar çabasıdır.

Öte yandan maksat, Danimarka emniyet birimlerinin tutuklama, hapsetme ve hiç kimsenin, zanlıların bile bilmeye hakkı olmayan "gizli" delillere göre, hatta delîlsiz, sorgusuz, sualsiz herhangi bir Müslümanı sınır dışı etmek şeklindeki uygulamaları kabul edilsin diye kamuoyunu ve Müslümanları alıştırmak için emsal teşkil etmektedir. Zîra Batılı demokratik sistemlerde emniyet birimleri, aynen İslâmî Âlem'deki Batı yanlısı diktatör nizâmlarda olduğu gibi hem davacı, hem davalı, hem hâkim, hem de infazcı konumundadır. Dolayısıyla "suikast girişimi" iddiası; meselenin aslını, etkenlerini ve hedeflerini örtbas etmeye yönelik düzmece bir girişimden öte değildir. Oysa bu, -doğru olduğunu varsayarsak- ne sözde "terörizm" ile ilgisi, ne de "devletin güvenliği" ile alâkası olan bir suç meselesidir.

İğrenç karikatürleri ilk defa yayınladığında "Jyllands-Posten Gazetesi" gazetesini şiddetle müdafaa eden Danimarka Başbakanına gelince; o da şöyle diyordu: "Hükümet, ifâde özgürlüğünün bekçisi olarak kalacaktır... Mesele, Danimarka halkına, yönetimin dayandığı temel ilkelere saygı duymayan ve kabullenmeyen Danimarka'da bir grup aşırının var olduğunu göstermektedir." Dolayısıyla Danimarka Başbakanı, Müslümanlardan Nebîleri [Aleyhi's Salâtu ve's Selâm]'a dil uzatılmasını ve dînlerine saldırılmasını kabullenmeleri gerektiğini, aksi takdirde "aşırılık" ile suçlanacaklarını söylemek istemektedir!

Ey Müslümanlar!

Hizb-ut Tahrir / Danimarka sizleri, bu ülkede İslâm'a ve Müslümanlara aleyhinde düzenlenen komplolara karşı bilinçli olmaya, İslâm'a, Rasulü'ne ve mü'minlere karşı kindar politik, güvenlik ve medyatik kampanyalar karşısında Allahu Te'alâ'nın emrettiği gibi birbirine kenetlenmiş bir bina şeklinde tek saf olmaya dâvet etmektedir. Ayrıca sizleri, Kerîm Nebî'niz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e dil uzatılmasına karşı İslâmî Dâvet'i taşımada ve Müslümanların beldelerinde Râşidî Hilâfet Devleti gölgesinde İslâm Şeriatı'nın ikâme edilmesinde samimiyetle çalışarak kesin bir cevap vermeye davet ediyoruz ki o, İslâm'ın ve Müslümanların izzetlendirecek, lafla değil amelle Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şânını yüceltecek ve İslâm düşmanlarına, Şeytan'ın vesveselerini unutturacak güçlü, muktedir ve izzetli bir devlet olacaktır.

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ   "Ey îmân edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verene dâvet ettiği zaman icâbet edin!" [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i Resmeden Menfur Karikatürlerin Yeniden Basılması, Müslümanları Aşağılamak için Plânlanmıştır

  • Kategori Britanya
  •   |  

Bazı Danimarka gazeteleri ve ulusal televizyonu bugün, Rasul-il Kerîm Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i hâşâ bir "terörist" şeklinde resmeden bir karikatürü, dünyadaki bir milyarı aşkın Müslümanı hesaplanmış bir biçimde aşağılamak üzere yeniden yayınladılar. Bu yayınlarını şiddetlerin en keskini ile kınıyoruz. Editörler ise bunun düşünce özgürlüğü kapsamında olduğu iddiasındadırlar ve bunun hemen ardından, asıl karikatüristlerden birine saldırmayı plânlayan üç kişinin bulunduğunu ortaya attılar.

Müslümanların bu karikatürlere yönelik tepkisi hakkında pek çok söylenti vardır. Müslümanların çoğunluğu Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in resimsel tasvirini câiz bulmazken, bizâtihi karikatürlerin aşağılayıcı biçimi geniş çaplı bir öfkeye neden olmuştur.

Britanya medyasının ve toplumunun çoğu tarafından, azınlıkların uyumu gibi dünyevi bir konuda haklı olarak konuşan Dr. Rowan Willams'a gösterilen fanatik tepkiler ile kıyaslandığında, milyonlarca sıradan Müslümanın çoğu tepkisi gâyet ölçülü sayılır.

İster Danimarka'da Azîz Nebîlerine hakâret edilerek Müslümanlara saldırılması olsun, ister Hollanda'daki politikacıların Ku'ân'ı yasaklamakla tehdit ederek Müslümanlara saldırması olsun, isterse Britanya medyasında peçe üzerinden Şeriat'a saldırarak Müslümanlara saldırılması olsun, görünen o ki Avrupa'nın yabancı düşmanlığı güden çizgisi, kıtanın doğusundan ve batısından birçoklarını birleştiren tek şeydir.

Oysa onlar; Yahudilerden, Zencilerden ve Çingenelerden olan azınlıklara karşı utanç verici ve yüz kızartıcı tutumlar sergiledikleri, nefretle kamçıladıkları ırkçı geçmişlerini ne de çabuk unutuyorlar?! Şimdi de kalkmış, düşünce özgürlüğünü bir çırpıda hakâret etme ve nihâyet can yakma özgürlüğüne çevirmişlerdir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Maksat Hâsıl Olmuştur

Herkesin bildiği üzere Hollanda'daki Hizb-ut Tahrir şebâbı olarak, bu ülkede İslâm'a karşı süregelen hakâretlere karşı barışçıl bir kampanya düzenledik. Bu kampanyanın maksadı; Müslümanların, dinlerini müdafaa etmek ve süregelen hakaretlere sessiz kalmamak vecîbesi hususunda kendilerini bilinçlendirmek olduğu gibi Müslümanların çektiği sıkıntılar hususunda gayr-i Müslimleri bilgilendirmek, İslâm'a ve Müslümanlara karşı bu saldırgan atmosferler altında toplumu tehdit eden tehlikeler hususunda kamuoyunu bilinçlendirmektir.

Müslümanlar arasındaki bazı pasif kimseler, vurdumduymazlar ve çıkarları peşinde koşanlar, Kâfirlerin ülkelerinde gerekenin, bu hakâretlere sessiz kalmak olduğu ve sorunu bunun bitireceği görüşündedirler! Ancak vakıa, onların bu görüşünü yalanlamaktadır. Zîra bu düşmancıl atmosfer, bazı dar görüşlülerin, hedeflerinin ancak ötekilerine hakâret ve alay edilmesi yolu ile gerçekleşeceği zehabına kapılmalarından doğmuştur. Böylece düşmanlık artarak devam etti; çünkü hiçbir kimse durdurulmasını talep etmeye cesaret edememektedir. Dolayısıyla bu düşmancıl atmosferin ortaya çıkmasının, yayılmasının ve devam etmesinin nedeni bunlara karşı sessiz kalmak ve karşısında durmamaktır.

Hakâret ve alay konusu olanlar bizzat İslâm ve Müslümanlar olmasına rağmen bu durum, bir bütün olarak Hollanda toplumunu etkilemiştir; çünkü ötekiler ile alay edilmesi, nefret, korku ve güvensizlik tohumu ekecek, toplumun tamamını tehdit eden fitneden başka bir şey getirmeyecektir. Bu nedenle alarm ziline basmak için böylesi bir ortamda kampanyamız başlamıştır.

Müslümanlar ve gayr-i Müslimler olmak üzere yirmi beş binden [25.000] fazla imza topladıktan sonra diyebiliriz ki; Artık bu ülkedeki insanlar, hem yaşananların, hem de bu ülke sakinlerinden bir kısmına karşı düşmanlık ve süregelen hakâret yüklü atmosferlerin herkese şerden başka bir şey kazandırmayacağının farkına varmışlardır.

Bu, kampanyanın sonucu, bu da ilgili yetkililere ulaştırmak istediğimiz mesajdır. Ancak bu ülkedeki İçişleri Bakanlığındaki görevli yetkililer, yani İçişleri Bakanı Hörst bize tek cümlelik bir mesaj gönderdi: "Kesinlikle imzaları teslim almayacağım." İşte bu şekilde yetkililer, gerekçesiz veya açıklamasız bir şekilde nezaketsiz bir üslûp ile insanların görüşünü kabul etmeyi reddetti. O halde bu üslûp, meselelere yaklaşım hikmetini mi gösteriyor? Yoksa kampanyayı düzenleyen Hizb-ut Tahrir olduğu için mi bakan hanım insanların sesine kulak vermeyi reddetti? Yoksa Müslümanların gerçek görüşünü ifâde eden sesler olduğu için mi reddetti? Her ne olursa olsun bakan hanımın bu reddiyesi, bu ülkedeki haklı sesi reddetmekten başka bir şeyi göstermez. Bu nedenle kendisine deriz ki madem bir arada yaşam sloganını savunuyor, ötekine saygı duyulmasına davetle övünüyorsunuz, o halde bir arada yaşam ve ötekine saygı duymak; dinîne karşı süregelen hakâretlere son vermeye davet eden ötekinin sesine kulak vermekten geçer. O halde sözleriniz, fiillerinizin neresindedir?

Son olarak deriz ki; Bizim açımızdan bakan hanımdan ve tutumundan daha önemlisi, kampanyanın insanların katkısını almış, insanların desteğini kazanmış, sessizlik engeli aşılmış, İslâm'a ve Müslümanlara karşı süregelen hakâretlere son verilmesine çağıran haklı sesin ortaya çıkmış olmasıdır. Zaten maksadımız buydu ve maksadımıza da ulaştık. Bu kampanyamızda bizlere destek veren ve dayanışma içerisinde olan gerek Müslim gerekse gayr-i Müslim herkese müteşekkiriz.

 

Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Hollanda

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Britanya'dan Hanımlar, Başörtüsü Yasağı Konusunda Londra'daki Türk Büyükelçiliğine Heyet Gönderiyor

İslâmî siyâsî bir parti olan Hizb-ut Tahrir'in Britanya kolundan üst düzey bir hanımlar heyeti, Türkiye'de üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağının gözden geçirilmesine ilişkin son düzenleme hakkındaki bir mektubu, 7 Şubat 2008 Perşembe sabahı Londra'daki Türk Büyükelçiliği'ne teslim edecektir. Nitekim bu tartışma, Türkiye'deki Müslüman hanımların İslâm'a göre yaşamaya yönelik artan arzusunu yansıtmaktadır.

Mektupta şöyle geçmektedir: "Üniversiteler, okullar ve kamu kurumlarındaki başörtüsü yasağının, onları eğitim hakkından ve kamu sektöründe çalışmaktan alıkoyarak Türkiye'deki Müslüman hanımların yaşamı üzerinde muazzam bir etkisi olmuştur... Laiklik kişisel özgürlüğü benimsediği ve Müslüman kadını eziyetli yaşamlarından kurtarma iddiasında olduğu halde, gerçekte onlara, İslâm'ın emrettiğinden başka bir herhangi bir giyim şekli dayatarak otoriter bir biçimde davranmaktadır."

Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Hanımlar Medya Temsilcisi Dr. Nezrîn Navâz şöyle dedi: "Türk Hükümeti Avrupa Birliği'nin laik referanslarına uyumlu olmak içim mücâdele verirken, oradaki pek çok hanım, İslâmî referansları temel alan yaşamlara doğru ilerlemektedir."

"%99'u Müslüman bir ülkede bir kadının bedenini ifşa etmesine veya hatta zina etmesine izin verildiği halde İslâm'ın temel ilkelerine göre giyinemiyor olmasına inanmak çok güç. Kadının genel hayata aktif katılımını engelleyen İslâm değil, köktenci Laikliktir. Bu durum, Türkiye'nin laik ideolojisine sarılanların yaşadığı fikrî çöküntü hakkında çok anlamlıdır, demek bir metrekarelik bir giysiden bile tehdit algılıyorlar ha?"

"Hizb-ut Tahrir / Britanya Hanımlar Kısmı, başörtüsü yasağının ülkedeki tüm kurumlardan kaldırıldığını ve İslâmî Hilâfet'in gölgesinde herkes için adâletin, izzetin ve onurlu bir yaşamın geri döndüğünü görmeyi arzulayan Türkiye'deki Müslüman bacıları ile omuz omuza durmaktadır. Kadının lâyık olduğu konumu ve değeri kazanmasını ve onlara toplum içerisinde, eşya gibi değil, insan gibi davranılmasını sağlayacak olan yalnızca İslâmî Hilâfet Sistemi olacaktır."

 

Heyet, [43 Belgrave Square, London SW1X 8PA] adresindeki Türk Büyükelçiliği'ni 7 Şubat 2008 sabahı ziyâret edecektir.

 

Dr. Nezrîn Navâz

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Hanımlar Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Keşmir Yalnızca Organize Bir Ordu Cihâdı ile Kurtulur, "Diyalog" ile Asla!

Amerikan talimatları ile rakseden yöneticiler Cihâd'dan vazgeçmişler, bu da Keşmir meselesinde muazzam bir hasara neden olmuştur. Bu yöneticiler, Hindu bunyası [Aborjin dilinde, maymunların kafasını karıştıran anlamındaki uzun boylu şili-arokaryası (Şili'ye özgü sert iğneli orman çamı) demektir. Bunya, Avustralya'da yaygındır.] ile ilişkileri normalleştirerek Keşmir meselesini diri diri gömmeye uğraşmaktadırlar. Cammu-Keşmir meseleninin çözümü, "diyalog"tan geçmez, bilakis Cihâd için orduların harekete geçirilmesinden geçer. Müşerref, düşman Hinduları dostluk, muhabbet ve hoşnutluk ile bağrına basmış, Keşmir'i Hindularına merhametine bırakmıştır. Dolayısıyla bugün Pakistan, Keşmir'den fiilen vazgeçmiş, Pakistan piyasasını ele geçirsinler diye Hindu endüstrisine kapıları ardına kadar açmıştır. Müşerref'in dört nokta gündemi ise, Keşmir'e yönelik Hindu gündeminden başka bir şey değildir ve Keşmir'i teslim etmenin farklı bir yoludur. Kuşkusuz Keşmir Kâfir işgâlinden yalnızca orduların Cihâdı ile kurtulur ki bu da mevcut yöneticilerin asla yapmayacağı bir iştir. Bilakis ancak ve sadece Hilâfet, Müslümanların kaynaklarını tek bir râye altında birleştirip bu farzı hakkıyla edâ edecektir.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER