Danimarka Adalet Bakanı, 19 Haziran 2008'de Hizb-ut Tahrir'in Danimarka'da yasaklanmasını imkan verecek hukukî bir dayanağın bulunmadığını ilân eden bir basın açıklaması yayınladı. Bu da Başsavcının, Danimarka anayasasına göre Hizb'in yasaklanmasının yasal olup olmadığı hakkındaki raporunu teslim almasından sonra gelmiştir. Başsavcının raporu, Hizb'in çalışmasında şiddet kullandığına veya yasadışı bir gaye için çalıştığına veya kanuna aykırı araçlar kullandığına dâir deliller bulunmamasından ötürü Hizb'in yasaklanamayacağını tavsiye edici bir şekilde geldiği gibi Hizb'in yargı yoluyla feshedilmesi/lağvedilmesi amacıyla dava açılması için anayasal bir gerekçe bulunmadığı sonucuna varmıştır. Ayrıca Başsavcı, 19 Haziran 2008'de yayınladığı basın açıklamasında raporunun, teyit edilmiş güvenilir kaynaklar ile başka istihbarî delillere istinat ettiği belirtilen Danimarka İstihbarât Ajansı'ndan elde ettiği analize dayandığını belirtmiştir. Bu, Adalet Bakanı, Hükümet ve muhalefet partilerinin talebi üzerine Danimarka Başsavcısı'nın Hizb-ut Tahrir hakkında yayınladığı ikinci rapordur. Nitekim Başsavcı, 2004 yılında da aynı sonuca varılan benzer bir rapor yayınlamıştı. Adalet Bakanı ve Başsavcının açıklamalarında geçenlere ilişkin olarak aşağıdaki gerçekleri vurguluyoruz:
Birincisi: Hizb-ut Tahrir'in gayesi, İslâmî âlemde Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmaktır. Hedefi ise İslâmî Ümmeti, İslâm ideolojisi esasına binâen kalkındırmak, gayesini gerçekleştirmenin metodu da, toplumun siyâsî, iktisâdî, malî ve toplumsal sorunlarına yönelik İslâmî fikirler, nizâmlar ve çözümler üzerinde genel uyanıklık oluşturmak için fikrî ve siyâsî çalışmaya dayanır.
İkincisi: Hizb-ut Tahrir, İslâm ideolojisine dayalı siyâsî bir partidir. Müslümanların işlerini, İslâm hükümleri ve çözümleri ile gözetir, onları İslâm fikirleri ve hükümleri ile kültürlendirir, İslâmî Ümmet'e karşı görevlerini ihmâl etmelerinden, haklarını çiğnemelerinden dolayı Müslümanların beldelerindeki yöneticileri muhasebe ettiği gibi İslâm hükümlerine muhalefetlerinden ve Sömürgeci Batılı devletler ile birlikte Müslümanların maslahatlarına karşı komplolar kurmalarından dolayı da muhasebe eder.
Üçüncüsü: Hizb-ut Tahrir, gayesine ulaşmada silahlı maddî eylemde bulunmaz. Bunun içindir ki faaliyetleri ve araçları bu tür eylemleri barındırmaz. Bunun nedeni, Hizb'in Kerîm Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Arap yarımadasındaki toplumu değiştirme ve İslâmî Devlet'i kurma çalışmasındaki metoduna bağlı kalmasıdır. Hizb, 1953 yılında kurulmasından bu yana başta Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya olmak üzere İslâmî âlemdeki mevcut nizamlar tarafından pek çok türde zulümlere maruz kalmıştır. Buna rağmen bu tür zulümler, insanlık sorunlarının sahîh çözümünün ancak İslâm olup Komünist ideoloji veya Demokratik Kapitalist ideoloji olmadığı noktasındaki Hizb'in ideolojik kanaatini değiştirmemiştir. Bu rejimler, Hizb'e ve şebâbına karşı on yıllar boyunca yasaklama, işkence, idam, takibat, sürgün, suçlama ve hapsetme gibi pek çok zulüm üslupları ve araçları kullanmışlar ve halen de kullanmaktadırlar. Ancak tüm bunlar, Hizb'i yok etmede veya fikrî ve siyâsî çalışma metodundan vazgeçirmede hiçbir işe yaramamıştır. Çünkü Hizb-ut Tahrir, hem gayesini, hem meselesini, hem de çalışma metodunu, İslâmî şeriatın nasslarına binâen belirlemiştir, şartlara, koşullara ve vakıalara göre değil!
Dördüncüsü: Hizb'in, Danimarka dâhil gayr-i İslâmî beldelerdeki çalışması ise, Müslümanları İslâmî fikriler ve hükümler ile kültürlendirmek, İslâmî kimliklerini bozulmaktan korumak, Müslümanların beldelerindeki Ümmetlerinin meselelerine karşı onları bilinçlendirmek, Batılı Sömürgeci devletlerin, mukaddeslerine, canlarına ve servetlerine yönelik politikalarını ve saldırılarını ifşâ etmek olduğu gibi gayr-i müslimleri de fikir ve delil ile -bir akîde ve yaşam tarzı- olarak İslâm'a davet etmektir.
Binaenaleyh Başsavcının, Hizb'in çalışmasında şiddet kullandığına dâir hiçbir delil bulamaması gayet tabiidir. Sebebi çok basittir; çünkü buna ilişkin bir delil veya delil benzeri hiçbir şey yoktur. Müslümanların beldelerindeki despot rejimler, bu alandaki güçlerine ve deneyimlerine rağmen böyle bir yalanı oturtmayı elli yıldır beceremediklerine göre başkalarının bunu becermesi nasıl mümkün olabilir? Kaldı ki Hizb-ut Tahrir, fikrî ve siyâsî çalışmada köklü bir geçmişe sahiptir, uyanık şebâbıyla, güçlü faaliyetleriyle ve ideolojik tutumuyla pek çok dünya devletine yayılmıştır, gizli bir Hizb olmayıp insanların içerisinde, önlerinde alenî olarak çalışmaktadır ve özellikle çalışma mecali kıldığı Müslümanların beldelerindeki gelişen olaylarda etkin ve güçlü bir varlığa sahiptir. Bununla birlikte Başsavcının yaptığı açıklamasında geçen, "Hizb-ut Tahrir, Hilâfet Devleti'ni birinci derecede İslâmî beldelerde kurmayı amaçlamaktadır" şeklindeki ifâdesi dakîk bir ifâde değildir. Çünkü Hizb, İslâmî beldelerin dışında ne Danimarka'da, ne de başka bir yerde Hilâfet'i kurmak için çalışır. Açıktır ki böylesi muğlâk bir ifâde, dava dosyasını kapatmayan, gelecekte politikacıların arzularına ve önergelerine hizmet edecek bir politikaya maruz bırakan yapıdadır. Nitekim Başsavcının -mezkûr açıklamasında geçen- ileride yasaklanmasına imkân verecek bir rapor için İstihbârat Ajansı ile polis makamlarının Hizb'in faaliyetleri hakkındaki periyodik raporlarıyla kendisini destekleyecek sürekli bir koordinasyon oluşturulmasına ilişkin kararı bunu teyit etmektedir. Bu ise bizlere, fikre ve görüşe takiple, baskıyla, insanları korkutmak için güvenlik izlemesi yapmakla, insanların kanaatlerini ve görüşlerini açıklamalarını, meselelerini ve haklarını savunmalarını engellemekle karşılık veren Müslümanların beldelerindeki despot rejimlerin üsluplarını andırmaktadır. Başsavcı, Hizb'in yasaklanması için bazı Danimarkalı partilerin yürüttükleri siyâsî ve medyatik baskılara karşılık, raporunda objektif olmaya çalışmasına rağmen Hükümetin, bu ülkedeki Müslümanların varlığını, fikrî ve siyâsî faaliyetlerini bir güvenlik meselesine dönüştürmeye dayanan resmî politikasına bağlı kalmıştır. Bu da hem mescidlerinde, hem ortamlarında, hem okullarında, dahası evlerinde ve iş yerlerinde gözlem altına alınmalarını meşrulaştırmak içindir.
Yine Başsavcı açıklamasında, Hizb'in yasaklanmasının imkânsızlığını pek çok gayr-i Müslimin kabullenmesinin zorluğuna dikkat çekmiştir. Bunun sebebi ise, bu ülkedeki birçok politikacının ve medya organının, son senelerde İslâm hakkında yalanlar yaymayı, Kerîm Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret etmeyi, Kur'an'ın hükümlerini ve Hilâfet Nizâmı'nı çarpıtmayı ve Hizb-ut Tahrir'e iftirâ atmayı alışkanlık haline getirmiş olmalarıdır. Çünkü onlar, hakîkatleri çarpıtmadan olduğu gibi halklarına açıklamaya, objektif ve dosdoğru bir şekilde -Hizb'in davet ettiği- İslâm'ın fikirlerini ve hükümlerini tartışmaya cesaret edememektedirler. Hep Hizb'i yasaklamakla, üyelerini hapse atmakla, yargılamakla, sınır dışı etmekle tehdit etmekte, Hizb'i destekleyen ve savunan herkese gözdağı vermektedirler. Her ne zaman Hizb hakkı haykırsa, kimliklerini korumak amacıyla Müslümanların hayatî meselelerine ilişkin İslâm'ın görüşünü açıklasa, İslâm'ı, Rasulü'nü, Kitâbı'nı ve Müslümanların haklarını savunmaları için insanları harekete geçirse, Danimarka Hükümeti'nin İslâmî Âleme karşı düşmanca politikalarını ve Danimarka'daki Müslümanlara karşı zâlimane yasalarını eleştirerek tavrını ortaya koysa, Yahudi varlığının Filistin'deki cürümlerini, Amerika'nın ve müttefiklerinin Irak'taki ve Afganistan'daki cürümlerini ifşâ etse, işgâl etmek, masum insanların kanlarını akıtmak, servetlerini yağmalamak, kalkınmasın, birleşmesin ve Batının hegemonyasından kurtulmasın diye İslâmî Ümmeti ezmek için ajan nizâmları oluşturmak gibi Müslümanların beldelerine, özellikle Irak'a ve Afganistan'a yönelik Amerikan, İngiliz ve Danimarka politikasının iğrenç sömürgecilik yüzünü göstermek amacıyla Müslümanların yöneticilerinin, Sömürgeci Batı devletleri ile birlikte Müslümanların meselelerine karşı komplo kurmalarını eleştirse bunu yapıyorlar!
Ancak İslâmî Âlem'in halkları, önce Allah'ın, sonra muhlis şekilde çalışan erkeklerin ve kadınların çabaları sayesinde artık gerçek manada Müslümanları temsîl edecek, akîdelerinden kaynaklanan ve kanaatlerine dayanan İslâm hükümlerini ve nizâmlarını tatbik edecek bir devletin gölgesinde Hilâfet Nizâmı'nın kurulmasını dört gözle bekler hale gelmişlerdir. Ki o devlet, işlerini adalet ve hak ile gözetecek, Batı'yı dost edinirken halklarına düşmanlık besleyen polisiye, krallık, cumhuriyet ve askerî nizâmların hakimiyetinden kaynaklanan zulüm mâzisine noktayı koyacaktır.
Hizb-ut Tahrir İslâmî Ümmet'i, Batı'nın hegemonyasından ve ajan rejimlerinden kurtarıncaya, Allah'ı, Rasulü'nü ve mü'minleri dost edinecek, fikren, kanunen ve siyâseten İslâm'ı hakkıyla cisimleştirecek ve dâvetini âlemlere taşıyarak İslâm'ın şânını yüceltecek Râşidî Hilâfet'i kuruncaya dek samimiyet, sebât ve azîm ile çalışmasına devam edecektir.
وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ فَهُوَ حَسْبُهُ. إِنَّ اللهَ بَالِغُ أَمْرِهِ. قَدْ جَعَلَ اللهُ لِكَلِّ شَيْءٍ قَدْراً "Her kim Allah'a tevekkül ederse O, ona yeter. Muhakkak ki Allah, emrini yerine getirendir. Allah, her şey için bir ölçü koymuştur." [et-Talâk 3]
Fâdi AbdulLatîf
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi
Danimarka