Çarşamba, 16 Safer 1446 | 2024/08/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Pakistan Vilayeti: Başbakan Neden Halka Karşı Dürüst Olmak istemiyor?!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Hizb-ut Tahrir/ Pakistan Vilayeti:
Başbakan Neden Halka Karşı Dürüst Olmak istemiyor?!

Başbakan, halkın bu yeni paketin maliyetini nasıl karşılamak zorunda kalacağı konusunda halka karşı neden dürüst olmak istemiyor?

#خلافت_نیا_عالمی_آرڈر

#Khilafah_New_World_Order

Hizb-ut Tahrir Pakistan Vilayeti Medya Bürosu

12 Muharrem 1446 Hicri 18 Temmuz 2024 Miladi

Basın açıklamasını okumak için Tıklayınız

pakistan vilayeti

İlgili Bağlantılar:

E- mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.          WhatsApp: +967 713 645 449

pakistan vilayeti

Devamını oku...

İngiliz hükümeti Ayaklanmaların Temel Nedenini Ele Almaktan Kaçınıyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İngiliz hükümeti Ayaklanmaların Temel Nedenini Ele Almaktan Kaçınıyor!

Southport'ta meydana gelen İslam karşıtı ayaklanmaların ardından Birleşik Krallık Başbakanı, polis teşkilatında şiddet içeren düzensizliklerle mücadele etmek üzere yeni bir birim kurulduğunu açıkladı; ancak platformlarında aşırı sağdan ilham alıp nefret ve şiddete izin veren büyük elektronik iletişim şirketlerine karşı cezai tedbirler uygulamaktan kaçındı. Bu yüzden bu yeni tedbirlere rağmen aşırı sağcı gruplar İngiltere’nin kuzeyindeki çeşitli şehirlerde camileri hedef alan şiddetli protestolar düzenlemeye devam etti.

Her ne kadar toplumsal gerilimi artıran aşırı sağcı grupların katkısı olsa da ancak toplumsal uyum konusunun tedavi edilmesi, sadece bu örgütlerin yasaklanması, sosyal medyada yanlış bilgilerin yayılmasının yasaklanması veya İngiltere’deki ekonomik eşitsizliğin tedavi edilmesinden daha etkili bir yaklaşım gerektirmektedir. Aşırı sağın aşırılığının ve şiddetinin arkasında yatan temel neden, toplumda büyük bir şekilde yayılıp dizginlenemeyen İngiliz ırkçılığına bağlanabilir.

İngiltere bir gün içinde kurumsallaşmış ırkçılığın birçok vakasına tanık olmuştur; zira Lord Pearson of Rannoch, Lordlar Kamarasında, Müslümanlara karşı kışkırtıcı olması itibariyle geniş çaplı eleştirilere maruz kalan tartışmalı bir konuşma yapmıştır. Greater Manchester polisi ırk ayrımcılığı yaptıkları suçlamasıyla sekiz memurunu açığa aldı; ayrıca Kent kolejleri üzerine hazırlanan bir rapor, 900’den fazla ırkçılık vakasını ortaya çıkardı ve bu raporlar, başlıca İngiliz kurumlarındaki yaygın ırkçılığı ve bu olayların ülkedeki siyasi sahneden izole olmadığını yansıtmaktadır.

Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca bir dizi rapor, İngiliz toplumunun çeşitli kesimlerindeki kurumsal ırkçılığı açığa çıkarmıştır. Bunun bir örneği, polis teşkilatındaki kurumsal ırkçılığa ilk kez ışık tutan ve daha fazla soruşturmaların önünü açan 1999 tarihli Macpherson Raporu’dur. Daha sonra 2017’deki Lammy Review raporu, ceza adaleti sistemindeki yaygın ırkçı önyargıyı ortaya çıkarırken aynı yıl içindeki ırk eşitsizlikleri incelemesi, hükümet daireleri arasındaki yaygın eşitsizlikleri tespit etmiştir. Aynı şekilde sağlık sektörü de ırkçılığa karşı bağışık olmamıştır; zira 2020 yılındaki Marmot incelemesi, etnik azınlıklara yönelik sağlık eşitsizliklerinin devam ettiğini vurgulamakta ve bu, sağlık hizmetlerinde ırksal eşitsizlikleri belgeleyen Ulusal Sağlık Servisi (NHS) Irk ve Sağlık Gözlemevi’nin 2022-2023 raporlarıyla da teyit edilmektedir. Siyasi partiler de incelemeyle karşı karşıya kaldılar; zira Singh’in 2021 yılı soruşturması Muhafazakar Parti içindeki ayrımcılığa işaret etmekte ve Ford’un 2022 yılı raporunda da İşçi Partisi içinde ırksal önyargıya dair kanıtlar bulunmaktadır.

Spor cephesinde ise İngiltere’de futbol, süregelen ırkçılıkla boğuşmakta ve Futbol Federasyonu, bu konuya yetersiz müdahalesi nedeniyle yoğun eleştirilere maruz kalmaktadır. Yıllık Kick It Out raporları ve İngiliz Federasyonu’nun çeşitlilik yasası gibi girişimlere rağmen 2020 Parlamento Komitesi Raporu, İngiliz Federasyonu ve diğer futbol organlarını ırk ayrımcılığıyla mücadelede gösterdikleri yavaş ilerleme nedeniyle sert bir şekilde eleştirmiş ve spor içindeki sistemik ırkçılıkla mücadele etmek için daha etkili eylemlere ihtiyaç olduğunu vurgulamıştır.

Birçok İngiliz kurumunda ırkçılığın yaygın olması, İngiltere’de aşırı sağın ve etnik köken karşıtı şiddetin büyümesi için verimli bir ortam sağlamıştır; işin daha da kötüsü, İngiliz kurumu, bir yandan aşırı sağcı grupları kullanarak ekonomik eşitsizliğin suçunu göçün üzerine atarken diğer yandan da Müslüman topluma İslami değerlerden taviz vermeleri ve Batı toplumuna asimile olmaları yönünde baskı yapmaktadır.

İngiltere’de ırkçılık, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra işçi açığını kapatmak için İngiliz sömürgelerinden işgücü ithal edilmesiyle başlayan yeni bir olgu değildir; zira İngiliz üstünlüğü arayışı çok daha erken, yani Roma İmparatorluğu’nun parçalanmasının ardından başlamıştır. Nitekim bu dönemde Cermenler, Saksonlar ve Jütler gibi Cermen ve Danimarkalı halk grupları İngiltere’ye yerleşmiştir. Bu gruplar başlangıçta yerel İngilizlerle çatıştılar ancak zamanla Anglo-Sakson krallıkları ortaya çıktı ve ilk İngiliz kimliği fikri doğdu. Nitekim Anglo-Saksonlar, İskoçların, Piktlerin ve Vikingler gibi İskandinavların saldırılarını defalarca püskürttükçe bu İngiliz kimliği daha da güçlendi. Bu sonuncusu, Kral Büyük Knut’un hükümdarlığı ve ardından Fatih William’ın hükümdarlığıyla zirveye ulaşmıştır. Bu istila ve asimilasyon tarihi, yabancılara kuşkuyla bakma ve İngiliz yaşam tarzının üstünlüğünü vurgulama geleneğinin temelini oluşturmuştur.

Yüzyıllarca süren istila ve çatışmanın ardından İngilizler, İrlanda ve İskoçya’yı işgal ederek, Üçüncü Haçlı Seferi’ne katılarak ve Yüz Yıl Savaşlarını ateşleyerek yeni üstünlük duygularını vurgulamaya başladılar. 16. yüzyılın ortalarına gelindiğinde İngiliz seçkinleri, yüzlerce yıldır tekelinde tuttukları Atlas Okyanusu üzerinden köle ticaretine girdiler. Kapitalizmin ortaya çıkışı, İngiliz yaşam tarzını yabancı tebaaya empoze etmek ve imparatorluklarını genişletmek için hayal bile edilemeyecek zulümler yaptıklarında İngiliz üstünlük duygusunun ön plana çıkmasına yol açmıştır. Bu süreçte İngiltere, dünya ülkelerinin %90’ını işgal etme gibi dehşet verici bir rekora sahip olup bugün hâlâ dünyamızı rahatsız etmeye devam eden uzun vadeli jeopolitik sonuçlardan da sorumludur.

Bu tarih göz önüne alındığında, İngiliz elitin ırkçı eğilimlerinin ortadan kaldırması imkansızdır ve İngiliz elitleri, insanları acil sorunlardan uzaklaştırmak ya da seçkinlerin çıkarlarını güvence altına almak için sıradan İngiliz halkının hayatlarını feda eden yabancı savaşlarda halklarını seferber etmek için sürekli olarak İngiliz milliyetçiliğini kullanmaya hazırdırlar. Dolayısıyla Müslüman toplumu, toplumsal anlaşmazlıklara karşı sağlam bir duruş sergilemeli ve İslam’ı, farklı etnik kökenleri ve yerli İngiliz halkını tek bir toplum olarak birleştirecek hadari bir alternatif olarak sunmalıdır.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” [Hucurat 13]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulmecid Bahâtî

Devamını oku...

Kırgızistan Enerji Bakanı, Elektrik Kullanımında Tasarruf Yapılması Çağrısında Bulunuyor!

Haber-Yorum

Kırgızistan Enerji Bakanı, Elektrik Kullanımında Tasarruf Yapılması Çağrısında Bulunuyor!

Haber:

Enerji Bakanı Talaybek İbrayev, 2 Ağustos’ta düzenlediği basın toplantısında, Kırgızistan’da yaz aylarında elektrik kullanımının rekor seviyeye ulaştığını söyledi. Ona göre şu anda günlük elektrik enerjisi tüketimi saatte 40 milyon kilovata ulaşıyor.Bundan önceki tüketimi saatte 32-35 milyon kilovattı. İbrayev şunları söyledi: “Tüketicileri elektrik kullanımında tasarruf yapmaya çağırıyorum. Ne kadar çok elektrik tüketirsek o kadar çok su israfı olur. Kış mevsiminde ısınmak için suya ihtiyacımız var. Suyu tasarruflu kullanmazsak kışın sorunlarla karşılaşabiliriz.”

Yorum:

Hükümet, 1 Mayıs'tan itibaren geçerli olmak üzere 700 kilovat saate kadar elektrik tüketenlerin elektrik fiyatlarını 10,8 Milliman (kuruş) artırdı.Ayda 700 kilovattan fazla tüketenlere ise 23,3 Milliman (kuruş) ekleniyor.Sınırsız kullanım isteyen tüketiciler için ise fiyatı 35,4 Milliman (kuruş) arttı. Kırgızistan’da geçen yıl elektrik fiyatının 23 Milliman (kuruş) artmasının ardından bir kilovatsaat elektriğin fiyatı 1 Som olmuştu. Dolayısıyla saatte 700 kilovatın üzerinde enerji tüketen tüketiciler ise 2 Som ve 16 Milliman (kuruş) ödüyorlar.Ayrıca bir kısıtlama olmaksızın elektrik kullanmak isteyenler için de 5 Som ve 4 Milliman (kuruş) bir tarife bulunmaktadır.

Ülkede elektrik tarifelerindeki düzenli artışa rağmen soğuk mevsimde elektrik tedariki nüfus için yetersiz kalıyor. Hatta sık sık elektrik kesintileri yaşanıyor. Şimdi de Bakan, insanları yaz sıcağında buzdolabı ve klima kullanımında tasarruf yapmaya çağırıyor!

Öte yandan ülkenin kapitalistleri, maden ocaklarını çalıştırmak için ucuz elektrik satın alıyor.Örneğin MBT Stroy, Kambar-Ata-2 hidroelektrik santraline 1,5 milyar Som yatırım yaptı ve bunu elektrikle geri elde ediyor. Bu şirket, Kambar-Ata-2’deki yatırımında kullanmak için 5-10 yıl boyunca hidroelektrik santralinden elli veya altmış Millimana (kuruşa) elektrik satın almayı planlıyor.Hükümetin her zaman elektriğin maliyetinin 2 Som 38 Milliman (kuruş) olduğunu söylediği biliniyor ancak iş kapitalistlerin çıkarlarına gelince bu maliyetler 60 Millimanın (kuruşun) altına düşüyor!

Aslında Kırgızistan'ın enerji krizinden çıkamamasının nedeni elektrik tarifelerindeki düşük fiyatlar değil, aksine enerji sektöründeki yolsuzluklar ve kapitalistlerin çeşitli hileleridir.Örneğin yetkililer, sulama sırasında Özbekistan ve Kazakistan’a su satarak para kazanıyorlar, ardından kış mevsimi için elektrik satın almak üzere bir sözleşme yapıyorlar ve bunu da yiyorlar.Birbirini izleyen hükümetler, bu tür yozlaşmış ve çarpık planları kökten ortadan kaldırmak yerine, elektrik tarife fiyatlarını artırarak halkı daha fazla yağmalamaya çalışıyorlar.Dolayısıyla hükümetlerin boş seçim sloganları sırf geçici bir aldatma olmasına rağmen ancak halk, kendileri için son bir umut olarak hâlâ bir sonraki hain siyasetçiye aldanmaya devam ediyor!     

Gelen her başkanın elinde, elektrik fiyatlarını yükseltmek için bir nedeni oluyor. Bu da bu sektöre gelen büyük meblağlardaki paraları yolsuzluk araçlarıyla zimmete geçirmek içindir. Kırgızistan 1992 yılından bu yana enerji sektörüne 2 milyar Dolardan fazla harcama yapmıştır.Bu paraların çoğu yabancı finans kuruluşlarından kredi, hibe ve ek fon şeklinde alınan paralar olup ne zaman bir anlaşma imzalansa, şebekenin “modernizasyonu” bir bahane olarak sunulmaktadır.Ancak bu büyük miktardaki kredilere rağmen ülkenin enerji sektörü hala kötü durumdadır!Ayrıca bu krediler, uluslararası finans kuruluşları tarafından elektrik fiyatlarının artırılması talebiyle sağlanıyor.Örneğin Dünya Bankası geçen yıl Kırgızistan’a 20 milyon Dolar tahsis ettiğinde Dünya Bankası’nın Avrupa ve Orta Asya’dan sorumlu Başkan Yardımcısı Anna Bjerde şunları söylemişti: “Ucuz tarifeler aşırı elektrik tüketimini teşvik etmektedir. Biz bunların (tarifelerin) değiştirilmesini destekliyoruz.”

Hiç şüphe yok ki Dünya Bankası ve diğer uluslararası finans kuruluşları sömürgecilerin elindeki araçlar olup onları borç batağına sokmak yoluyla siyasi ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanmaktadırlar. Nitekim bu Dünya Bankası’nın tavsiyeleri doğrultusunda devlet mülkiyetindeki elektrik sektörü bireylere devredilmeye (özelleştirilmeye) başlandı. Ayrıca özelleştirme ve elektrik fiyatlarının artırılması yoluyla yerel ürünlerin maliyetini de artırmak istiyorlar. Bunun sonucunda yerel iş adamları, yabancı kapitalistlerin sahip olduğu ucuz mallarla rekabet edemeyecektir.

Sonuç olarak sorunun temel nedeni, başımızın üzerinde kara bir bulut gibi dönen kapitalist sistem ve enerji sektöründeki yozlaşmış planlardır. Böylece onlar, insanların temel ihtiyacı olan enerji ve elektriği özelleştirerek büyük karlar elde ediyorlar.

Aslında İslam’da elektrik, devlete ya da özel veya kamu şirketlerine ait olamayacak olan bir kamu malıdır. Dolayısıyla onun gelirleri insanların mülkü olup tüm bireylere dağıtılması gerekir. Zira Enes Radıyallahu Anh’dan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثَةٍ: فِي الْمَاءِ وَالْكَلَإِ وَالنَّارِ Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, merada ve ateşte.” Enes Radıyallahu Anh’dan rivayet edilen bu hadis, aynı şekilde İbn-i Abbas’tan şu lafızla da rivayet edilmiştir: وَثَمَنُهُ حَرَامٌOndan para kazanmak da haramdır.” Dolayısıyla kamu mallarının ve bundan kaynaklanan fayda veya gelirlerin her bireye ulaşmasını sağlamak İslam Devleti’nin sorumluluğundadır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mümtaz Maveraünnehrî

Devamını oku...

İzzet ve Kudret Sahibi Olan Her Şeyden Münezzehtir, O Yerin ve Göğün Rabbidir!

Haber-Yorum

İzzet ve Kudret Sahibi Olan Her Şeyden Münezzehtir, O Yerin ve Göğün Rabbidir!

Haber:

03 Ağustos Cumartesi günü Aden Gad Gazetesi ilk sayfasında aşağıdaki haberi yayınladı: “Aden güvenliği, Yusran el-Maktari’nin adını Interpol’ün uluslararası arananlar listesine ekliyor ve diğeri de yanıt veriyor.” Haberde şöyle geçti: “Aden Emniyet Müdürlüğü Perşembe günü düzenlediği basın toplantısında, Güney Geçiş Konseyi’nin sözde terörle mücadele birimi komutanı Yusran el-Maktari’nin güvenlik gerekçesiyle arandığını duyurdu. Aden Emniyet Müdürü Tümgeneral Mutahhar eş-Şuaybi, emniyetin Albay Yusran el-Maktari’yi güvenlik açısından aranan kişi ilan ettiğini ve İçişleri Bakanlığı aracılığıyla Interpol’e iadesini talep eden bir müzekkere gönderdiğini söyledi.” Ve şöyle ekledi: “Yusran el-Maktari, hakkında tutuklama müzekkeresi çıkardığını ilan eden Aden Emniyet Müdürlüğüne yanıt verdi. El-Maktari açıklamayı “yetersiz” olarak nitelendirdi ve suçlamalarını destekleyecek kesin bir kanıt sunulmadığına dikkat çekti.”

Yorum:

Geçiş Konseyi Terörle Mücadele Birimi Komutanı Yusran el Maktari, birimine bağlı unsurların geçen 11 Temmuz günü, Yarbay Ali Aşel el-Cadani’yi, Aden iline bağlı Mansure’nin el-Takniye mahallesinden kaçırıp Aden iline bağlı Bir Ahmed’de zorla gizledikleri ortaya çıkıncaya kadar yeryüzünde hiç kimsenin herhangi bir uzvuna dokunmaya dahi cesaret edemediği güçlü biriydi; zira BAE’nin uzun süredir Aden’deki siyasi muhaliflerini ortadan kaldırmak için kullandığı kötü şöhretli hapishane onun birliğine bağlıydı ve orada bazen ölümle sonuçlanan çeşitli psikolojik ve fiziksel işkenceler uygulanıyordu.

Bu el-Maktari şu anda Yemen dışında kaçak bir hale gelmiş olup Aden ilindeki güvenlik güçleri tarafından takip ediliyor; zira güvenlik güçleri, Ali Aşel’i kaçırmalarından kısa bir süre sonra onları tutuklayıp işledikleri iğrenç suçlarından dolayı yargılamak amacıyla unsurlarıyla birlikte yakalamak için onun peşine düştüler.

Bir gecede Yusran, artık kendisini koruyan ve vahşi eylemler yapmaya kışkırtan BAE’de de saklanamaz bir hale geldi; zira o da, pusuda bekleyip duranların kontrolü lehine Aden üzerindeki kontrolünü gevşetmesi için kendisini bekleyenler tarafından çok yakında takip edilecektir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَHalbuki asıl izzet, ancak Allah’ın, Rasulü’nün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” [Münafikun 8]

Asıl olarak insanların işlerini gözetmek ve onlara hizmet etmek üzere kurulan kurumların, nasıl olup da korsanlık ve suç kategorisine giren eylemler yapan ve insanlara her türlü eziyeti tattıran kurumlara dönüştürler bilmiyoruz! İslam’da polis, güvenliği sağlamak için görevlendirilir; peki insanlar, beşerin kaprislerine alternatif olarak Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesinde İslam’ın izzetini, adaletini ve hayatlarını korumasını yeniden tesis edebilirler mi? Hatırlatmak ve düşünmek için bir soru!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Şefik Hamis – Yemen

Devamını oku...

Sapkın ve İnsanlık İçin Bir Utanç Olan Olimpiyatlar Bir Medeniyet Değil, Aksine Bir Pislik Bataklığıdır ve Fransa da Bu Bataklığın Dibidir!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Sapkın ve İnsanlık İçin Bir Utanç Olan Olimpiyatlar
Bir Medeniyet Değil, Aksine Bir Pislik Bataklığıdır ve Fransa da Bu Bataklığın Dibidir!

İşte Batı, varoluşun nedeni, amacı ve kaderi hakkındaki büyük sorulara cevap vermedeki başarısızlığı ve iflasıyla kendi insanını uçurumun dibine sürüklemiş ve medeniyetine son vermiştir. Bu yüzden insanlığın sorunu, şeytanların kaprislerine göre öğütülen ve yoğrulan yıkıcı bir absürtlük ve nihilizm içinde hiçbir anlamı ve gayesi olmayan bir hayat yaşayan sağır bir maddeye dönüşmesinin ardından insanın bizzat ondan kurtulmasıdır. Zira bilişsel iflasın ve para çetesinin zorbalığının kötüleşmesiyle birlikte Batı’nın ikilemi daha da büyümüş ki böylece fikri başıboşluk, kapitalist aşırılık ve kültürel sapkınlıkla son bulmuştur. Dolayısıyla sapkınlık, Batı’da düşüncenin, kültürün, medeniyetin ve sistemlerin bir özelliği haline gelmiş, hatta insanlar onu bir din ve mezhep olarak kabul etmiştir; bu yüzden işte Batı, kendi cinsiyeti ve eşcinselliği içinde kendi trajedisini salgılamakta ve kendi felaketlerini üretmekte olup Fransa da, fıtri olarak sapkınları ve eşcinselleri doğurup üretmek için durgun bir göleti temsil etmektedir. Zira o, bu kültürel iğrençliğe ve insani deformasyona uluslararası alandaki çağrının taşıyıcılığını yapmakta ve onu küreselleştirmeye çalışmakta olup Paris'teki olimpiyat töreni de bunun için bir köprü ve Batı’nın kültürel sapkınlığının ve eşcinselliğinin propaganda malzemesidir.

Fransa her zaman Batı medeniyeti için özel bir durum teşkil etmekte olup medeniyetin yanı sıra felsefesinin ve aşırıcılığının nihai modelini temsil etmektedir; zira kilise zamanında, Fransız Katolik Kilisesi dini zorbalığın ve haçlı nefretinin zirvesini temsil ediyordu ve bugün ise Fransız laikliği, dine karşı keskin katılığı ve şiddetli düşmanlığı ve özellikle de kendi varlığına karşı çıkan bir ideoloji olarak İslam’a karşı şiddetli laik nefreti ile Batı laikliğinin nihai örneğidir.

Bir felsefe ve insan yapımı bir fikir olarak Batı laikliği, kendi gerçekliğine, kendi çevresine ve Batı toplumlarında doğup yaratıldığı koşullara göre şekillenmiştir; zira Fransız laikliğinin şekillenmesi ve örnekliği, Fransız Katolik Kilisesi’ne ve onun dini aşırılıkçılığına ve despotluğuna karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Fransız laikliğinin tepkisinin şiddeti, Katolik Kilisesi’nin despotluğunun şiddetiyle aynı doğrultuda olmuştur. İngiliz laikliğinin oluşması ve laikleşmiş Anglikan kilisesinin türetilmesi, İngiliz laikliğiyle özdeşleşmiştir; kilise karşıtı dindar Protestanlık atmosferinde ortaya çıkan Alman laikliğinin oluşması, Rus laikliğinin oluşması ve Ortodoks Kilisesi’ne ve kilisenin rahip ve çarlarının despotluğuna karşı tepkisi, komünist Marksizm ile son bulmuştur.    

Fransız laikliği, Katolik Kilisesinin taşkınlığına ve despotluğuna karşı sert ve şiddetli bir tepkiden doğmuştur; Ortaçağ’da kilisenin büyük kızı olarak anılan Fransa’nın kralları, sekizinci yüzyılda Şarlman döneminden bu yana papalığı ve Katolik Kilisesi’nin kutsallığını savunmak için her zaman ön saflarda yer almışlar ve Katolik aşırılığı içinde Fransa, Avrupa’nın yüzyıllardır süren din savaşlarının başlangıç noktası ve merkezi ve aynı zamanda İslam’a karşı Haçlı Seferleri’nin merkezi ve kalesi olmuştur. Nitekim kendi halkı tarafından sekülerizm (Fransız Maurice Barbet tarafından din ile dünyevi gerçeklerin birbirinden ayrılması olarak tanımlanmıştır) olarak adlandırılan Fransız laikliği, katılığı ve aşırılığı bakımından kendisini salgılayan ortam ve koşullara uyumlu olarak şekillenmiş ve kanlı Fransız Devrimi ve onun attığı "Son kralı son rahibin bağırsaklarıyla boğun" sloganı, Fransız laik modelinin ve onun dine karşı bariz düşmanlığının gerçek tercümesi olmuştur. böylece laiklik akidesi ve onun kapsamlı ve katı külli fikri ortaya çıkmış ve üçüncü Fransız Laik Cumhuriyeti döneminde (1871-1905) laiklik kararı verilinceye, cumhuriyet Katolik Kilisesi’ne nihai bir şekilde son veren en önemli laik yasalardan biri olan 1905 yasasını çıkarıncaya ve cumhuriyete tüm kilise mallarına el koyma hakkı verinceye kadar Fransız Laik Cumhuriyeti ile Katolik Kilisesi’nin kalıntıları arasındaki kanlı çatışmalar devam etmiştir; böylece kilise, yaşamının ve varoluşunun nedenlerinden ve kültür ve eğitim üzerindeki tam kontrolünden yoksun bırakılmıştır. Bu da Fransız siyasi düşünce araştırmacısı Philippe Guenois’in, (Laiklik: Fransız Benzersizliğinin Tarihi) adlı kitabında, 1905'i çok önemli bir tarih ve dönüm noktası olarak görmesine ve bunu da “Fransa bugün bildiğimiz laik cumhuriyeti kurdu” sözleriyle ifade etmesine neden olmuştur. Nitekim Fransız Larousse Sözlüğünün Fransız laikliği kavramının tanımında ifade ettiği şey şudur: “Kiliseleri herhangi bir siyasi veya idari otoriteyi uygulamaktan ve özellikle de eğitimi düzenlemekten uzaklaştıran bir sistemdir.”

Sekülerizm veya Fransız laikliği incelenip araştırıldığında, Batı laikliğinin, dini, toplum ve bireyin hayatından çıkarılmasının nihai modeli olduğu ve bütün Batılı laikliklerin bu nihai hedefi içselleştirdiği görülür; Fransız modeli ise onun şartlarının ve sonuçlarının gerçekleşmesinde öncülük etmiştir. nitekim bu model erkenden, seküler bir felaketle ve onun, insanın parçalanması, insanın (Fransız modelindeki tiyatro ve moda evleri ve bunların kapitalistlerinin gücüyle) bir tüketim malzemesine dönüşmesi, değerlerin yok edilmesi, hiçbir anlamı olmayan nihilizm ve postmodernizmin saçmalığı gibi trajik sonuçlarıyla son bulmuştur; zira Fransız Jacques Derrida'nın zehirli parçalayıcı fikirleri ve Fransa’nın pedofil filozofu Michel Foucault’nun nihilizmi ve kültürel sapkınlıkları, Fransa’nın çağdaş laikliğinin skandal başlığıdır. Rakamlar, Fransız laikliğinin felaket boyutunu ve onun korkunç sonuçlarını ortaya koyuyor; zira Fransa, 2018 yılında sokağa terk edilmiş veled-i zina çocukları bakımından %60’ın üzerindeki bir oranla Avrupa ülkelerinin başında gelmekte olup bu oran giderek artmaktadır; bu da Fransız yasa koyucuyu, çocukların kendisine ait olduğundan emin olmak için genetik test yapan herkesi suç sayan bir yasa çıkarmaya ve bu kişinin cezasını da bir yıl hapis ve 1.500 Avro para cezasına çarptırmaya sevk etmiştir; daha sonra Fransız felaketi daha da kötüleşmiş ve Fransız laikliği en büyük iğrençliği olan “ensest”i üretmiştir; zira Fransa'da 2022 yılında yapılan bir anket, 6,7 milyon Fransızın ensest mağduru olduğunu açıkladıkları şok edici bir rakam ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla eşcinsellik, Batı ve Fransız laikliğinin mantıksal bir salgısıydı, Fransa, bu fıtri gerilemenin ve değerler yozlaşmasının ön saflarında yer aldı, eşcinselliği ve homoseksüelliği destekleme konusunda Avrupa’ya öncülük etti, eşcinselleri ve transseksüelleri sosyal olarak kabul etmek ve onları topluma entegre etmek için de "LGBT" olarak adlandırdığı bir terim icat etti!

Batı sistemi kendi kültürel sapkınlığı ile son bulmuş ve kendi cinsel sapkınlığını salgılamış olup Fransa da Batı medeniyetinin bu pislik bataklığının dibidir; işte bizler, insan medeniyetlerinde eşi benzeri görülmemiş bir değerler düşüşü, çürüme ve parçalanma durumuyla karşı karşıyayız ve Fransız laik modeli nihai laiklik modeli olup Batı sistemi, medeniyeti, hatta Batı insanı için nihai intihar reçetesidir. Dolayısıyla Fransa Cumhuriyeti örnekliğin sonunu, felsefe, medeniyet ve sistemler olarak tercüme etmiştir; nitekim başarısızlık ve iflas her üç alanı da kapsayarak felsefi nihilizm ve saçmalıkla, siyasi kısırlıkla, ırk, göç ve İslam'a karşı mücadele konusundaki söyleminin çöküşüyle ve astronomik Fransız borcuyla tercüme edilen ekonomik çöküş ve yıkımla sonuçlanmıştır. Zira Fransa'nın kamu borcu 2023 yılının ilk çeyreğinde 3 milyar Euro eşiğini aşarak gayri safi yurt içi hasılanın %112,5’ine ulaşmış olup borç servisi (bir borcun anapara taksiti ve faizi toplamı ) ve faiz geri ödemesi yıllık 80 milyar Euroya yaklaşmıştır; bununla birlikte Fransa’nın yıllık bütçe açığının 400 milyar Avro sınırında olduğu tahmin edilmekte ve bu açığın %50’si (200 milyar Avro) dış kredilerle karşılanmaktadır; bu da Batılı anlatıya göre Fransız Cumhuriyeti’nin, üçüncü dünya sömürgelerine benzer şekilde, uluslararası kapitalist banka ve kurumların rehinesi haline geldiği anlamına gelmektedir. Nitekim Bloomberg ajansına göre Fransa, borçlarının artması ve mali rezervlerinin azalmasıyla (derin uçurumu hafifletmek için) kritik bir noktada duruyor. Bloomberg’in söylemediği şey, Fransa’nın sömürge yağmasından elde ettiği gelirin, Afrika’daki birçok sömürgesinden kovulması yüzünden ciddi şekilde kısıtlanmış olduğudur. Bu durum, Fransız hükümetlerini vergileri arttırmaya ve sağlık, eğitim, emeklilik, yaşam ve gayrimenkul maliyetlerinin yükseltilmesi gibi hayati sektörlerdeki harcamaları kısmaya sevk etmiştir; bu da derin gerilimlere (sarı yelekliler ayaklanması gibi) neden olmuş ve Fransız yöneticileri, Fransa'nın ekonomik yıkımını yamamak için Fransızların birikimlerini kendi iradeleri dışında elden çıkarmaya yönelik bir yasa çıkarmaya niyetlenirken Fransa’daki felaket hâlâ yuvarlanıyor, şişiyor ve patlama sinyalleri veriyor. Felsefi ve organizasyonel düzeydeki bu iflas ve başarısızlığa, medeniyetin yankılanan düşüşü de eklenmelidir.

Üç boyutlu felaketiyle karşı karşıya olan Fransa bugün hızla uçuruma doğru ilerlemekte, hatta Batı da ona doğru ilerlemekte, ikilemi çözme konusunda tam bir iflas ve çaresizlikle karşı karşıya olup sistemin, politikacıların ve kapitalist yöneticilerin yozlaşmasının salgıladığı trajik sonuçlar ve etkileri yüzünden bir patlamadan korkmakta, kanlı haklardan kaçmakta ve Fransa ve onunla birlikte Batı, günümüzün medeniyet ve siyaset söyleminde iki temel meseleyi yoğun bir şekilde dile getirmektedir; güvenlik, bununla birlikte terör tehdidi ve özellikle de panik ve korku hali yaratıp güvenlik sorunu oluşturmak için İslami tehdit meselesi; toplumsal cinsiyet, cinsiyet eşitliği ve bununla birlikte eşcinsellik meselesi; güvenlik ve toplumsal cinsiyet meselelerine ilişkin bu yoğun odaklanma ve ilgi, kamuoyunun dikkatini sistemin, felsefesinin, sistemlerinin ve aktörlerinin içinden gelen köklü bir kriz olan kriz gerçeğinden başka yöne çekmeyi amaçlamaktadır; böylece sistemin kurbanlarını güvenlik talebiyle sisteme yeniden bağlamak için dış düşman çağrıları yapılmakta ve kriz sistem dışındaki bir güvenlik krizine dönüştürülmektedir. Ayrıca bu son on yıl boyunca yoğun bir şekilde toplumsal cinsiyet ve cinsel sapkınlık çağrısı yapılmakta olup bu sosyal sapkınlık, daha iğrenç ve daha lanetli sinsi gizli hedeflerden birini gizlemektedir; insanın varlığına ve toplumuna yönelik bu sistematik yıkım, bir felsefe olmaktan öte krizi döndürmeye, hegemonik yönetici çete tarafından işlenen kapitalist vahşeti ve aşırılığı yönetmeye, topluma ve bireylerine karşı işledikleri suçları örtbas etmeye yönelik bir tasarım ve amaçtır. Batı felsefesi ve medeniyeti özü itibarıyla sapkın olsa da, bugün bu aşırı sapkınlığı besleyen ve onu en uç sınırlarına taşıyan şey, devleti ve toplumu kontrol eden ve düşünceyi ve siyaseti yönlendiren kapitalist çetedir. Dolayısıyla Batı sisteminin kokuşmuşluğu ve iktidardaki kapitalist çetenin yolsuzluğu ortaya çıktıktan ve temel yapısının direği olan ekonomik sistemi çöktükten sonra, bir patlamanın sinyalini veren isyan ve şiddetli tıkanıklık belirtileri ortaya çıkmıştır; bunun üzerine çete, sistemin içerideki haliyle devam etmesi için köleler ve kurbanlar üzerinde bir kontrol ve içgüdüsel denetim silahı olarak eşcinselliğe başvurmuştur; işte (Batı sisteminin) sömürgeciliğini ve hegemonyasını sürdürmek için dışarıdaki yıkım ve tahribat silahlarından biri, eşcinsellik silahıdır.

Bugün eşcinsellik, çetenin, sistemin iflasını döndürmeye ve ona ve onun kapitalist aşırılığına ve vahşetine uyum sağlamaya yönelik bir aracıdır; ancak sistemin iflası, temel yapısının direği olan ekonomik sistemin çöküşü ve buna eşlik eden isyan ve şiddetli tıkanıklık işaretleri, bir patlamanın sinyallerini vermektedir; bu yüzden eşcinsellik, krizi yönetmek ve başarısız sisteme karşı isyanı püskürtmek için makyavelist bir zaruret haline gelmiştir. Bu kadar yoğun, bu kadar ivme ve hızlı bu kapsamlı pornografi, cinsel sapkınlık ve eşcinsellik, Batılı insanı, kendi arıza ve kusurunun ayrılmaz bir parçası haline getirmek için sistemin makinesinde eritmek içindir. Bu da sistemin bekasını ve kalıcılığını savunma konusundaki bir çaresizliktir; böylece Batılı insanın çözülmesi ve sapkınlığı, sistemin sapkınlığı ile tam bir uyum ve kaynaşma içinde olacaktır; işte o zaman dejenere olmuş ve eşcinsel Batılı insan, çaresiz bir şekilde kendisi için sapkın tatminlerinin tüm nedenlerini sağlayan ve kendisi için bunun dışında dejenere olmuş ve sapkın bir durum ve yaşam bulamayacak olan, dahası bununla birlikte Batılı insanın ihtiyaçlarının pusulasını çarpıtan sapkın sistemi savunacaktır; bu doğal insani ihtiyaçların yerine sapkın ihtiyaçların türetilmesi, bunun bir talep haline getirilmesi ve eşcinsellerin Batı şehirlerindeki gösterileri bunun bir tercümesidir. Eşcinselliği yaygınlaştırmaya yönelik bu gayretli çaba, sorunu sistem ve iktidardaki çete krizinden sapkınlarıyla birlikte bir toplum sorununa ve dışarıdaki teröristle birlikte bir güvenlik sorununa dönüştürmek yoluyla Batı’nın içindeki kurbanlar ve köleler üzerindeki kıskacı sıkılaştırmak ve bozuk ve iflas etmiş sisteme adaptasyon üretmek içindir.

Paris Olimpiyatlarının cinsel sapkınlığı ve travestilerin, transseksüellerin ve eşcinsellerin sapkın şekildeki kutlamaları, Fransa’nın yaşadığı yıkımın boyutunu gizlemek isteyen yoğun bir dumandır. Bu da eşcinselliği destekleyen, onu koruyan ve ona çağıranın dernekler değil, aksine devlet, onun kurum ve kuruluşları olduğunu açıklamaktadır; zira eşcinsel ve LGBT hakları adına eşcinselliğe davet kampanyasına öncülük eden, eşcinselleri topluma entegre etmek için LGBT terimini icat eden ve 2008 yılında, BM Genel Kurulu’nda 66 ülke tarafından imzalanan bir bildiri ve eşcinselliği ve lezbiyenliği destekleyen sivil toplum örgütlerini ve dernekleri desteklemek için bir fon oluşturulmasıyla eşcinselliğin küresel olarak suç olmaktan çıkarılması için ilk kampanyayı başlatan Fransa Cumhuriyeti’dir. Nitekim Fransa, bu alanda diplomatik ağını seferber etmeye ve LGBT haklarının AB’de ve uluslararası forumlarda tanınmasına çağrıda bulunmaya devam etmektedir; zira Fransa Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı 26 Ekim 2022 tarihinde eşcinsellerin haklarının savunulması için bir büyükelçi atandığını duyurmuş, Fransa, Avrupa Birliği'nde Komisyon tarafından yayınlanan 2020-2025 eşcinsellere yönelik eşit haklar için ilk Avrupa stratejisinin uygulanmasına katılmış ve Fransız Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı, diplomatik ağı aracılığıyla eşcinselliği ve lezbiyenliği desteklemeyi ve yaymayı amaçlayan bir dizi yabancı STK projelerini desteklemiştir. Ayrıca Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı Dayanışma Fonu, Fransız Kalkınma Ajansı’na bağlı sivil toplum kuruluşlarının girişimleri mekanizması aracılığıyla LGBT konularında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarına finansman sağlamakta olup Fransa, 2017 ve 2022 yılları arasında homoseksüellik ve lezbiyenliği desteklemek için 29 milyon Avro tutarından bir miktar tahsis etmiştir. Dahası Fransa’nın eşcinsel politikasına ivme kazandırmak için Cumhurbaşkanı Macron, 2023 yılının sonlarında hükümetine eşcinsel bir başbakan atadığı gibi eşcinsel arkadaşını da sapkın Fransa Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanı olarak atamıştır. Böylece eşcinselliği bir endüstri, bir meta ve köleleri ve kurbanları için yakıt pazarlayan bir devlet politikası haline getirmiştir.

Fransa’nın durumu, seküler çürümenin en uç noktasını ve sistemin çözülme ve dağılmasının son aşamasını temsil etmektedir; zira eşcinsellik, çürümüş seküler bataklığın sonuçlarından ve salgılarından biri olduğu gibi ırkçılık ve ırkçı partileri de seküler bir salgı olup ırkın çöküşüne, dar milliyetçiliğinin sökülmesine ve laik insani iddiaların tutarsızlığına doğru bir düşüştür; işte bu iki mesele, sistemin iflasının ve vizyonlarının yıkıcı başarısızlığının bir kanıtıdır. Zira toplumsal cinsiyet ve eşcinsellik, şehvet ve hazzı mutluluğa giden bir yol olarak pazarlamasının ardından zehirli sistemin insan mutluluğunu gerçekleştirmedeki başarısızlığının şok edici bir kanıtıdır; musibet şu ki başarısızlığını ve iflasını ilan edip sessizce geri çekilmemekte, aksine başarısızlığını bir trajediye dönüştürmekte, azgınlığında daha ileri giderek bir kez daha insanını, mutluluğa giden son yolun beynini çıkarmak, fıtratını bozmak, cinsiyetiyle çelişmek ve onun eşcinsel olması olduğu şeklinde aldatmaktadır!

Bu yoğunluk, ivme ve hızdaki kapsamlı pornografi, cinsel çılgınlık ve eşcinsellik, medeniyetin parlaklığını, dinçliğini ve gücünü temsil etmiyor; aksine çöküşün, ölümün ve medeniyetin felaket ve trajik bir şekilde yok oluşunun kaçınılmaz bir durum olduğunu temsil ediyor. Dolayısıyla bizler, zehirli kokularını salgılayan ve bunu kaçınılmaz olarak çürümenin, çözülmenin ve ölümün takip ettiği aşırı çürüme halinin son anıyla karşı karşıyayız; dolayısıyla bu, medeniyetin çöküşünden ve yok olmasından bir önceki andır; bu yüzden değişim sünnetinin bilincinde olanların, sahneyi ve olayı okumada hata etmeleri caiz değildir. Zira Batı’nın medeniyet sapkınlığı daha da kötüleşip yayılmakta ve bununla birlikte insani felaket ve trajedi de büyümektedir; işte tüm bu ezici, medeniyet tiksintisi, insanlık utancı ve onun sapkın toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik, eşcinsellik ve lezbiyenlik kavramları, hayata yönelik değerler ve idealler değil, intihar reçeteleridir.

Lanetli, uğursuz ve sapkın Batı medeniyetinden etkilenen bu sefil dünyanın, bu yıkıcı kötülükten kurtulmasının, onun şaşkınlığından, sapkınlığından, Batı küfrünün başıboşluğundan ve onun sapkın ve anormal medeniyetinden çıkmasının ve tövbe ederek Rabbinin dosdoğru yoluna ve O’nun apaçık hakikatine dönmesinin zamanı gelmiştir; ey Müslümanlar topluluğu ve azim İslam davetinin taşıyıcıları, sizler bunun rehberleri ve kurtarıcılarından başka bir şey değilsiniz; yine sizler, insanlık için doğruluğun, hidayetin, iman hakikatinin, ıslahın, kurtuluşun ve her iki cihanda mutluluğa giden yolun şahitlerinden başkası değilsiniz.

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللهِ

Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Al-i İmran 110]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Her Zorba Zalimin Bir Sonu Vardır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Her Zorba Zalimin Bir Sonu Vardır!

Haber:

Bangladeş Başbakanı Şeyha Hasina Wajid, Bangladeş genelinde öğrencilerin önderlik ettiği haftalarca süren kanlı gösterilerin ardından istifa ederek ülkeyi terk etti.Haberlerin ifade ettiğine göre 76 yaşındaki Hasina, 05/08/2024 Pazartesi günü helikopterle komşu Hindistan’a kaçtı.Binlerce gösterici Hasina’nın Bangladeş’in başkenti Dakka’daki resmi konutunu işgal ettiler ve bu sahne, Bangladeş tarihinde en uzun kadın başbakanın yönetim perdesini beklenmedik bir şekilde indirdi. (Şuruk News)

Yorum:

20 yılı aşkın bir süre boyunca ülkeyi yöneten, insanları yağmalayıp yoksul bırakan, Bangladeş halkına karşı her türlü baskı ve zulmü uygulayan, muhaliflerini tutuklayan, aralarında Cemaat-i İslami liderlerinin de bulunduğu pek çok kişiyi idam eden, ayrıca Hizb-ut Tahrir’in kadın ve erkek gençlerini her yerde tutuklayan, onlara işkence eden, üniversitelerde bile onları takip edip atan ve yalan ve iftirayla onları suçlayan Hasina, kendisinden önce bin Ali ve diğer birçok kişinin kaçtıkları gibi kaçtı… Bu da ne kadar sürerse sürsün, zalimin ipinin bir sonu olduğunu, ümmetin tek bir söz üzerinde birleşmesi halinde onunla işinin arasına hiçbir gücün giremeyeceğini teyit etmektedir.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller, ABD’nin durumu yakından takip ettiğini ve tüm tarafları daha fazla şiddetten kaçınmaya ve önümüzdeki günlerde sükunet ve itidalli davranmaya çağırdığını söyledi. Bu yüzden ey Bangladeş’teki halkımız aman ha dikkatli olun; çünkü Hasina rejiminin Amerika’dan emir aldığını ve onun topraklarınız üzerindeki istilasını güçlendirdiğini biliyorsunuz. Ey muhlis subaylar; kendinizi Amerikan, İngiliz ve Hint hegemonyasından kurtarmaya çalışın ve tıpkı zalim Hasina rejiminin düştüğü gibi onları da kaldırıp atın.

Allah’tan, ikiyüzlü entrikacıların bu olayların üzerine binmesine ve onların, Bangladeş’in sadık evlatlarının yıllarca Müslümanların göğüslerine çöreklenen diktatörlüğe son veren bu devrimin etrafında toplanmasını engellemesine izin vermemesini niyaz ediyoruz. Kardeşlerimize diyoruz ki, hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve bölünmeyin; zira Allah’ın şeriatıyla hükmedildiğinde bu zayıf yıllar geçecek ve güzel yıllar dolup taşacaktır.

Allah’ım Müslümanlara Raşid bir Emir nasip et ki onları bölünmekten, anlaşmazlıktan, ihtilaftan ve parçalanmaktan korusun ve onların sözlerini hak ve hidayet üzerinde birleştirsin.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

M. Durra El-Bakuş

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER